Pangaaltı Katolik Mihitaryan Okulu 1946-47
İstanbul, içinde çok çeşitli etnisite ve kültürleri barındırıyor. Ben de zaman zaman Gezgin dergisinde bu zenginliğin yansıması olan bazı kurumları tanıtmaya çalışıyorum. İstanbul’un asırlık okulları denilince aklımıza Galatasaray, Pertevniyal, İstanbul Erkek, Kabataş, Vefa gibi Türk okullarına ilaveten, yabancı ülkelerin kurmuş oldukları kolej ve mektepler gelse de, aslında iki asra yaklaşan çok köklü azınlık okullarımız da halen mevcudiyetlerini sürdürmekteler. Derginin bu sayısında, söz konusu eğitim kurumlarından biri olan ve kökleri 19. yüzyıl başlarına kadar uzanan bir Katolik Ermeni okulunu elverdiğince tanıtmaya çalışacağım. Bu köklü okul hakkında bilgi vermeye başlamadan önce, Ermenilerin dinsel yaşamına ve Katolik mezhebinin bu topluluk içinde yayılımına göz atmakta fayda var.
Yazı ve fotoğraflar: Önder Kaya
Ermeniler’in, 3. yüzyıl sonu ve 4. yüzyıl başlarında Surp Kirkor Lusavoriç (Aydınlatıcı Kirkor) vasıtasıyla Hıristiyanlığa geçtikleri kabul olunur. Ermenistan’da doğan, ancak siyasi bazı meseleler nedeniyle yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalan Aziz Kirkor, Kayseri’ye kaçmak mecburiyetinde kalır. Burada Hıristiyanlıkla tanışarak vaftiz olur. Sonrasında ülkesine dönerek bu yeni inancı yaymaya koyulacaktır. Ermenilerin Hıristiyanlık anlayışının temellerini büyük ölçüde Aziz Kirkor ya da batılıların söyleyiş tarzıyla “Aziz Gregor” attığından dolayı, Ermenilerin mezhebi de ona atfen “Gregoryen” olarak adlandırılır. Gregoryen Ermeniler, önceleri Bizans’ın baskısı ile karşılaşmışlarsa da Türklerin 11. yüzyıldan sonra yaşadıkları bölgeye egemen olması ile nispeten rahatlama imkanına kavuşmuşlardı. Müslüman Türkler, “zimme” anlayışı çerçevesinde Ermenileri vergiye bağlamış ve dinsel yaşayışlarında serbest bırakma yoluna gitmişlerdi. Ancak 11. yüzyıldan sonra Ermeni cemaati açısından bir başka tehlike baş gösterecektir.
Katolik Kilisesi’nin gücünü doğuya yaymak isteyen Papalar, bu yüzyılda çeşitli vesilelerle Ermenileri kendi öğretileri etrafında toplama yoluna gideceklerdir. Bilhassa Haçlı Seferleri sırasında bu teşebbüsler daha da yoğunlaşır. Kilikya’da kurulan ve merkezi Sis olan Ermeni krallığı, çevresini saran Eyyubi (sonradan Memluklar), Selçuklu gibi Müslüman devletlere karşı, batı ile yakınlaşma ihtiyacı hissedecek ve bu devlet, büyük ölçüde doğudaki Latin Haçlılarla ortak hareket etme yoluna gidecektir. Kilikya Ermeni krallarından 2. Leon, bölgedeki hakimiyetini devam ettirebilmek için Alman imparatoruna tâbî olmayı tercih etmiş, bu da bölgedeki Katolik faaliyetlerinin artmasına yol açmıştı. Bu krallık içinde Katolik inancına geçen asilzadeler olduğu bilinmekteyse de halk, söz konusu inanca rağbet etmemiştir. Pangaaltı Anarad Higutyun Ermeni Kilisesi
Katolik mezhebinin Ermeniler arasında yıldızı asıl 17. yüzyıldan itibaren parladı. Bu zamanda Dominiken, Cizvit, Kapusen gibi tarikatlar, doğuya misyon ekipleri göndererek Katolik öğretisini yayma yoluna gittiler. Bu anlamda 1582’de Dominikenler Kafkasya’nın yolunu tutarken, Cizvitler Halep ve İsfahan’a, Kapusenler Halep’e yöneliyorlardı. Katolik inancının Ermeniler arasında yayılması, beraberinde ciddi sorunları da getirmekteydi. Herşeyden önce Gregoryen Ermeni cemaati ciddi biçimde kan kaybetmekteydi. İstanbul patrikleri, Osmanlı yetkililerine başvurarak Katoliklerin misyonerlik faaliyetlerinin önünün alınmasını istemekteydi. Osmanlılar da durumdan hoşnut değillerdi. Zira 1604’de yenilenen Fransız kapitülasyonlarında Osmanlı ülkesinde yaşayan Katoliklerin hamiliği bu ülkeye verilmişti. İlk zamanlar çok önemsenmeyen bu durum, ilerleyen dönemlerde devletin kan kaybetmesiyle ciddi bir sıkıntıya dönüşmeye başladı. Diğer yandan İstanbul’daki Gregoryen Ermeni patrikhanesi işi, mezhep değiştiren kardeşlerinin Ermeni kiliselerine alınmamasına, hatta afaroz edilmesine kadar götürürken, öte yandan Papalık da Katolikleşen Ermenilerin Gregoryen kiliselerine devam etmemelerini istiyor, onları doğrudan Latin Katolik kiliselerine yönlendiriyordu. Bu da cemaat içindeki bölünme ve huzursuzluğu tetikliyordu.
1740’dan itibaren Ermenilerin üç büyük dinsel merkezinden biri olan Sis’in (diğer ikisi Eçmiyadzin ve Van Gölü’ndeki Ahtamar Adası’dır) Katolik piskoposlar tarafından idare edilmeye başlanmasıyla sorunlar had safhaya çıktı. Bunun sonucunda Sis’teki makam Lübnan’a taşındı. Lübnan bölgesi, bünyesinde hatırı sayılır bir Katolik nüfus barındırıyordu. 19. yüzyılda hem Osmanlı devletinin batılı devletler karşısında nüfuz kaybetmesi, hem de ülke içinde Katolik sayısının eğitim, hastane, fakirlere yardım gibi yolları kullanan Avrupalı devletlerin (bilhassa Fransa) katkısıyla hızla artması sonucu, bir “Katolik milleti”nin oluşturulması gündeme geldi. Osmanlı devleti bu yüzyıla kadar gayrimüslim tebayı üç millet etrafında örgütlemekteydi ki bunlar Ortodoks Rum, Gregoryen Ermeni ve Yahudi milletleri şeklinde idi. Bâb-ı Âli 1828’den itibaren artan baskıları önce göğüslemeye çalıştıysa da sultan 2. Mahmut, Rusya’ya karşı bu dönemde kaybedilen savaşın da etkisiyle, 6 Ocak 1830’da yayınladığı bir beratla “Katolik milleti”ni bir cemaat oalrak tanıdığını ilan etti. Bu tarihten sonra Katolik Ermeni cemaati de hızla örgütlenmeye başladı.
Tarihsel süreçte farklı etnik ve dinsel toplulukları içinde barındıran İstanbul’da Katolik Ermenilerin de özellikle kendi mezheplerini sonraki nesillere aktarmak amacıyla anaokulundan lise seviyesine kadar eğitim veren okullar kurduklarını görürürüz. Bu okullar doğal olarak Katolik Ermeni nüfusunu yoğun olarak yaşadığı Şişli (bilhassa Pangaaltı ve Bomonti civarı), Samatya, Beyoğlu gibi semtlerde yoğunlaşmıştı. Halihazırda faaliyetlerini devam ettiren üç okul bulunmaktadır. Bunlar Özel Pangaaltı Ermeni İlköğretim ve Lisesi, Özel Bomonti Katolik Ermeni Okulu, Samatya Anarat Hiğutyun Özel Ermeni İlköğretim Okulu’dur. Her ne kadar kuruluş itibariyle Katolik Ermeni cemaatine hizmet vermek amacı taşısalar da halihazırda bu okullara Gregoryen Ermeni çocukları da kabul edilmektedir. Samatya’daki okul ile aynı adı taşıyan Sakızağacı’ndaki okul ise 1982’de kapanmıştır. Artık yazımıza konu olan okulumuza göz atalım;
Pangaaltı semtinde Halaskargazi mahallesi, Süleyman Nazif sokak üzerinde yer alan okulun tarihi, 19. yy başlarına kadar gider. Okulun temelleri ilk olarak Mikhitaryan Katolikler tarafından 1811’de Kandilli’de açılmıştır. Gelgelelim bu okul faaliyetlerine sonradan Beyoğlu’nda devam etmiş ve 1816’da maddi sıkıntılar nedeniyle kapanmıştır. 1825’de bugünkü İstiklal caddesi üzerinde bulunan Ağa camii civarındaki bir manastır bünyesinde tekrar faaliyetlerine başlayan okulun 60 öğrencisi bulunmaktaydı. Okulun ilk müdürü Per Serovpe Mercanyan olup onun halefi olan Per Vartanes Çalıkyan okula Avrupa müfredat sistemini sokan kişi olarak bilinir. 1839’daki Büyük Beyoğlu yangınında binası yanan okul, bundan sonra farklı mekanlarda eğitim faaliyetlerine devam ettikten sonra, 1866’da Pangaaltı semtine taşınır. Esasen Pangaaltı muhiti, okulun buraya taşındığı günlerde şehrin dışı olarak kabul ediliyor ve büyük ölçüde bakirliğini muhafaza ediyordu. Okul aynı zamanda Katolik Ermeni cemaati açısından cazip bir bölgedeydi. Zira Katolik Ermeni Surp Agop Hastahanesi, Katolik St. Esprit Kilisesi hep bu civardaydı.
Gelgelelim şehir, Taksim civarına gelip dayandığı için daha önce burada bulunan Büyük Mezarlık’ın Feriköy ve Pangaaltı semtlerine taşınmasına karar verilmişti. Dolayısıyla okul şehrin dışında, ancak şehre yakın bir mevkide ve görece gözlerden uzak bir noktada kurulmuştu. Okulun açıldığı yıl, hemen yanı başındaki Anarad Higutyun Katolik Ermeni şapeli de hizmete girdi. Şapel ilk inşa olunduğunda ahşap idi. 1973’de ise yeniden ve kargir oalrak inşa edilerek ibadete açılmıştır. Yapı bugün de pazar ayinleri sırasında gezilebilir. Ayin saati ise 11. Biz yeniden okulun tarihçesine dönecek olursak; okul 1869’da yeni bir ekonomik darboğazın içine girdi. Hatta idareciler, Osmanlı hükümetinden maddi yardım istemek durumunda kaldılar. Sonuçta Islahat Fermanı’nın mimarlarından olan Sadrazam Mehmet Emin Âli Paşa’nın aracılığıyla sultan Abdülmecit okula her ay 20 okka et ve 40 somun ekmek verilmesini emretmiştir. Ancak 93 harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında okul, borçlarından dolayı kapanmış ve ancak altı yıl sonra 1884’de eğitim faaliyetlerine yeniden başlayabilmiştir. 1890’da ise sıklıkla baş gösteren ekonomik sıkıntılara bir tedbir olması amacıyla oldukça geniş olan okul ve manastır arazisi üzerinde dükkanlar yapılmış ve bunlar kiraya verilmiştir. Okulun en büyük avantajlarından birisi Pangaaltı semtinin bu dönemde yıldızı parlayan ve oldukça revaçta bir semt olmasıdır. Okula olan ilgi de yine bu dönemde artar. Zira mektep elde ettiği kira gelirleri ve yapılan bağışlar ile hem binasını yenilemiş hem de müfredatına ticaretle bağlantılı dersler koymuştur. Bu derslerin başında siyasi ve ticari hukuk, proje ve tasarım dersi, Ermenice, Osmanlıca, Almanca, İtalyanca, Fransızca, Latince ve İngilice dersleri gelmekteydi. Okulun dışarıdan görünümü
Pangaaltı Mektebi, sahasına son derece hakim öğretmenleri bünyesinde istihdam etmesi ile de tanınmaktaydı. Bunlardan biri olan ve okulda aritmetik dersleri veren Bedros Andruni, bu okul dışında 20. yüzyıl başlarında Darülmuallimin, Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi), Getronogan, Eseyan, Bezezyan, Şişli Terakki ve Işık Lisesi gibi okullarda da çalışmıştı. Kendisi aynı zamanda 1970’lere kadar Ermeni okullarında okutulmakta olan beş ciltlik bir aritmetik kitabının yazarı idi.
Okul bünyesinden pek çok kıymetli mezun da yetişmişti. 19. yüzyıl ortalarında doğan ve Pangaaltı Mıkhitaryan Okulu’nda eğitim gören Dikran Civelekyan, yaşadığı devrin tanınmış gaztecilerinden olup, Tercüman’ı Efkar gazetesinin müdürlüğünü yapmıştı. Hovsep Vartanyan ya da nam-ı diğer Hovsep Paşa’nın da okulun mezunu olduğu söylenir. Bazı kaynaklar Paşa’nın Pangaaltı okulundan değil de Bezciyan Mektebi’nden mezun olduğunu kaydeder. Vartanyan, Osmanlı ülkesinde “Paşalık” rütbesi ilk alan ilk gayrimüslimlerdendir. Kendisi tıpkı Civelekyan gibi Osmanlı matbuatında önemli roller oynamış, Ermeni harfleri ile Türkçe yayınlanan Mecmua- Havadis dergisini çıkarmıştır. Okulun 1893 mezunlarından Rapael Aptullah, ziraat sahasında eğitim görmek amacıyla Fransa’nın yolunu tutmuştu. Dönüşünde Osmanlı imparatorluğu içinde bir şeker fabrikası kurma konusunda girişimlerde bulunur. Bursa Ziraat Mektebi’nde müderrislik yaptığı bir dönemde ise 650 sayfalık zirai makineler ve bunların kullanımını konu alan bir çalışma kaleme almıştı. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte okul için de farklı bir süreç başladı. Maarif Vekaleti okulu ancak 1924-25 eğitim yılında tanıdı. 1928’de okul bünyesinde bir lise kısmı açıldı. 1927’de halihazırdaki okul, mimar Keğam Kavafyan tarafından projelendirilerek inşa edildi. 1928’de lise, 1932’de ana okulu kısımları açıldı. 1988-89 eğitim öğretim yılına kadar erkek öğrencilere hizmet veren okul, bu tarihetn sonra azalan nüfusun da etkisiyle karma eğitime geçmiştir. 1999’da yasal uygulamalar gereğince ilköğretim ve lise kısımlarını birbirinden ayırmış, her bir kısma ayrı müdür tayin etmiştir. Halihazırda 200’den fazla öğrenciyle eğitim-öğretimine devam etmektedir.
Bu yazı, Gezgin dergisinin 2010 yılının Temmuz sayısında yayımlanmıştır.