Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz
Tasavvuf tarihimizde Veli’nin pek çok tanımı yapılmıştır. Her biri birbirinden farklı ve bir anlamı olan bu tanımların ötesinde halkın muhayyilesindeki tanımlar daha kalıcı ve belirleyicidir. Halk için Veli, ermiştir, erendir, hak aşığıdır. O peygamberin varisidir. Peygamberin Allah’tan getirdiğinin, özünü, amel ve itikad boyutunu sevgi ve aşk diliyle insana aktarmakla mükelleftir. Dolayısıyla onun ermişliği hakikatle olan ilişkisi ile ilgilidir. Halk onun dünya ile bir ilgisini kurmadığından dolayı ondan dünyevi bir şey beklemez.
Velilerin dünya ile kopuşlarının en önemli ve sembolik göstergesi de dağlardır. Dağlarda dağlaşan insanlar olarak nitelediğimiz bu insanlar, hakikatle olan ilişkileri çerçevesinde kemal boyutunu tamamladıktan sonra halkın arasına iner ve bir bakıma halk ile ağlaşan, onların dertleri ile hemhal olan insanlardır. Gönül erleridir onlar. Dağdan getirdikleri Hira’nın, Sevr’in, Tur dağının kokusudur.
Sıradan bir dağ tırmanışında veya yürüyüşünde hissettiğimiz manevi bilgilenme ve iç huzuru aslında sadece şehrin sofistike şartlarından kurtulmakla ilgili değildir. Bu dağın bizatihi tabiatında bulunan ile iç içe olmanın ortaya çıkardığı bir durumdur. Dağ bir olma ve birlenmenin sembolüdür. Belki de bunun içindir ki dağa giden yollar “Bir”de kaybolurken, şehrin yolları çoklukta çoğalır, çoğaldıkça çoğalır. Dağda insan yönünü bulurken, şehirde insan yönünü ve yolunu kaybeder. Dağda bir yoldasınızdır ama şehirde yollardasınızdır ve bu yolda olmak anlamına gelmez.
Bugün ismi bir şarap markası haline getirilen Şeyh Turasan hazretlerinin türbesine giderken bu düşünceler içindeyim. Kaygılarınız ve duygularınız, hissettikleriniz içinde yaşadığınız zaman ve mekan boyutunda öylesine boşlukta ki, şaşırmanın ötesinde afallıyorsunuz..
ŞEYH TURASAN
Hoca Ahmet Yesevi Hz.leri tarafından yetiştirilmiş ve tahsilini Horasan`da tamamladıktan sonra 13.yy.da 70.000 Dervişi ile Anadolu’ ya gelerek Selçuklu Hükümdarı Alaeddin Keykubat döneminde irşat vazifelerini yerine getirmiş ve bu dönemde yaşamıştır. Bazı tarihçilere göre Hasan Dağı’na adını veren Hasan Dede de Turasan hazretleridir.
İncesu Tekke Dağı’nda bulunan Dergah, I.Alaeddin Keykubat’ın hanımı II. Giyaseddin Keyhüsrev’ in annesi Hunat Hatun (1237-1246) tarafından yaptırılmıştır. Danişmentnameye göre Kapadokya hakimi ve komutanıdır. Kapadokyanın haçlılardan alınmasından sonra ilk valisi olarak tanınmaktadır. Konya- İstanbul bölgesinin komutanlığını yapmış Aksaray’daki Hasan dağı ismini kendisinden almış, İstanbul Alemdağı’nda adına Kalesi bulunmaktadır.
Mütevazi bir hayat yaşamış, ömrü boyunca siyah mermer üzerinde bulgur pilavı yemiştir. Keşfi ve kerameti açık olup Alaeddin Keykubat`a mühürdarlık danışmanlık yapmıştır. Dergahın faaliyeti Osmanlı Devleti sonuna kadar halefleri tarafından devam ettirilmiştir.
Onun hakkında halk arasında bir kısım menkıbeler anlatılmakta olup, kurmuş olduğu tekkesinin Şeyhliği İncesu’da sülalesi olan ailede yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Devrin maruf şeyhi olduğu anlaşılan Turesan Velîye Valide Sultan Mahperi Hunat Hatun Tekke Dağında, Durağım mevkiinde bugün de ayakta bulunan tekkeyi(zaviye) yaptırıp hediye etmiş ve etrafındaki geniş araziyi de vakıf yaparak kendisine ve kendisinden sonra devam edecek tarikatına bağışlamıştır. Tekkenin yeri seçilirken bu yeri Turesan Velî’nin, şimdi tekke önünde bulunan ortası delikli büyük bazalt siyah taşı, Erciyes’ten atarak tayin ettiği, taşın durduğu bu yere Durağım dendiği hakkında halk arasında menkıbeler anlatılmaktadır.
Hunat Hatun Turesan Velî’ye bu zaviyeyi bağışlarken, oğlu Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’ de Kayseri de Kızıl Köşk olarak bilinen Billur Bağlarındaki, şimdi kalıntıları kalmış tekkeyi Mevlana Emir Tac isimli şeyhe, Hisarcık suyunu da vakfederek bağışlamıştır. Yine Şeyh Turesan Velî devrinde çevrede Kayseri’de Seyyid Burhaneddin Hazretleri ve Ahi Evran dergahlarıda faaliyette idiler. Küllü Köyünde Bostana Çelebi (baba), Yılanlı Dağ arkasında Koyun Baba, Şeyh Şaban Köyün’de Şeyh Şaban-ı Velî ve Omuzu Gürzlü, Kulpak Köyünde Şeyh Çoban, Şeyh Turesan Velî gibi hâli yerlerde kurmuş oldukları tekkelerinde tasavvufla, ilim, zikir ve taatla meşgul idiler. Hunat Hatun’un bu sarp ama âsude, sakin bir manevi havası olan bu güzel vâdîde, çevreden getirttiği taşlarla yaptırmış olduğu tekke yaklaşık 21×14 m. ebadında olup dikdörtgen bir plana sahiptir. Duvarlar küçük sıralı kesme taşlarla inşa edilmiş, bina tanoz ve kemerlerle örtülmüştür. Ortada sembolik küçük bir kubbesi bulunmaktadır.
Selçukluların büyük sultanı I.Alaaddin Keykubat, 1220 yılında tahta çıktığında kendisine ilk hedef olarak Alanya şehrinin fethini seçmişti. Büyük sultan ordusu ile muhasara ettiği çok sarp ve müstahkem durumda olan Alanya Kalesini fethetmekte zorlanmış ve hatta o yıl bundan vazgeçip muhasarayı kaldırmağa karar verdiği esnada rüyasında kendisine fethin nasip olacağı bildirilmiştir. Bunun üzerine muhasaraya devam eden Sultan’a az sonra kalenin Bizans valisinin elçileri gelerek, kaleyi teslim edeceklerini, ancak bazı, şartlarının olduğunu bildirmişlerdir. Bu şartların Sultan tarafından kabulü üzerine kalenin tekfuru gelip teslim olmuştur. Tekfurun şartları içinde kendisinin ve ailesinin canlarının bağışlanması, kızının Sultan tarafından zevceliğe kabul edilmesi talepleri vardı. Bu şekilde kaleyi teslim alan Sultan, büyük bir merasim ve nümayişle, mehterhânenin yeri göğü inleten nağmeleri arasında, Alanya’nın yerli halkının ve papazlarının karşılamaları ile bu cennet şehre girmiş ve Cenab-ı Hak’ka hemen şükür niyazında bulunmuştur. Hunat Hatun işte Alaaddin Keykubad’ın, Alanya Tekfurunun kızı olan zevcesidir.
Müslüman olunca “Mahperi” adını almış, halk ona hanımefendi manasında Huand(Hunat) ismini vermiştir. Alaaddin Keykubad ‘dan Gıyaseddin Keyhüsrev isminde bir oğlu olan Hunat Hâtun 1236 yılında kocasının Kayseri’de vefatı üzerine oğlunun tahta çıkması ile Valide Sultan olmuş ve hemen Hunat camiinin inşaatını başlatıp 1238 yılında bu büyük mâbedi tamamlatmıştır. Camiinin bir köşesine de kendi türbesini yaptırmıştır.
Hunat Hatun’un, Ürgüp ilçesi kendisine tahsisli malikânesi idi. Oğlunun saltanatı zamanında (1237-1245) bu çevrede dini faaliyetlerini sürdüren ve kendisinin de takdir ve saygısını kazanmış bulunan kerametleri ile mâruf Şeyh Turesan Velî Hazretlerine İncesu-Ürgüp arasında kuş uçmaz, kervan geçmez Tekke dağında, kervansaray gibi olan tekkesini inşa ettirmiş ve buraya geniş vakıflar bağlamıştır. O zamanki imkanlarla buraya gerekli malzemeyi taşıyıp bu binayı yaptırmak gerçekten büyük bir kadirşinaslık olup, Hatunun Allah yolundaki cehd vasfını ortaya koymaktadır.
Giriş kapısı üzerinde bulunan 60×50 cm. ebadında beyaz mermere yazılmış dört satırlık kitabe, maalesef buradan düşerek kırılıp parçalanmış, bu esnada da binayı yaptıran Hunât Hatun’un ismi ve binanın yapılış tarihi kaybolmuştur. Sonradan yerine tekrar yerleştirilmiş bulunan bu kitabede:
‘’Emerebi-imareti hazâ el-meşhed fi eyyâm-ı devlet (is-sultan) İl-âzam Gıyase’d-dünya ve’d-din Sultan-ı Selâtinü’l-A(rab) Ve’1-Acem ebi’1-feth Keyhüsrev bin Keyku(bad) (e)mi rü’l-mü'(minîn)el-meli (ket) İl-kebiret Safveti’d-dünya ve ve’d-din’’ yazılıdır.
Tercümesi: Bu meşhed’in (şehitlik) yapımı, Keykubad’ın oğlu Büyük Sultan, dinin ve dünyanın yardımcısı (Gıyaseddin) Arap ve Acem Sultanlarının Sultanı Fâtih, müminlerin emiri’nin (devrinin Abbasi Halifesinin delili) Keyhüsrev’in saltanat günlerinde büyük Melike, dinin ve dünyanın temiz hanımı (Mahperi Hatun) tarafından (senesinde) emredildi.
Kitabenin kırılarak eksilen kısımlarını Hunat Hatun’un -Kayseri Hunat Cami ve burada bulunan türbesindeki mezar taşı kitabelerine göre tamamlanmıştır. Ancak kırılan kitabeden dolayı, binanın yapılış tarihini bulmak mümkün olamamıştır. Saffetü’d-dünya ve’ddin, Hunat-Hatun’un kitabelerde geçen unvanıdır. Yine kitabelerde büyük melike olarak ta anılmakta, ismi “Mahperi” olarak yazılmaktadır. Oğlu Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’ de Büyük Sultan, Fatih, Arap ve İran Sultanlarının Sultanı gibi büyük sıfatlarla anılmıştır. Kitabede esas tekkenin Şeyhi Turesan Velînin ismi geçmemekte olup, binadan da tekke zaviye olarak değil, meshed (şehitlik-türbe) olarak bahsedilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre şeyh vefat ettikten sonra burası bir bakıma onun şehidliği (türbesi) olmuştur.
Türbe’de Kadiriler tarafından her yıl zikir yapılır. Dolayısıyla Turasan Hazretlerinin Kadiri olduğuna inanılır. Türbe etrafından pek çok mezar vardır. Bunlardan bir tanesi de Turasan Hazretlerinin talebesi olduğuna inanılan ve burada yaşadığı düşünülen Seklem Dede’dir. Hakkında herhangi bir bilgi yoktur.
SESLİ DEDE
Hacılar Sesli Başı mevkiindeki Sesli Dağı’nda bulunan türbesinin dışında hakkında çok fazla bir bilgi yoktur. Erciyes ile karşı karşıya olan bu dağda medfun olan Sesli Dede’nin büyük bir alim olduğu, 19. yüzyılın başında yaşadığı, İstiklal Savaşına türbesinin bulunduğu tepeden “ haydi aslan karındaşlarım kalkın, karındaşlarımız vatan uğrunda cihad ediyorlar, ben onlara yardıma gidiyorum sizler de peşimden geliniz” dediği rivayet edilir.
Yaşar Kalafat’a göre, Sesli Dede Eski Türk inançlarındaki Ana Maygıl karakterinde bir ulu zattır. Anadolu Türk Evliya Kültüründe “Yeşil Sarıklılar” olarak bu tipleme günümüzdeki “vatan toprağı kutsaldır” ve Eski Türk inanç Sisteminde “Kutsal Ötügen” “Yer-Su” inancı ile bağlantılıdır. Ulu zatların bu âlemden göçtükten sonra gerektiğine vatan müdafaasına katıldıkları inancını yansıtır.
Sesli Dede’nin dışında bölgedeki Hasan Dağı mevkiinde Hasan Dede, Sakar Dede, Baktur Dede, Şıh Aslan Dağının üstünde Şıh Aslan Dede gibi velilerden söz edilir. Onlara ait olduğu belirtilen türbeye benzer yapılar vardır.
Sindelhöyük Köyünde Sultan Nebi Dede Zâviyesi ve Türbesi
Türbe Kayseri ili Develi ilçesi Sindelhöyük Kasabası, Yağızlı mesiresindedir. Türbede, Dede, iki oğlu ve eşleri yatmaktadır. Kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen türbe 1292 yılında yaptırılmış ve 1719 yılında tamir görmüştür. Türbe sade yığma taştan yapılmıştır. Türbe bir Kabristan’ın içerisinde inşaa edilmiştir.
Ramazan 1125 / Eylül 1713 târihli bir belgeye bakılırsa, Nebi Dede bu köyde medfûn idi. Hacı Bektâş-ı Velî’nin, Kayseri’den Ürgüp’e giderken Sineson adlı bir köye uğradığı, burada oturan Hıristiyan halka kerâmet gösterdiği Vilâyet-Nâme’de anlatılmaktadır. Menâkıbnâme’de anlatılan köy, Develi’den uzakta bir yerde gösterilmekle birlikte, Osmanlı döneminde Develi’ye tâbi Sindelhöyük olmalıdır. Öyle ise, Nebi Dede Zâviyesi de Anadolu Selçukluları zamanında inşâ edilmiş bir Bektaşî zâviyesidir.
Nebi Dede Zâviyesi, belgelerde bazen “Şeyh Nebi” bâzen de “Abdü’n-Nebi Dede Zâviyesi” olarak geçmektedir. Bunların, Nebi Dede Zâviyesi’nin belgelere yansıyan farklı ifâde şekilleri olmalıdır.Nebi Dede Zâviyesi’nin tevliyet ve meşîhatı, Nebi Dede’nin evlâdına meşrûta idi. Osmanlı’nın sonlarına kadar evlâttan olanların buraya mütevelli, zâviyedâr ve nâzır olarak atandığına dâir birçok kayıt bulunmaktadır.
Nebi Dede’nin, kerametleri görülmüş bir çoban olduğuna inanıldığı için ziyaret edilmektedir. Evvelce burada mum yakılmakta çaput bağlanılmakta idi. Bidat olduğu izah edilerek zamanla bu tür uygulamaların önüne geçilmiştir. Halkta ki bir inanca göre Nebi Dede beyaz bir elbise giymiş olarak zaman zaman halka abdest alırken görülmektedir. Türbe kendi haline terkedilmiş olup, bakımsızdır. Temizliğini bölge halkı yapmaktadır. Erciyes’in arkasındaki Sultan Sazlığı ismini Nebi Sultan’dan almaktadır.
Hızır İlyas Türbesi
Türbe, Kayseri ili Develi İlçesi, Güney yukarı mahallesi Belon mevkiindedir. Türbenin dışında 6 adet mezar daha bulunmaktadır, Selçuklular döneminde yapıldığı iddia edilen türbenin kubbe biçiminde mermerden mihrabı vardır. İçerisi seccadelerle döşeli olan türbeye daha ziyade 6 Mayıs Bahar Bayramı’nda ziyaretçiler gelirler. Ziyaretçiler türbede iki rekât namaz kılarlar. Türbeyi ziyarete gelenler şifa amacıyla dua ederler. İnanca göre Hızır İlyas, 6 Mayıs’ta atını çayıra çekmiştir. Bu nedenle yaylaya bugün çıkılır.
Hızır–İlyas, Hıdır–Ellez ile ilgili inançlar Türk dünyasının her yerinde yaşamaktadır. Darda kalana koşan, baharı müjdeleyen Hızır–Hıdır Nebi çok anılan bir ulu kişidir. Anadolu’nun hemen hemen bütün il ve ilçelerinde “Hıdırlık” lar vardır. Bunlar çok kere yüksek yerler ve ağaçlıklı alanlardır. Buralarda da çoğunlukla türbeler bulunur.
KOYUN BABA TÜRBESİ
Bütün veli türbelerinin dağların zirvesinde olmasına karşılık Koyun Baba’nın türbesi Yılanlı dağın dibindeki bir çukurdadır. Çorum Osmancık’ta medfun olan Koyun Baba’nın makamı olma ihtimali çok yüksektir. Evliya Çelebi Seyehatnamesinde “Kayseri’nin doğu tarafında Yılanlı dağında Koyunbaba tekkesi vardır ki, bu da Bektâşî tekkesidir” diye zikreder..
Dağın kuzey-doğusundaki kum ocağının kıblesinde, çukurda kalıntıları bulunmaktadır. Yeni bina yapılarak eski adına birşey bırakılmamıştır.
Söylenenlere göre bu zat bir çobandır. Hayatı boyunca o bölgede çobanlık yapmış. Vefatı üzerine oraya defnedilmiş. Küçük, mütevazi bir de mezar yapılmış. Kabrin yanında yer alan kuyunun suyu eskiden pek meşhurdu. Zamanla suyu çekildi. Artık eskisi gibi su çıkmamaktadır.
İki yazıya sıkıştırdığımızın Erciyes Dağı’nın etrafındaki evliyalar elbette sözünü ettiklerimizden ibaret değildir. Zaten bizim buradaki amacımız velilerin hayatını anlatmaktan öte, zamanın ve mekanın nasıl dönüştüğünü anlatmaya çalışmaktır. Mekanın sekülerleşmesinin en önemli göstergesi dağlardır. Bir uzlet, inziva merkezi olan dağlar bugün artık seküler alışkanlıkların ve ritüellerin merkezi haline dönüşmektedir. Kayak merkezleri, yürüyüş yolları, tırmanış alanları tamamen bu kaygılarla yapılmaktadır. Kutsal anlam kayması yaşamakta, boyut değiştirmektedir. Başka bir deyişle dağ anlamını yitirmekte, seküler insan dağa yeni bir anlam vermekte, onu yeniden konumlamakta ve tanımlamaktadır..
Erciyesin Evliyaları II – Bu yazı 2014 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 84. sayısından alınmıştır.