Haus der Kunst’un baş küratörü Thomas Weski’nin düzenlediği sergi, hem Gursky’nin Türkiye’deki en büyük kişisel sergisi hem de uluslararası bir çağdaş fotoğrafçının İstanbul Modern’deki ilk kapsamlı kişisel sergisi olma niteliğini taşıyor. Sergide yer alan yapıtlar seçkisi, Gursky’nin dünyanın birçok farklı coğrafyasını gözler önüne seren benzersiz bakışını kapsamlı bir biçimde yansıtıyor. Sergilenen fotoğrafların otuzu, sanatçının 2001 yılında New York Modern Sanat Müzesi’nde büyük ses getiren retrospektif sergisinden sonra ürettiği yapıtlardan oluşuyor. Boyutları, gözüpeklikleri, renk kullanımları ve şaşırtıcı nitelikleri ile öne çıkan bu yapıtlar, sanatçının 1984 yılından günümüze uzanan sanatsal üretimini ortaya koyuyorlar.
“Bu sergi benim için yeni bir alan anlamına geliyor…” diyen Gursky, dijital teknolojiyi kullanarak tanıdık motifleri yeniden yorumladı ve fotoğraflarının standart boyutunu büyüterek özellikle bu sergiye uygun hale getirdi. Sergide yer alan fotoğrafların en büyük olanları, yaklaşık olarak 2 x 5 m. boyutlarını taşıyor. Gursky’nin sergilenecek yapıtlardan biri olan 99 Cent II Diptychon adlı fotoğrafı, 2006 yılında yapılan bir müzayedede, yaşayan bir fotoğrafçının yapıtına şimdiye kadar ödenen en yüksek ücret ile bir rekora imza attı.
1980’lerin sonlarında kişisel sergileri açılmaya başlayan Gursky, 1990’larda Tokyo, Kahire, Hong Kong, Los Angeles gibi kentleri gezmeye ve oradaki yapıların fotoğraflarını çekmeye başladı. 1988’den itibaren fotoğraflarının boyutlarını büyüten Gursky, 1990’larda piyasadaki en büyük boy fotoğraf kâğıdını kullanmaya başladı. 2000’li yıllara gelindiğinde, birden fazla fotoğraf kâğıdını birleştirerek son derce çeşitli boyutlarda fotoğraflar üretmeye başladı. Andreas Gursky, küreselleşme çağında yapıtlar veren olağandışı bir fotoğrafçı olarak tanımlanabilir. Kamerasıyla, küreselleşmiş dünyamızın çeşitli bölgelerini keşfeder, bu bölgeler arasında bağlantılar kurar ve ekonomik-kültürel bütünleşmenin yaşandığı bir dünyada bireye verilen rolü sorgular. Sanatçı, insanları dekoratif birer soyutlamadan ziyade, sıklıkla, çılgın eğlence ortamlarında, rock konserlerinde veya spor karşılaşmalarında, kitle halinde resmeder ve bunu yaparak, küreselleşmiş üretimin yalnızca yeni endüstriyel ürünler değil yeni imgeler, temsil biçimleri ve öznel bakışlar oluşturduğunun da altını çizer. Bu yaklaşım aynı zamanda, bireyi çıplak gözün uzun zamandan beri yapamadığı bir biçimde yakalayabilen fotoğraf makinesinin rolüne de dikkat çekmektedir.
Gursky “gündelik fenomenleri idealize edilmiş bir yaklaşımla ele aldığını” ve “gerçekliğin özünü üretmekle” ilgilendiğini belirtir. Gursky, sanat kariyerinin başından itibaren, “çalışma”, “boş zaman”, “temsil” ve “sunum” gibi çağdaş temalara odaklandı. Bu kategoriler, Gursky’nin fotoğraflarının “mal üretim ve dağıtımı”, “modern üretim tesisleri”, “uluslararası borsalar”, “konser ve spor karşılaşmaları benzeri büyük eğlence organizasyonları”, “kitle turizmi”, “lüks tüketim mallarının ve süpermarket ürünlerinin tanıtımı” biçiminde sınıflandırılmasını sağladı. 1980’lerin ortalarından itibaren sanatçının konuları arasında limanlar, havaalanları, borsa binalarının iç mekânları -”küresel oyuncuların” fabrikaları- olduğu kadar,uluslararası moda markaları tarafından üretilen fetiş ürünler de yer almaya başladı.
1990’lardan başlayarak Gursky çağdaş yaşamın koşullarıyla ilgilenmeye başladı ve bu yaşam içinde yer alan nesneleri aynı ölçüde çağdaş yöntemler kullanarak görselleştirmenin yollarını buldu. Pazar dinlenmeleri ve yerel turizm gibi eski temalar, yerlerini, devasa sanayi tesislerini, apartmanları, otelleri, iş kulelerini ve depoları betimleyen fotoğraflara bıraktı. Gursky’nin 1990’lar dünyası, uçsuz bucaksız, yüksek teknolojinin hâkim olduğu, hızla değişen, pahalı ve küresel bir dünyadır. Dijital olarak işlenmiş fotoğraflar aracılığıyla çok farklı sahneleri birleştiren Gursky, zaman ve mekândaki farklı birçok anı bir araya getirerek, sanatsal bir biçimde yeniden düzenleyip tek bir resme dönüştürebilir. Gursky özellikle gerçekliğin belirli yönlerini vurgular ya da gerçekliği kendi idealize ettiği biçimiyle kurgular. Çelişkili olarak da, yapıtları, olgulara dayalı kurgulardır: “Gerçeklik ancak birisi onu kurduğunda resmedilebilir.” Soruşturma ve ileri sürme, betimleme ve düşleme tek bir görüntüde birleştirilir. Artık temalarını var olan dünyadan almaz; bir imgeye ilişkin anlayışını gerçekleştirerek kendisi yaratır.
Gursky, resimlerinin her zaman iki açıdan oluştuğunu belirtir: “Çok yakın plandan en küçük ayrıntılarına kadar okunabilirler. Belli bir mesafeden ise megasembollere dönüşürler.” Bir kamerayla panoramik çekim yapar gibi, tek bir bakış açısından çok sayıda poz çeker, izleyicinin nesneleri normalde yoksun kaldığı idealleştirilmiş bir perspektiften görmesine olanak tanır. Sanatçı bu yolla, gerçekte var olmayan bir ulaşılabilirliği ve erişilebilirliği ima eder. Andreas Gursky’nin yapıtlarının alışılmadık popülerliği kısmen bu tür bir erişilebilirliğe dayanmaktadır. Madonna konseri, Tokyo Menkul Kıymetler Michael Schumacher’in pit stop’ı yada Vietnam’daki bir koltuk fabrikası bunların hepsi de yukarıdan çekilerek oluşturulmuş kompozisyonlardır. Fotoğrafı çekilen nesneyle objektif arasındaki mesafe sayesinde fotoğrafı çekilen nesnenin kapsamlı bir görüntüsü sunulur. Gursky, bu etkiyi verebilmek için vinçler, yükseltme rampaları veya helikopterler gibi alışılmadık perspektifler sunan noktalardan çeker fotoğraflarını. Gursky, fotoğraflarına insanları dâhil ettiğinde, bu insanlar minyatür ölçeğinde resmedilirler. Birer birey olarak davranmayan bu figürler, izleyicinin yerine geçerler. Bir otoyol köprüsü altında gezinenler, Fransa Bisiklet Turu seyircileri, gökdelenlerde yaşayanlar, fabrika işçileri, kumsalda denize girenler ya da Bundestag üyeleri, net ve düzenli görünürler. Yineleme ve çeşitleme yoluyla yaratılan dekoratif yapılar olarak, uzaktan bakıldığında grafik bir nitelik kazanırlar ama yakına gelindiğinde, her bir ayrıntı aşırı bir bilgi yüklemesi sağlar.
Denemesinde, Weski, Andreas Gursky’nin dijital tasarımın sağladığı özgürlükle geleneksel fotoğrafçılığın bağlayıcı niteliklerini birleştirdiğine değiniyor. “Sanatçının fotoğraflarındaki dünyanın düzenlenmiş ve ulaşabilir göründüğünü” belirten Weski, “Kendisinden önce Walter Evans’ın yaptığı gibi Andreas Gursky de gelecekte oluşturulan bir imge biçiminde geçmişi açıklayabilecek, gözle görülür olaylar bulmak için çağdaşı olduğu dünyayı tarar… Fotografik imgeye hem ressamlara özgü hem de medyaya ilişkin niteliklerin katılmasından hareketle, sanatçı Andreas Gursky ideal-tipik ve düzenleyici motifleriyle yeni alanlarda yürümektedir” görüşünün altını çiziyor.”Gelecek kalabalıklara aittir” önerisini geliştiren Don DeLillo, Yankee Stadyumu’nu dolduran mahşeri bir kalabalığı betimlerken, Gursky’nin yapıtının ilerigörüşlülüğünü de vurgulamış oluyor: “İşte, Amerikan güneşinin ışığına doğru yürüyerek geliyorlar. İkişer ikişer kız-erkek grupları halinde orta sahanın solundaki parmaklıkların gerisinden çıkıyorlar. Müzik onları düzinelerle, yüzlerle, daha şimdiden sayılamayacak kadar büyük bir kalabalık halinde çimlerin üzerine çekiyor. Dış sahanın dev arkını geçerken o kadar sıkı sıkı bir araya toplanıyorlar ki sanki bir değişim geçirmiş görüntüsü veriyorlar. Bir dizi kenetlenmiş çiftten başlayarak gittikçe büyüyen bir dalga oluşturuyor, boş alanları lacivert ve beyazla dolduruyorlar.” Bu sergi, Haus der Kunst (Münih) ve İstanbul Modern işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Sanatçı, Monika Sprüth Philomene Magers / Köln Münih Londra ve Matthew Marks / New York tarafından temsil edilmektedir.
İstanbul Modern’de Olağan Dışı Bir Bakış – Bu yazı 2007 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 6. sayısından alınmıştır.