Günümüzde Arap, Kürt, Türk ve Süryani ailelerin barış içinde yaşadığı, birbirlerinin geleneklerine, diline, kültürüne saygı duyduğu Mardin, inanç coğrafyasında ilk uğranılacak adreslerden biri.
Yazı ve Fotoğraflar : Yıldız Çelik
Türkiye’de yer alan yedi bölgeden biri olan, Güney Doğu Anadolu’da Mardin, Şırnak, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Urfa, Adıyaman, Batman ve Siirt illerine baktığımızda pek çok medeniyeti ve farklı inançları yan yana görebiliriz. Biz ‘bu bölgede Hıristiyanlar şimdi nasıl yaşıyorlar?’ sorusunun cevabını bulmak üzere yola çıktık. Gündelik yaşamları hakkında yaptığımız sıcak sohbetlerimizi sizlere aktarmak istiyoruz. İsmi Süryanice yüksek kaleler anlamına gelen Medro’dan gelen Mardin’in kuruluşu M.Ö 4000 yıllarına dayanıyor. ‘Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Mardin, Sübarilere, Hurrilere, Sümerlere, Akadlara, Mitannilere, Hititlere, Asurlara, İskitlere, Babillere, Perslere, Makedonyalılara, Ermenilere, Romalılara, Sasanilere, Bizanslara, Araplara, Selçuklulara, Karakoyunlulara, Ak koyunlulara, Osmanlılara ev olmuş…
Adıyaman’da Süryani Ortodoks Kilise’sinin avlusunda Davud Ün ile yaptığımız samimi sohbette; ‘daha önceleri çocuklar kilisemizin bahçesine taş atarlardı ama bunlar çocukça şeylerdi’ diyor. Şırnak İdil’de kilisenin yolunu sorduğumuzda ise çocukların grup halinde bizimle gelerek coşku ile yolu göstermeleri görülecek bir manzaraydı.
Diyarbakır’da; Süryani Ortodoks kilisesinin bahçesinde çaylar içtik ve 4 tane Müslüman bayanın papaz ile sohbetine şahit olduk. Dünyada pek çok ülkede boy gösteren terör, Güneydoğu Anadolu’da da zaman zaman yoğun bir şekilde yaşanıyor. Bundan dolayı köylerinden göç eden Keldani, Mecit Bey’le göç ettikleri İstanbul’da karşılaştık. O biraz üzgün, ama ‘hayat devam ediyor’ diyor. 14 kişilik ailesi ile İstanbul’a göç etmiş. Göç ettikten sonra sadece ablası evlenmiş ve Paris’e yerleşerek aileden ayrılmış. Şimdi, 13 kişilik ailesi ile beraber yaşayarak hayatlarına devam ediyorlar.
Davud Ün / Adıyaman Mor Petrus ve Mor Pavlus Süryani Ortodoks Kilisesi 1883 yılında yapıldı. Ama bu kiliseden yaklaşık olarak 700 yıl önce başka bir kilise varmış. ‘Adı Meryem Ana Kilisesi imiş. Bilinmeyen bir nedenle, 1880 yılında tamamen yıkılmış. Ama depremden dolayı yıkılmış olabileceğini tahmin ediyoruz’ diyor Ün. Kilise yıkıldıktan sonra Urfa Siverek’de bulunan metropolün emri ile tekrar inşaa ediliyor. İnşasında Urfalı Süryani ustalar çalışmış. Ayin bölümündeki motifler ve işlemeler yöreye uygun olarak Urfa geleneklerine uygun yapılmış. Süryani geleneksel yapı tarzı olan ahşap malzeme kullanılmış. Bu tür yapıya tek örnek olarak da bu kilisede kalmış. Ün’e, kendi hazırladığı kahvelerimizi içerken, kiliseye bağlı bu bölgede kaç aile var diye sorduğumuzda; ‘Kilisemize bağlı 500 km içinde 150 aile var. Fakat her Pazar günü yaptığımız ibadetlerimize 100-150 kişi gelir. Özel günlerde ve bayramlarda daha kalabalık oluruz’ diyor.
Deyrulzafaran Manastırı
Ruken Polat / Adıyaman (14 yaşında – Öğrenci)Adıyaman-Kahta’ da öğle yemeklerimizi yerken garson ile ‘burada Hıristiyan aileler var mı?’ diye biraz sohbet ediyoruz.. O da kendisinin de Hıristiyan olduğunu, ama çalışma saati olduğu için sohbet için vakit ayıramayacağını söyledi. Bizi bir yakınlarının evine götürmek üzere tüm misafirperverliği ile restorana çok yakın evin önüne kadar eşlik etti. Kısa tanışmadan sonra, ailece evlerinin salonunda oturup sohbete daldık. Babasının izni ile Güney Doğu’da bir Hıristiyan ailenin kızı olarak Ruken’i röportajımıza dahil etmek istediğimizi söyleyince babası memnuniyetle izin verdi.Annesi Süryani babası Ermeni 5 çocuklu bir ailenin kızı, Ruken. Daha çok Kürtlerin yaşadığı Adıyaman’da ona da babası Kürtçe’de güler yüzlü anlamına gelen bu ismi vermiş. Ruken, ailece evlerinde bazı akşamlar hep beraber İncil okuduklarını söylüyor. ‘Süryanice’de İncil’i okuyabiliyorum’ diye gözleri parlayarak bize bakıyor. Adıyaman’daki kiliselerine hemen hemen her Pazar ibadetler için gidiyorlar. Başarılı bir öğrenci olan Ruken; ‘babam okula öğretmenlerime benim okuldaki durumumu sormaya geldiğinde öğretmenlerim hep herkes senin çocukların gibi olsa derler’ diyor.Daha önceki yıllarda Hıristiyan oldukları için bazı problemler yaşamışlar ama şimdi çok daha düzenli ibadetleri için kiliselerine gidebiliyorlar.
Melke Tok / Papaz / Şırnak İdil Öğündük Köyü Şırnak İdil’den arabamızla Öğündük Köyü’nün girişine geldiğimizde Jandarma aracımızı durdurup kimliklerimiz kontrol etti. Neden durdurduğunu sorduğumuzda arkadaşlar hep bir ağızdan ‘aracımız Diyarbakır plakalı da ondan’ dediler. Köyde bir sakinlik vardı. Sokakta oynayan birkaç çocuk yanımıza yaklaştı. Bizi evlerine götürmek isteyince ‘hayır’ demedik. Anneleri Herane Uçar, güler yüzlü bir bayan. Hemen bize ‘Hoşgeldiniz’ ayranı ikram etti. Ayranlarımızı içtikten sonra, çocukların düzenli olarak Süryanice öğrendikleri kiliseye gittik.
52 haneli ve 250 Süryani’nin yaşadığı köyde, Melke Tok 48 yıldır İdil’de ve Öğündük Köyünde papazlık yapıyormuş. Ortodoks papazların evlendiğini ve kendisinin de 2 kız ve 5 oğlu olduğunu ve çocuklarından 6’sının Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşadığını söylüyor. Bir kızının eşi de Haberli Köyünün papazı. Tok; ‘Diyarbakır’dan bu tarafa doğru Süryani nüfusu daha çok’ diyor. Melke Tok, 9 ocak 1994 yılında kendi tabiri ile, Hizbullahçılar tarafından kaçırılma öyküsünü şöyle anlatıyor. ‘Haberli Köyüne gidiyordum, yolda arabayı durdurup beni indirdiler ve gözlerimi bağladılar. Sonra da Suriye sınırına yakın Kozluca köyüne çuvalın içinde götürdüler. Beni 3 gün 3 gece mezar gibi bir yere koydular. 3. Günün sonunda mezarı Allahtan gelen bir güçle açıp ayağımda zincirlerle kaçtım. Bu kaçışımda bana Müslüman bir bey yardım etti.
13 Ocak günü de evime ulaşabildim. Onların amacı bizden para almaktı. Ama bizim cemaat olarak daha önce kararımız böyle durumlarda para vermemek, benim için de vermediler.’
Herane Uçar / Şırnak Öğündük Köyü (4 çocuklu anne) Köyden ayrılırken Herane Hanım ile ayak üstü sohbetimizde; ‘Bu köyde doğdum büyüdüm. Nohut, arpa, buğday üzüm ekiyoruz. Ayrıca 4 inek ve 4 danamız var. Köyümüzde Mor Yakup kilisesinde 6-10 yaş arası çocuklarımız Süryanice ve İncil öğreniyorlar. Her gün öğleden sonra 4.5 da, cumartesi günleri ise sabah 8’de başlayan dersler 3 saat sürüyor.
Pazar günleri de düzenli olarak kilisemize ibadete gideriz. Köyümüzün hepsi Süryani olduğundan belki. Ama hiçbir engelimiz yok. İbadetlerimiz için ya da Süryani olduğumuz için. Burada yaşamaktan da mutluyuz’ diyor.
Şemun Gösteriş / Şırnak İdil – Süryani Ortodoks İdil sokaklarında yürüyoruz. Bizi gören çocuklar birer ikişer koşarak yanımıza geliyorlar. Bir anda etrafımızı sarıp gülümseyen yüzlerle heyecanlı hareketlerle sevgilerini gösteriyorlar. Meryem Ana kilisesinin nerede olduğunu sorduğumuzda, büyük bir heyecanla bize hem yolu tarif edip hem de bizimle yola koyuluyorlar. Meryem Ana kilisesinin önüne geldiğimizde fotoğraf makinelerimizi gören çocuklar fotoğraf çekilmek istiyorlar. Aslında, heyecanımızdan biz de unutmuşuz; fotoğraf çekmeyi, onların coşkularını belgelemeyi. Hemen dizilip, hep beraber fotoğraf çekiliyoruz. Sonra kilisenin kapısını çalıyoruz. İçerden hiç ses gelmeyince çocuklar bir solukta gidip yetkili kişiyi bulup beraber geliyorlar. Genç bir bey olan, Şemun Gösteriş sevgi ile ‘hoş gelmişsiniz’ diyerek tereddüt etmeden bizi içeriye davet ediyor. O annesi Makbule Hanım, eşi Gülten hanım ve bebekleri ile beraber Kilisenin hemen yanındaki evlerinde yaşıyorlar.
Deyrulzafaran Manastırı Mardin’in 3km doğusunda
Bize son yıllarda misafirhanesi açılan kiliseyi gezdiriyor. Gösteriş; ‘Açılışa Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda, İsveç gibi çeşitli Avrupa ülkelerinde 500 kişi katıldı’ diyor.
Meryem Ana Kilisesi 1.yy’da yapılmış. Aramilikten Hıristiyanlığa geçişte aldığı bu isimle anılıyor. Hz.İsa’nın Mor Aday adlı havarisi tarafından Hıristiyanlığın müjdelendiği kilise, İdil Turapdin diye adlandırılan bölgenin de Hıristiyanlık merkezi. İdil’de Turapdin bölgesi olarak adlandırıldığında 13-15 bin Süryani olan bölgede, 30 yıl öncesine kadar da 650 hane varmış. 1975 yıllarında Suriye, Irak ve Lübnan’a yapılan göçler 1975’den sonra da Avrupa’ya olmuş. Şimdi ise Şırnak İdil’de sadece 14 Süryani yaşıyor. Kiliseyi dolaşırken yaptığımız sohbetten sonra, kilisenin hemen yanında bulunan gene aynı güzellikteki evinin bahçesinde kahve içmeye davet ediyor. Kahveyi nasıl içersiniz diye sorduklarında çok sevdiğim helli Süryani kahvesinden içeceğimizden emin oluyoruz.
Bahçede domates biber ekmek için toprağı çapalayan bey de işine ara verip yanımıza geliyor. Tabii kahvelerimiz de mis gibi kokusu ile sohbetimizin ortağı oluyor.
Bahçe çapalayan, Şemun’un doğduğundan bu yana arkadaş olan Müslüman-Kürt Hüseyin Buğday, Dicle Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor. Şöyle anlatıyor: ‘Birbirimizin değerlerini anlamaktan öte birbirimizin değerlerine saygı duyuyoruz. Okulumuz tatilde bütün günümü Şemun ile burada geçirmekten memnunum. Şimdi de onun bahçesindeki işlere yardım ediyorum’ diyor.
Steyfi Melisa Açış / Diyarbakır / 12 Yaşında- Süryani Diyarbakır’ da Meryem Ana Kilise’sine geldiğimizde. Avluda Kilisenin babası , ailesi ve dört genç Müslüman bayan din üzerine sohbet ediyorlardı. Birliktelikleri çok hoşumuza gitti. Çaylarına ve sohbetlerine bizi de ortak ettiler. Sonra ne yapmak istediğimizi anlatınca Steyfi size her şeyi anlatır diye bizi Steyfi ile baş başa bıraktılar. Steyfi kendini ve yaşamlarını bir çırpıda bize şöyle anlattı.
‘Tevfik Fikret İlköğretim Okulu 7. sınıfa gidiyorum. 2 kız, 2 erkek dört kardeşiz. Annem ve babam Midyat’ta doğmuşlar. Sonra büyüdüklerinde görev için Diyarbakır’a gelmişler. Onların görevi Meryem Ana Kilisesi’ne gelen ziyaretçilere kiliseyi gezdirip tarihini anlatmak. Biz aynı zamanda kilisemizin içinde bulunan evimizde yaşıyoruz. 3. yüzyıldan olan kilisemiz bundan 1750 yıl önce yapılmış. Kilisemizin tarihini ben de biliyorum. Çünkü bazen gelen ziyaretçileri ben de gezdiriyorum. Pazar günü olan ayinlerimize düzenli olarak katılırım. Aynı zamanda kilise koromuzda düzenli olarak ilahi söylerim. Tatil zamanlarımızda ise ailece, annemle, babamın köyü olan Midyat’ın Anıtlı ve Alagöl (Bakışyan)’e gideriz. Diyarbakır’dan başka Mardin ve Midyat’ı gördüm.
En yakın arkadaşım Derya. O bir Müslüman aileden. Ama, onunla çok iyi anlaşırız. Derslerimiz hakkında konuşmak hoşumuza gider. Boş zamanlarımda dikiş dikmeyi çok severim. Oyuncak bebeğim var, ona her zaman bir şeyler dikerim. Okulda öğrendiğimiz şarkıları kardeşlerimle beraberken söyleriz. En çok ta Yemen Türküsü’nü. Tavşan, kedi, köpek gibi küçük hayvanları çok severim. Zaten okulda da Hayvanları Koruma kolundayım.
Okuldaki sınavlarımda başarılı olmak için çok caba gösteririm. Çünkü hayatta başarılı olmak beni çok mutlu eder.’
Jenifır Çoban / Mardin / 11.5 yaşında – Süryani Güney Doğu Anadolu’daki çocuklar o kadar içten ve kendilerini öyle güzel ifade ediyorlar ki bize sadece dinlemek düşüyor. Mardin’ de yaşayan Jenifır’da o çocuklardan sadece biriydi. ‘Biz Süryani bir aileyiz. Kırklar Kilisemizin avlusunda annem ev hanımı adı Feryal, babam gümüşçü, adı da Ümit. Kardeşim Marianna ve ben yaşıyoruz. Anneannemin evinde çok vakit geçiririz. Birbirimizden hemen hemen hiç ayrılmayız. Biraz Süryanice biliyorum ama evde bütün aile Arapça konuşuruz. Keloğlan, Kırmızı Başlıklı Kız, Sindrella masallarını annemden öğrendim. Şahmeran hikâyesini de anneannemin babaannesinden dinlerim. O bana ayrıca kutsal kitaptan Hz. İsa’nın mucizelerini anlatır. O kilise ve bazı isteyenler için çocukluğundan beri babasından öğrendiği ikon resimlerini kumaşlara çizer boyar. 60 yıldır yapar bu çizimleri. Atatürk’ten madalyası bile var. Çünkü her çizdiği panoya ay yıldız da çizer. Arkadaşlarımla futbol, yakar top ve voleybol oynarız genelde. Ayrıca Barbi bebeklerim de var. Annemin bana öğrettiği tığ işi, iğne oyası yapmaya da çalışırım. Sakin ve anlayışlı bir annem var. O hep kendine özen gösterir. Sevindiğinde hep duygusal şarkılar söyler, sesini çok beğenirim. Siyah üzümden evde şarap yaparız. En sevdiğim şeyler; mor renk, macera kitapları, kilisede koroda ilahiler okumak. Asıl bizim büyük bayramımız paskalya. O zaman 50 gün oruç tutarız. Şimdi Paskalya’dayız, ben bugün oruçluyum. Bayram olduğunda, çörek, sütlaç, yumurtaları renk renk boyayarak paskalya yumurtası yapıyoruz.
Bizim Müslüman komşularımız çok. Biz onların bayramını, onlar da bizim bayramımızı kutlar. Pop müzikte en çok Demet Akalın, Gülben Ergen dinlerim. Mardin şarkılarından ise Mardin Kapı Şen Olur türküsü çok hoşuma gidiyor. Çocukları çok sevdiğim için de büyüyünce çocuk doktoru olmak istiyorum’
Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi papazı ve ailesi
Mecit Sak / 1980 doğumlu Şırnak Beytüşşebab-Kovanköyü doğumlu… Mecit Bey, İstanbul’da iş yerine davet ediyor bizi. Bir taraftan yoğun iş temposunu devam ettirirken bizimle de içten sohbetine devam ediyor. Nede olsa kalabalık bir aileden geliyor. Öyle ki konsantrasyonu bozulmuyor bile…
‘İlk olarak Güneydoğu’dan 1985’te başlayan göçle biz de, 1990 yılında köyümüzden 11 çocuk (8 erkek-3 kız) anne ve babamız, (ayrıca babaannemizle) 14 kişi, İstanbul’a göç etmek zorunda kaldık. Zorunlu göçün nedeni, yörede olan terör olaylarından dolayı devletin köyümüzü boşaltması idi.Yaklaşık 1000 hanelik köyümüzde her aile ortalama 8-10 çocuğu ile beraber yaşarlardı. Hatta 15 çocuğu olan aileler bile vardı.Keldani Katolik bir aileyiz. Kökenimiz, Asurlulara dayanır. Dilimiz Keldanice. Babaannemden öğrendik evde konuşuyoruz, ama yazmasını okumasını bilmiyoruz.
Süryani çocuk korosu Diyarabakır’da konser verirken
Köyümüzde Meryem Ana Kilisemizde ibaetlerimizi düzenli yapardık. İstanbul da da Pazar günleri Keldani Katolik kilisemize gideriz.
Pazar günü 300 – 400 kişi oluyoruz. Bunların arasında sadece Güney Doğu’dan gelen değil Irak’tan gelen Keldaniler de var. Onlar da İstanbul’da yaşıyorlar.
Köyümüzde büyük ve küçük baş hayvanlarımıza çobanlık yapıyorduk. Ayrıca kendi yiyeceğimiz için köydeki diğer ailelerin olduğu gibi patates, soğan, buğday gibi şeyler eker biçerdik. Şimdi İstanbul’da 4 erkek kardeş (şimdi biri askerde) matbaacılık yapıyoruz.
Göç edenlerin bir kısmı bir sene kadar Beyoğlu’nda konfeksiyon atölyelerinde çalışıp İstanbul-Tarlabaşı’nda oturdu sonra Fransa –Paris e göç ettiler’.
Güney Doğu Anadolu’daki Hıristiyanlar – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2010 yılının Eylül sayısında yayımlanmıştır.