Bölgedeki şapellerin karşı çatıdan görünümü (Arkadaki Aya Ponteleymon)
Yazı ve Fotoğraflar: Önder Kaya
İstanbul son derece kozmopolit bir kent. İçinde pek çok farklı kültürden insanı barındırıyor. 1492’de İspanya’dan sürülen Yahudiler ve Araplar, Avusturya ve Rus baskısından kaçan Macar ve Polonyalılar, yakın zamanda 11 Eylül saldırılarında mağdur olan Keldani ve Nasturiler hep soluğu İstanbul’da almışlar.
İstanbul, 2009’un Temmuz ayının hemen başında son derece önemli bir dini lideri ağırladı. Moskova patriği Kirill, bir dizi temasta bulunmak amacıyla Türkiye’ye geldi. Gezinin en önemli nedeni, Moskova patrikliği ile Fener patrikhanesi arasındaki bazı sorunları görüşmek ve buzları eritmekti. Bilindiği üzere son dönemlerde iki kilise, ekümeniklik ve Rusya federasyonuna bağlı bazı kiliselerin idaresi konusunda ciddi anlaşmazlıklar yaşıyor. En son Ukrayna kilisesinin, devlet başkanı Yuşçenko tarafından Fener’e bağlanması teklifi, gerginliği had safhaya çıkardı. Bu ziyaret sırasında Moskova patriği, Fener patriği Barthelemeos ile birlikte patrikhanenin Aya Yorgi kilisesinde ortak ayin yönetti ve karşılıklı iyi niyet mesajları verildi. Patrik Kirill, Diyanet işleri başkanı Ali Bardakoğlu ve başbakan Recep Tayip Erdoğan ile de temasta bulundu. Tüm bu yoğun trafik içinde ise kimsenin ilgisini Karaköy’de bulunan Rus kiliseleri çekmedi. Yaklaşık 150 yıldır varolan ve Karaköy semalarında yükselen bu şirin çatı kiliseler, biri hariç tamamen kaderine terk edilmiş ve unutulmuş vaziyette. Aya Panteleymon adını taşıyan kilise ise bir Rus papaz tarafından çekip çevriliyor. Ancak ilginçtir ki bu kiliseler, Moskova patrikliğine değil, Aynaroz’a dolayısıyla da Fener patrikhanesine bağlı. Bu durumun kökleri, 1917’deki Rus ihtilaline kadar uzanıyor. Şimdi halihazırda ibadete açık olan aya Panteleymon’dan yola çıkarak bu kiliselerin tarihine bir göz atalım.
İstanbul son derece kozmopolit bir kent. İçinde pek çok farklı kültürden insanı barındırıyor. 1492’de İspanya’dan sürülen Yahudiler ve Araplar, Avusturya ve Rus baskısından kaçan Macar ve Polonyalılar, yakın zamanda 11 Eylül saldırılarında mağdur olan Keldani ve Nasturiler hep soluğu İstanbul’da almışlar. Bir kısmı buradan başka diyarlara geçerken, bazıları da bu şehri vatan bellemiş, nesiller boyu burada yaşayagelmiş. İstanbul’un pek bilinmeyen çehrelerinden birini de Ruslar oluşturur. Şehirde köklü izler bırakan Rus, daha doğrusu Beyaz Rus varlığı hakkında da Jak Deleon’un çalışması dışında herhangi bir çalışma yok gibidir.
Karaköy meydanından Tophane istikametine doğru uzanan Mumhane caddesi, Rus kültürü açısından son derece ilginç bir takım yapıları barındırır. Bunlar Rus şapelleridir. Cadde boyunca yürürken beyhude yere sağda solda Rus kilisesi aramayın. Zira bu yapıları görmek için yüksekçe bir yere çıkmanız gerekmekte. Şapeller, çatılara inşa edilmiş vaziyetteler. Ben de bu şapelleri ya da çevre halkının deyimiyle çatı kiliselerini ilk kez bir vesile ile Karaköy’deki eski Vakıflar Genel Müdürlüğü binasına gittiğimde görmüştüm. Binanın arka tarafa bakan pencerelerinden çevreyi incelediğimde tam karşıda bir apartman katının üzerinde Rus mimarisi tarzında, soğan başlıklı bir yapıya tesadüf edince epeyce şaşırmıştım. Dikkatlice bakınca benzer çatı kiliselerinden birkaçına daha tesadüf etmiştim. Sonradan Galata köprüsüne çıkarak bu yapıların yerini tekrar gözüme kestirmiş ve o civara giderek çevredeki esnafın da yardımıyla şapellerden birinin yer aldığı apartmanı bulmuştum. Apartmanın hemen girişinde yer alan küçük bir tabelada “Aya Panteleymon Kilisesi 6. kat” ibaresi okunabilmekteydi. Kilise halen ziyaret edilebiliyor. Bunun için yapmanız gereken şey Manastır han olarak da bilinen yapının en üst katına çıkmak. Merdivenleri çıkarken adeta zaman tüneline girmiş hissine kapılıyorsunuz. Apartman içindeki daireler küçük odacıklar şeklinde düzenlenmiş. Bu odacıklar, muhtemelen İstanbul üzerinden Yunanistan’daki Aynaroz bölgesine ya da Kudüs’e gitmeye niyetlenen hacıların konaklaması için yapılmıştı. En üst kata geldiğinizde önünüzde beliriveren küçük bir merdiven aralığı sizi şapele taşıyacaktır. Zili çaldığınızda karşınıza çıkacak Rus papaz, bir parça Türkçe biliyor. Eğer meramınızı yavaşça ve kısa cümlelerle anlatırsanız şapeli gezme izni almanız son derece yüksek bir ihtimal. 150 yıllık bir maziye sahip olan ibadethanenin hemen sağında küçük bir toplantı salonu göze çarpıyor. Muhtemelen burası cemaatin özel günlerde ya da başka vesilelerle oturup sohbet ettiği bir toplantı salonu olsa gerek. Zira odada bir uzun masa ve etrafında sandalyeler var.
Mabedin kapısı açılınca, aslında halk arasında “kilise” adı ile bilinen yapının küçük ama son derece sevimli bir şapel olduğunu fark ediyorsunuz. Kapının karşısına düşen kısım, pencerelerle kaplı olduğundan içerisi gayet kuvvetli ışık alıyor. Pencerelere eklemlenen renkli camlar, ortamı daha da hoş kılıyor. Ayrıca yapının tam ortasında yer alan kubbenin altına denk gelen kısım da pencerelerle çevrili olduğundan, gün ışığı şapele gayet güzel bir biçimde dağılıyor. Yine kubbenin altına denk düşen bu kısma baktığınızda gözünüze hemen Hz. İsa’nın yüz şeklinin geçtiğine inanılan “Kutsal Mendillon” ikonu ilişiveriyor. Şapelin içi gayet renkli. Ortodoks dünyasının kutsal azizleri değişik boyama teknikleri ile duvarlara işlenmiş. Pencerelerden baktığınızda çatılarda yer alan diğer şapelleri de görmeniz mümkün. Mesela bir diğer Rus şapeli olan ve bugün ibadet amaçlı kullanılmayan Profil İlia’yı şapelin yan tarafına düşen pencerelerden görebilirsiniz. Şapelin deniz tarafına denk düşen kısımda ise Aya Andrea bulunmakta. Bu şapelin bulunduğu han da Aya Andrea adını taşıyor ki, muhtemelen burası da aynı zamanda Rus hacılara konaklama hizmeti sunan bir kompleksti. Seyrettiğiniz manzara karşısında İstanbul’un içinde daha ne sürprizler barındırdığını düşünmeden edemiyorsunuz.
Karaköy’de Rus Kiliseleri Aya Ponteleymmon iç mekan.
Mumhane sokağında, bu saydıklarımın yanında bir kısmı neredeyse tamamen ortadan kalkmış bir kısmı ise metruk halde birkaç Rus şapelinin de varolduğunu hemen söyleyeyim. Bunların neredeyse tamamı 19. yy’ın ikinci yarısında inşa olunmuş. Söz konusu dönem, son derece ilgi çekicidir. Zira bu devirde büyük bir dünya gücü olmayı hedefleyen Rus çarları, Panslavizm politikası izleyerek, Balkanlar ve Ortodoks dünyasının diğer önemli beldelerinde daha etkin bir politika takip etme yoluna gitmişlerdir. Ortodoks dünyasının Osmanlı egemenliği altında olmayan tek kilisesi konumundaki Moskova patrikliği, Rus çarlarının siyasi çıkarları kapsamında, bölgedeki etkinliğini en üst düzeye çıkarmıştır. Rusya, bu dönemde hem Kudüs’te hem de Ortodoks dünyasının en önemli manastır merkezlerinden biri olan Yunanistan’daki Aynaroz yarımadasında nüfuz elde etmek için bir dizi girişimde bulunmuştur. Hatta bu çerçevede Osmanlılarla Ruslar arasında çıkan ve sonradan İngiltere, Fransa, Piyomonte devletlerinin de müdahil olmasıyla Rusya’nın aleyhine gelişen Kırım savaşının çıkış nedeni de Rusya’nın, Kudüs’te Hıristiyanlarca kutsal bir takım makamların idaresinin kendisine devri konusunda Osmanlı devletini sıkıştırmasıdır.
İşte böylesi bir ortamda Rusya, Kudüs’e giden ya da Aynaroz’u ziyaret eden hacılarının konaklaması için bölgede bir dizi yapı inşa ettirmiştir. Bu yapılar apartman şeklinde olup ihtimaldir ki dairelerde Rus din adamları ve yurttaşlarının konaklaması, çatıda yer alan kiliselerde de ayinlerin icra edilmesi hedeflenmiş olmalıdır. Kiliselerin inşa edildiği yapılar bugün “Manastır Han”, “Aya Andrea Han” ya da “Nimet Han” gibi isimlerle adlandırılmaktadır. Bu isimlendirmede belki de bir dönem yapıların iş hanı olarak kullanılması etkili olmuştur. Bu dinsel merkezli yapılarda apartman şeklinin tercih edilmesinde ise, muhtemelen bölgenin eskiden beri önemli bir liman yeri olmasından dolayı konut fiyatlarının pahalı ve inşaat alanlarının da az olması etkili olmuştur.
Bölgede bu şekilde inşa olunan bina ve şapel sayısı zaman içinde ve ihtiyaçla orantılı olarak artmıştır. Benim ziyaret ettiğim ve halen dinsel ayinin icra edildiği tek şapel olan Manastır han içindeki Aya Panteleymon dışında, Apostolos (veya Aya) Andreas, Profil İlia, Ayia Zoni, Ayios Nikolaos ve Ayios Hrisostomos adlı başka şapellerde inşa olunmuştur. Bu yapılar muhtemelen topluca bir kiliseler grubu teşkil ediyorlardı. Böylece Moskova patrikliği, hem kendisine en yakın cemaat olan Ortodoks Rumların yaşadığı Karaköy’de etkinlik gösterebiliyor hem de mensuplarının, kendi idaresi altındaki şapellerde dinsel vecibelerini yerine getirmelerini temin ederek güç ve nüfuzunu sergileyebiliyordu. İstanbul’da en yoğun Ortodoks Rum kilisesine sahip olan bu mekanda, bunca Ortodoks Rus şapelinin varlığı düşündürücüdür.
Peki şapellerin ilerleyen yıllardaki akıbeti ne oldu? Aslında Rus çarlığının sonu ile şapellerin kaderi aynı çizgide birleşiyor. Zira Rusya’da Bolşevik ihtilali gerçekleştikten kısa bir süre sonra yeni rejim buralara yapılan yardımı kesmiştir. Ancak şapeller ve apartman daireleri 1920’lerden itibaren Bolşeviklerin önünden kaçan Beyaz Rusların İstanbul’a göçleri ile yeniden canlanmışlardır. Bu devrede şapeller, Fener patrikhanesinin kontrolündeki Aynaroz bölgesine bağlanmıştır ki bugün de söz konusu statü devam etmektedir. Dolayısıyla eski Sovyet cumhuriyetlerindeki bazı kiliseler konusunda Moskova ve Fener patriklikleri arasında amansız bir mücadele yaşanırken, İstanbul’da gözlerden ırak ve unutulmaya yüz tutmuş Rus şapelleri, Fener patrikhanesine bağlı bir vaziyette kalmaya devam ediyor.
Bugün Aya Panteleymon İstanbul’un çok kültürlü mozayiğinin ayakta kalma mücadelesi veren en güzide yapılarından biri konumunda. Yarın çok geç olmadan siz de bu şirin şapeli ziyaret edin.
Karaköy Semalarında Rus Kiliseleri – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Elül sayısında yayımlanmıştır.