Yanardağlar Püskürdü, Rüzgar Üfledi, Su Şekil Verdi / Peri Bacaları
Yazı: Kenan Zenginsoy – Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
Yüzlerce yıl önce yaşamış insanların oluşturduğu uygarlıklardan kalan izler, volkanik dağlardan püsküren lavların oluşturduğu konilerle birleşince ortaya eşiz bir güzellik çıkıyor: Peribacaları. Bu güzelliğin jeolojik tarihi 60 milyon yıl öncesine kadar dayanıyor. Bugün bile peribacaları yağmur ve rüzgarın etkisiyle şekillenmeye devam ediyor. Evet 60 milyon yıl önce Toroslar yükseliyor ve kuzeydeki Anadolu platosunun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçiyor. Erciyes ve Hasandağı ile ikisinin arasında kalan Göllüdağ lavlar püskürtüyor. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturuyor ve bu tabakanın üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakası ile örtülüyor. Bazalt çatlayıp parçalara ayrılıyor ve bir taraftan çatlaklardan giren yağmur suyu, diğer yanda rüzgarın da etkisiyle sert bazalttan şapkaları olan koniler oluşuyor. Bazalt tabakası olmayan tüf tabakaları ise erozyonla vadilere dönüştü, ilginç şekilli kanyonlar ortaya çıktı. Derken insan eli de kayalara oyulan evlerden başlayarak büyük ve güvenli yer altı şehirleri inşaa etti bu bölgede.
Bir tarafında tabiat diğer tarafında tarih olan bu güzelliğin adı Kapadokya, aslı ile söylersek “Katpatukya.” Nevşehir, Niğde ve Aksaray’ın çevrelediği bölgede kalan Kapadokya’ya bu adı Persler vermiş. Adı Kapadokya olmadan önce burası “Güzel Atlar Ülkesi” olarak anılıyormuş. Çünkü M.Ö. 8’inci yüzyılda Frigler burada at yetiştiriyorlarmış. Böylece bölge tarihinin Perslerden önce Hitit ve Frigya’lıları da içine aldığını hemen söyleyelim.” Perslerin ardından bir ara bağımsız krallıkla yönetilen bölge, sonrasında sırasıyla Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış.
Bugün “Kayalık Kapadokya” diye adlandırılan bölge Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibaret.
Bölgeyi dolaşmaya Nevşehir, Göreme ve Ürgüp’e eşit uzaklıkta bulunan Uçhisar’dan başlıyoruz. Şehir merkezine 10 km. uzaklıktaki Uçhisar, Ortahisar’la birlikte bölgenin doğal kalesi görünümünde ki adı da bu benzetmeden geliyor. Yoksa bunlar inşaa edilmiş kaleler değil, dev taş kütleleri. Uçhisar’ın kale olarak kullanımı Hititler dönemine uzanıyor. Bizanslılar ise bu doğal kaleyi Arap akınlarından korunmak için kullanmışlar.
Uçhisar’ın tepesine doğru çıkıyoruz. Aşağıda kilometrelerce karelik alana yayılmış görüntü muhteşem. Rehberimiz kış aylarında buzlanmadan ötürü dikkatli olunması gerektiğini tavsiye ediyor.
Uçhisar eskiden kaya oyma evlerle doluymuş sonrasında bu doğal evler yerleşime kapatılmış. Bu evler on dokuzuncu yüzyılda yamaçlara ya kayalardan ya da kesme taştan inşa edilmişler. Bölgenin tek mimari malzemesi taş. Bölgenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra çok rahat işlenebiliyor ve hava ile temas eder etmez çok dayanıklı bir yapı malzemesine dönüşebiliyormuş. Kullanılan bu malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almış.
Nevşehir-Ürgüp karayolundan Uçhisar’a üç yol ayrımı var. Bunlardan Ürgüp’e yakın olanını (üçüncüsünü) tercih ediyoruz. Sağ tarafımızda bir vadi görüyoruz. Güvercinlik Vadisi olarak da isimlendirilen vadide kayalara oyulmuş güvercin yuvaları hemen dikkatimizi çekiyor. Tarihleri 18’inci yüzyıla kadar dayanıyor. Bunları sakın basit oyuklar olarak düşünmeyin; güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından İslam resim sanatını örnekleri arasında gösterilen zengin bezemeler, kitabeler ile süslenmiş. Vadideki bir diğer yapı ise kayalardan inşaa edilmiş kiliseler ama ziyarete açık değiller.
Bu yörenin meşhur elma çayını içip Uçhisar’dan Göreme’ye doğru devam ediyoruz. 2,5 km’lik yolun tam ortasında duruyor ve bağ arasından ikiyüz metre kadar yürüyoruz. Uzundere ile Avcılar vadisini kuşbakışı gören güzel bir seyir noktasına ulaştık. Fazla vaktiniz varsa vadinin içlerine bir yürüyüş yapmanızı tavsiye ederiz. Göreme, peribacalarının içinde yerleşimin sürdüğü 2 bin nüfuslu bir kasaba. Evet yanlış okumadınız burada peribacaları ile bütünleşmiş bir hayat var. Göreme Açık Hava Müzesi’ne girmeden kasabanın içinde görmemiz gereken yerler var. Kasabanın içindeki Orta Mahalle Kilisesi bunlardan biri. Bu çevrede oldukça fazla sayıda tarihi kilise var. Bazılarının tavan resimleri hala belirgin. Peribacalarının arasından bir boğazı geçip açık alana çıktığımızda yazın kuru olan sel yatağından yürüyüp çatalda sola dönüyoruz. Rehberimiz sağa dönersek Görkün deresi ve vadisinde koni biçimindeki dikitleri toplu olarak görebileceğimizi söylüyor. El Nazar vadisindeki El Nazar Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Kilise 10’uncu yüzyıl sonlarına tarihlenmekte. Çadırı andıran bir koni içine oyulmuş bu yapının bir kısmı yıkılmış. Tavandaki resimler hala belirgin.
Vadide El Nazar ile Göreme arasında Saklı Kilise bulunuyor. Patikadan tırmanılan platodan sağda kalan vadiye inildiğinde görülen kilisenin girişi 500 yıl kadar öncesi bir toprak kayması nedeniyle kapanmış. 1957 yılında bulunduğu için Saklı Kilise adı verilmiş. Duvarlardaki resimler sıva üzerine değil kayalar üzerine yapılmış ve boyamada fırça yerine bez parcaları kullanılmış. Göreme Açık Hava Müzesi girişinin yakınındaki Meryem Ana Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Kılıçlar Kilisesi’nin güneyindeki dik yamaçta yer alıyor. Müze alanına girdiğimizde bizi küçüklu büyüklü çok sayıda kilise karşılıyor. Keşiş yemekhaneleri, mezar odaları, kiler ve mahzenler…Müze her gün 08.00-17.00 arası açık. Müze alanındaki manastırlarda 7’inci yüzyıldan 12’inci yuzyıla kadar kilise mimarisini izlemenin mümkün olduğunu söylüyor rehberimiz. Bu kiliseler düz tavanlı, beşik tonozlu, tek veya üç apsisli, merkezi haç planlı mimariye göre yapılmış. Fresklerinde yani sıva üstüne yapılmış resimlerinde ikonoloşma çağı ve yerel üslupları yansıtıldığını öğreniyoruz.
Müze alanında girişte hemen karşımıza çıkan yüksek kayaya Kızlar Manastırı deniliyormuş. Burası bölgenin en çok ziyaretçi akınına uğrayan yeriymiş. Bu manastır dört kat halinde oyulmuş. Eve yanlış okumadınız, tıpkı guneydeki uçurumun kıyısındaki Elmalı Kilise gibi bu yapılar kayalara oyulmuş.
Göreme vadisi kaya oyma kilislerinin yanında doğal görünümüyle de etkileyici bir manzara sunuyor. Sırtlara doğru çıkıp Kılıçlar Vadisi ve Aktepe’yi seyre dalıyoruz.
Kızılçukur Vadisi Göreme’den Çavuşin’e kadar olan alan gercekten muhteşem manzaralarla dolu. Çavuşin köyünün içinden geçen toprak yol bizi Gülludere ve Kızılçukur’a götürürüyor. Çavuşin köyunde caminin yanından dönen toprak yolu izleyerek yarım saatlik bir yürüyüş yapıyoruz. Aracınızla vadilerin belirli bir kesimine kadar gidebilirsiniz ama biz fırsat buldukca yurüyun diyelim. Güllüdere bir sel yatağı imiş. Zamanında inzivaya çekilen keşişler in yeriymiş burası. Kayalarin içlerine oyulmuş inziva hücreleri içimdeki münzeviyi çağırıyor… İlk Hıristiyanların yerleştiği düşünülen Güllüdere ve Kızılçukur’da farklı biçimde oluşmuş kaya kütlelerine oyulmuş 12 tane kilise var.Kızılçukur özellikle akşam üzerleri, günbatımına yakın eşsiz manzaralar sunuyor. Manzaralar çünkü her dakika renkler değişiyor. Derin, kıvrımlı ve yamaçları kırmızı vadi akşam güneşinin boyasına tuval oluyor.
Kapadokya’nin bir tarafında inanılmaz güzel bir tabiat diğer tarafında derin ve muhteşem bir tarih var. 100.000 kişinin barındığı söylenen havalandırma sistemine sahip yeraltı şehirlerinden, uçurumlara oyulmuş ibadethanelere, içinde Türkiye’nin limonlarının saklandığı kaya içi doğal soğuk hava depolarından, binlerce renkli günbatımlarına kadar Kapadokya ülkemizin bir çevre ve tarih hazinesi.
Perilerin Bacaları ve Kapadokya – Yazı: Kenan Zenginsoy – Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı