Yazı: Sezen Seyfullah – Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
Üsküp Yıldırım Han Diyarı Bize Ataların Yadigârı
Üsküp….Yıldırım Han diyarı, bize ataların yadigârı, Üsküp Şar Dağı’n da devamıydı Bursa’nın, Osmanlı’nın başkentlerinden, Yiğit Paşa’nın fethettiği, Evliya Çelebi’nin karış karış keşfettiği, Yahya Kemal Beyatlı’nın doğup ta bedenen terkettiği ama ruhen asla ayrılmadığı kaybolan şehir Üsküp…. Üsküp hala bir Osmanlı şehri, hala Osmanlı kokuyor. Havasında asilliğin abidesini taşıyor yüzyıllardır. Bu asalet ona camisiyle, hamamıyla, tekkesiyle buram buram Osmanlı kokmasının, bu havayı yaşatmasının sebeplerini ele veriyor. Ibn-i Kemal XVI. yüzyılda: “Üsküp cennet bahçesinin kopyasıdır” demiştir. Bununla da kalmayarak Üsküp’ün Rumeli’deki Bursa olduğunu da dile getirmiştir. Osmanlı’nın asaletini temsil eden Üsküp şehrinin Osmanlı eserleri genellikle XV ve XVI. yüzyılda inşa edilmiştir. Osmanlı Üsküp’te tamı tamına 520 yıl geçirmiştir. Üsküp’te olduğu gibi Rumeli’de ve en önemlisi Balkanlarda, bal kanına sahip olanların diyarında geçirilmiş 520 yıl. Üsküp’te Osmanlıyı halihazırda temsil eden izlerin yanı sıra, silinmiş izlere rastlamak ta mümkün. Üsküp de aslında doğuyla batıyı bağlayan İstanbul gibi, Diyarbakır gibi, Kudüs gibi sentez bir şehir. Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti Üsküp daha ilk fethedildiği tarihlerden itibaren Osmanlı Türk soyundan gelen aristokratların yaşadığı önemli şehirlerden biriydi. Bugün Avrupa’yı Yakın, Orta ve Uzak Doğu’ya bağlayan bir şehir olma özelliğini taşıyor. Dört tarafı dağlarla sarılı Balkanların göbeğinde kurulmuş bir şehir.
Üsküp’ü fetheden ilk Osmanlı beyi Yiğit Paşa’dır. Yiğit Paşa Üsküp’ü 1392 yılında fethetmiştir. Yiğit Paşa 1414 yılına kadar toplamda 22 yıl yönetimde kalmıştır. Ardından Üsküp’ün yönetimini ele alan isim Yiğit Paşa’nın oğlu İshak Bey’dir. İshak Bey Üsküp’ü 1414 yılından 1439 yılına kadar yönetiyor. İshak Bey’in ardından Üsküp’ün vilayet komutanlığına oğlu İsa Bey gelmiştir. İsa Bey’in de 1463 yılına kadar bu görevde kaldığını kaynaklardan öğreniyoruz. Üsküp, fethedildiği 1392 yılından 1912 yılına kadar Osmanlı’nın hakimiyetinde bir şehir olmuştur. İlk fethedildiği an itibariyle Türk kültürünün maddi ve manevi unsurları Üsküp şehrine geçmeye başlıyor. Türk mimarisine özgü evler inşa ediliyor, Türk mimarisinin vazgeçilmezlerinden olan mahalle yaşama şekli, çarşı, çarşı içinde zanaatkârların zanaat gördükleri, işlerini icra ettikleri dükkânlar kuruluyor. Zanaatçılarla çarşı esnafının ibadetlerini aksatmamak için camiiler, tekkeler, mescitler inşa ediliyor. Üsküp Çarşısı’na yerli ve yabancı tüccarlar ilgi gösterip Üsküp’e geldikleri için onların konaklamaları maksadıyla kervansaray hanları inşa ediliyor. 1555 ve 1963 yıllarında gerçekleşen, Üsküp tarihinde önemli yeri olan iki ayrı deprem, 1689 ve 1908 yılındaki büyük yangınlar, XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki büyük sellerden dolayı birçok eser yerle bir olmuştur. Deprem ve sel gibi doğal afetlere rağmen birçok eser de ayakta kalmayı başarabilmiştir. Ayrıca birçok Osmanlı eseri yeni şehir planlamaları kıyımına uğrayarak yıktırılmıştır. Üsküp, İstanbul, Diyarbakır ve Kudüs gibi birden fazla dine mensup olan insanların yaşadığı ve bundan dolayı birden fazla dine ait mabedlerin yer aldığı bir şehir. Aynı duruma etnik halk kökenlilikte de rastlıyoruz. Üsküp’te bugün Türk, Makedon, Arnavut, Boşnak, Rom, Torbeş, Sırp, Ulah, Yunan etnik kökenden halklar yaşıyor. Üsküp Makedonya’nın hem başkenti hem en büyük hem de en kalabalık şehridir. Osmanlı beş yüzyıl boyunca dini türden bu yapıtları inşa etmiştir: camii, mescit, imaret, medrese, türbe ve tekkeler. Dini olmayan yapılar: kervansaray hanları, çarşılar, hamamlar, su kanalları, kamusal çeşmeler, köprüler v.s. Bugün gerçek anlamda hizmete girmiş ibadete açık olan yapı olarak camileri sayabiliriz. Çarşı içindeki Bedesten, Hanlardan Sulu Han, Kapan Han, Kurşunlu Han, Davut Paşa Hamamı, Postahane ve Vilayet Konağı bugün asıl amaçlarından farklı hizmetle kullanılıyorlar. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre onun döneminde 120 camii varmış. Bugün Cuma namazı ibadetine açık 45 camii, diğer beş namaz vakti ibadetine açık sadece 21 camii bulunuyor.
Camiler genelde taş ve tuğladan yapılmıştır. Üsküp’e has bir özellik te camiyi yaptıranın adının mahalleye verilmesiymiş. Örneğin, Yahya Paşa Camisi ve Yahya Paşa mahallesi. Üsküp’te Osmanlı’dan kaybolmaya yüz tutan izler ise bugün ayakta kalamayan ve kullanıma elverişli olmayan camiler ve türbeleri olarak varlık mücadelesi vermeye devam ediyor. Kullanıma elverişli olmayan camiler arasında öncelikle Arasta Camisi’nden bahsedebiliriz. Halihazırda Üsküp Türk Çarşısı’nın içinde Bedesten ile Kurşunlu Han arasında bir yıkıntı harabesi olarak duruyor. Camiinin Yiğit Paşa ile ilgisine 1699 yılına ait Üsküp Sicil’inde rastlıyoruz. Üsküp’te inşa edilen en eski camilerden biri sayılır. Kaynaklarda Arasta kelimesinin Farsça’dan eldiğini ve “kapalı” ya da “kapalı çarşı” manasına geldiğini öğreniyoruz. Bunların arasında daha birkaç yıl önceye kadar Hatuncuklar Camii ile Dükkancık Camisi’ni sayabilirdik ama son birkaç yıl içinde yeniden inşa edildiler ve hizmete açıldılar. Hatuncuklar Camii Yahya Paşa Camii ile Rufaî tekkesi arasında yer alıyor. Hacı Balaban Camisi’ne yakın inşa edilmiştir. 1963 depreminde büyük zarar gören caminin giriş kapısındaki yazısı hasara uğradığı için ne zaman inşa edildiği bilinmiyor. Mevlana Musliddin-Abdül Gani ya da diğer adıyla müezzin Almadini Hoca tarafından yaptırılmıştır. Dükkancık mahallesinde bulunur. Yiğit Paşa Camisi ise Üsküp’ün en eski camisiymiş. Üsküp Fatih’i Yiğit Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1452-1455 yıllarına ait 12 numaralı defterde vakfın adına giden ve Yiğit Paşa tarafından yaptırılan yapılar mevcut. Camii 1943 yılındaki İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanlar sonucu zarar görmüş. Camii avlusunda 1963 depremine kadar Yiğit Paşa ile yine Üsküp fatihlerinden Meddah Baba’nın mezarları bulunuyordu. Yiğit Paşa Camisi’nin avlusunda bulunan mezarın üzerinde türbe de vardı. Bugün o türbeden geriye eser kalmamıştır.
Hem büyüklüğü, hem de inşa edildiği yer bakımından ayakta olmamasına rağmen Burmalı Camii tarihin önemli camilerindendir. Vardar nehrinin sağ tarafında yer alan camilerden birisiymiş. Burmalı Camii o zamanlar buünkü Üsküp Şehir Meydanı’nda yer alıyordu. Vardar nehri Üsküp’ü ikiye ayırdığı gibi yaşayış bakımından da Müslüman ve Hıristiyan halkı ayırıyor. Bugün Vardar nehrinin sol tarafında yaşayanları çoğunlukla Müslümanlar temsil ederken, sağ tarafında da çoğunlukla Hıristiyan kesim yaşıyor. Vardar’ın sağ tarafında bugün hiçbir camii bulunmamasına karşılık, Müslüman kesimin yaşadığı Vardar nehrinin sol tarafında ibadete açık ve kapalı kiliseler bulunuyor. Burmalı Camisi’nin o zamanlarda Vardar nehrinin sağ tarafında inşa edilmiş olması önemli bir özelliktir. Burmalı Camii dış güzelliğe sahip ender camilerdenmiş. Burmalı Camisi’nin avlusundaki türbede Huma Şah Sultan’ın kabri yer alıyordu. Burmalı Camii XV yüzyılda inşa edilmiştir. Burmalı Camii 1925 yılında şehir planlamasına göre yerine Subay Evi inşa edilmek üzere yıktırılmıştır. Burmalı Camii 1495 yılında Mehmed Bey tarafından yaptırılmıştır. Üsküp’ün tarihinde önemli camilerden biri de Kazancılar Camisi’dir. Üsküp Türk Çarşısı’nda Kurşunlu Han yakınlarında bulunuyormuş. Önceden Kazancılar Camisi’nin kurşundan yapıldığı tahmin ediliyor. Caminin bir özelliği de minaresinin müstakil değil de caminin kubbesinden çıkmasıymış. Minarenin daha 1555 depreminde büyük zarar gördüğü tahmin ediliyor. Cami 1950 yılında onarım yapıldıktan sonra 1963 depreminde yıkılmıştır. İnşa edildiği tarih belli değildir çünkü giriş kapısındaki yazı sağlam kalamamıştır. Dükkancık Camisi Vakıfnamesi’ne göre Muslihiddin Abdul Gani ya da ünvanı olan Müezzin Hoca tarafından yaptırılmıştır. Vakıfname belgesi 1550 yılına ait. Camii o zamanki kayıtlara göre Tanrıvermiş mahallesinde Bakırcılar Camisi’in yakınlarında bulunuyormuş.
Kazancılar Camisi de Bakırcılar Camisi olarak tanınıyormuş. Kazancılar adını ne zaman aldığı bilinmiyor. Kazancılar Camisi’nin XV yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Bu ve buna benzer camiiler; izleri silinmiş, tarihe çok az tanıklık gösteren camiilerdir. Ancak henüz yaşayan ve yaşatılan izler de var. Bunlardan ilk olarak Sultan Murat Camisi’ni sayabiliriz. Camii 1436 yılında inşa edilmiştir. Üsküp’te inşa edilen en eski camiilerden biri sayılır. Camii yanında eskiden medrese ve imaret de inşa edilmiş. Camii bahçesinde bugün iki türbeden başka birşey korunmamıştır. Bunlar Beyhan Sultan ile Dağıstanlı Ali Paşa’nın aile mezarlığı. Sultan Murat Camisi bahçesinin kuzeyinde camii bütünlüğünü oluşturan Saat Kulesi bulunuyor. Eskiden Sultan Murat Camisi Hünkâr Camisi yani Sultan Camisi manasına gelen isimle tanınıyormuş. Aynı zamanda Camiatik (Eski Camii) ve Üsküp halkı tarafından Saat Camisi olarak biliniyormuş. Sultan Murat Camisi 1537/38 yılında yanmış, 1539-1542 yılları arasında temelleri onarılmıştır. Camiinin onarımı ise 1711/12 yılında gerçekleşmiştir. Sultan Murat Camisi’nin en son onarımı 1911 yılında Sultan Reşad tarafından yapılmıştır. Medreseden geriye kalanlar caminin güney tarafında yer alıyor. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Sultan Murat Han medresesinden Üsküp’ün en dikkat çeken medresesi olarak bahsediyor. 1537/38 yangınında zarar gören medrese, 1555 depremiyle 1689 yangınında harebeye dönüyor. 1884 Üsküp doğumlu Yahya Kemal Anılar’ında medreseden bahsediyor. O, 1889 yılında Yeni Mekteb diye adlandırılan bu medresenin öğrencisi oluyor. Bu medresenin 500 yıllık bir vakıf olduğunu da dile getiriyor. Okulun 1932 yılına kadar eğitim verdiğini de kaydediyor. Buna da 30 yıl sonra gerçekleştirdiği Üsküp ziyaretinde şahit olduğunu söylüyor.
Saat Kulesi’nin inşa tarihi kesin bilinmemesine rağmen 1566-73 yılları arasında bölgede inşa edilen ilk ve tek saat kulesidir. Saati seven bir millet olmalarına rağmen Türklerin Osmanlı’nın sahip olduğu topraklarda inşa ettiği tek saat kulesidir. Saat Kulesi üç bölümden oluşuyor. Alt bölümü taştan ve kare şeklinde yapılmıştır. Orta bölüm sekizgen şeklinde yarısı taştan yarısı tuğladan yapılmıştır. Üst tarafında demir tırabzanlar var ve bu son iki katın tepesi girişli çıkışlı bir kubbeyle son buluyor. Orta ile üst kısmın bağlandığı yerde dört dairesel çukur şeklinde oyuklar vardır. Eskiden burada dört ayrı saat yer alıyormuş. Günün belli saatlerinde de saat çan yada zil sesine benzer bir ses çıkarıyormuş. Bu saatler alafranga ve alaturka saatlerini dört ayrı ana yönü gösterecek şekilde yerleştirilmişti. Civarda yaşayan halkın anlattığına göre 1963 depreminde zarar gören saatler tamir edilmek üzere indirilmiş fakat bir daha yerlerine koyulmamıştır. Nerde oldukları konusunda da hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Saat Kulesi bugün bile hala sahip olduğu halini XIX yüzyıl sonu ilâ XX yüzyıl başında Kosova Valisi Hafız Mehmed Paşa zamanında almıştır. 1963 depreminden sonra Saat Kulesi onarımdan geçerek ayakta kalmayı başarmıştır.
Alaca Camisi Üsküp’ün en eski camilerindendir. Tarihi ve mimari açıdan önemli bir yapıdır. Bit Pazarı’nın bitişiğinde inşa edilmiştir. XV yüzyılın ilk yarısında İshak Bey tarafından yaptırılmıştır. İshak Bey Sultan II Murat zamanında yaşamış ve Osmanlı adına çalışmıştır. Alaca Camisi’nde imaret ve medrese de vardır. İshak Bey Vakıfnamesi’nde Alaca Camii imaret olarak geçiyor. Bu camii imaret tipi camilerdendir. İmaretler dini hizmet vermeyen camii türü demektir. Alaca Camisi’nin yanında yine İshak Bey tarafından inşa edilen camii medresesi Osmanlı döneminde Rumeli’nin en ünlü medreselerinin başında yer alıyormuş. Evliya Çelebi seyyahatnamesinde bu medreseyi Üsküp’ün en tanıdık medreselerinden biri olarak anıyor. Aynı zamanda Yugoslavya döneminde bölgede kurulan ilk medrese özelliğini de taşıyor. Bu medresede ünlü Osmanlı bilim adamları ders vermiştir. Bugün Vakıf haline getirilmiş kitaplardan oluşan bir de kütüphanesi bulunuyor. Ayrıca yine Vakıfname’den caminin içinde imaret mutfağının olduğunu da öğreniyoruz. 1963 depreminden sonra Camii yapısı yeni şehir planıyla kendini ünlü Nikola Karev Bulvarı ile Çvetan Dimov caddesi arasında buldu. Ayrıca bugün camii etrafında evler ve binalar inşa edilmiştir. Alaca Camisi’nin etrafı eskiden Büyük Evler ve İshakiye Evleri olarak tanınıyormuş. Çünkü eskiden burada konaklar bulunuyormuş. Mahalle de Beyler mahallesi olarak biliniyormuş. Alaca Camii eskiden Eski Camii (Cami-i Atik) olarak tanınıyormuş. Daha sonra Büyük Camii adını almıştır. Aynı zamanda İshakiye Camisi adını almıştır. Ne zamandan itibaren Alaca Camisi adıyla anıldığını da bilmiyoruz. Evliya Çelebi camiden bahsederken Alaca olarak söz ediyor. Minaresi 30 metre yüksekliğindedir. Camii bahçesinde şadırvan bulunmaktadır.
Murat Paşa Camisi Eski Türk Çarşısı’nın içinde yer alıyor. Caminin karşısında Çifte Hamam bulunuyor. Murat Paşa Camisi’nin basit bir mimarisi vardır. Barok stilinde inşa edilmiştir. Camii büyük ihtimalle 1689 yılında zarar görmüş, 1802 yılında tekrar inşa edilmiştir.
Gazi İsa Bey Camiisi Sultan Murat Camisi’nin kuzeyinde Bit Pazarı yakınlarında yer alıyor. Makedonya’daki en değerli İslâmi yapılardan biri olarak kabul edilir. XV. yüzyılın ikinci yarısında İsa Bey’in ölümünden sonra isteği üzerine inşa edilmiştir. İsa Bey İshak Bey’in oğlu, Yiğit Paşa’nın da torunu ve Üsküp’ün sırasıyla üçüncü serhat muhafızıdır. Seyyah Evliya Çelebi İsa Bey Camisi’nin çok güzel olduğunu kaydediyor. İsa Bey Medresesi’ni de en tanınmışlardan biri olarak adlandırıyor. 1475/76 yılında inşa edildiğini giriş kapısı üstündeki yazıdan anlıyoruz. İsa Bey Camii iki kubbeli bir camiidir. Girişi mermerden yapılmıştır, kapıdaki tahta kanatlar ise ilginç bir mimaridir ve Fatih döneminin mimari tarzıdır. Sağ kanat tabelasındaki yazı şudur: ‘(Allahım) Akla gelmez iyiliklerin kaynağısın.’ Sol kanat tabelasında ise: ‘Korktuğumuz şeylerden bizi koru.’ yazıyor. İç mimari ise plastik dekorasyonla süslenmiştir. Kubbe altı köşelerinde süslemeler yer almaktadır. Renk dekorasyonu ise daha yeni döneme aittir. Deprem sonrası mihrap ve minber tamamiyle değişmiştir. Mahvil ise yenidir. Caminin sağ tarafında ise taştan yapılı minare yükselmektedir. Camii bahçesinde bir çınar ağacı bulunuyor. Tahminlere göre daha caminin ilk inşası sırasında dikildiği düşünülüyor. 1963 depreminde büyük zarar gören camii daha sonra onarımdan geçmiştir. Camii bahçesinde İsa Bey’in oğlu Mehmed Bey ve İsa Bey’in yeğeni Bali Bey’in mezarları bulunuyor. Aynı zamanda ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın annesi Nakiye Hanım’ın mezarı da burda yer alıyor.
Mustafa Paşa Camisi ise Üsküp’te İslâmi mimarinin en gözde ve güzellerinden biridir. Üsküp Kalesi’nde inşa edilmiştir. Yüksek yerde inşa edildiği için şehrin her tarafından görülmesi mümkündür . Sultan II Bayezid ve I Selim dönemlerinde Osmanlı’nın önemli şahsiyetlerinden biri olan Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin giriş kapısının üstündeki yazıdan anlaşıldığına göre 1492 yılında inşa edilmiştir. Camiyi kuran şahsiyet hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Çünkü Osmanlı tarihinde Mustafa Paşa isminde birden fazla şahsiyete rastlıyoruz. Vakıfname’de Mustafa Paşa ismine 1514 yılında vezir olarak rastlıyoruz. Camii kompleksi içinde camii çalışanlarının konaklaması için tek katlı konutlar inşa edilmiştir. Mustafa Paşa’nın ölüm yılı kaynaklarda 1519 olarak geçiyor. Evliya Çelebi Üsküp medreselerinden bahsederken Mustafa Paşa Medresesi’nden de bahsediyor. Camii yanı sıra bir tek türbesi korunmuştur. İmaret ve medreselerden kalıntılara da rastlıyoruz. Camii bahçesinde 1933 yılında yapılmış şadırvan fıskiye eski şadırvanın yerine yapılmıştır. Suyu ise su yollarını Mustafa Paşa’nın XV yüzyılda yaptırdığı Üsküp Kara Dağı’ndan geliyormuş. Mustafa Paşa Camisi’nin basit bir mimarisi vardır. Caminin sağ tarafında minaresi yükseliyor. Minare 47 metre yüksekliğindedir. İç mimari dekorasyonunda bitki yeşillikleri hakim. Duvarlarda Allah ve Muhammed yazısını taşıyan kaligrafik yazılar mevcut. Duvarları Ebubekir, Ali, Osman ve Ömer isimleri yanı sıra Kuran-ı Kerim’den ayetler de süslüyor. 1963 depreminde zarar gören camii temelleri ile iç ve dış yapısı 2007 yılında ünlü bir Türk inşaat şirketi tarafından restore edilmeye başlandı. Minare taşları tek tek yerinden sökülerek onarım işlemleri yapıldı. Ardından tekrar özü bozulmadan taşlar yerine koyuldu. 2008 yılı sonunda Mustafa Paşa Camisi onarımının bitmesi bekleniyor. İç mimari dekorasyonu daha yenidir. 1933 yılında yapılmıştır. Mezar taşları korunamamıştır. Caminin güneydoğusunda türbesi vardır. Bu türbe kapalı türünden bir türbedir. Gövdesi altıgen kubbesi daire şeklindedir. Kubbesi mermerden yapılmıştır. Türbenin iç mimarisi caminin iç mimarisi gibi yeşilliklerle süslü.
Yahya Paşa Camisi XVI yüzyılın başında 1503/04 yılında inşa edilmiştir. Yahya Paşa Camisi’ni yaptıran Yahya Paşa II Bayezid döneminde Osmanlı’da yüksek mevkilerde görev almış bir şahıstır. Caminin inşa edildiği tarih sayılarla verilmiyor. Bunun yerine ebced hesabıyla: “Lillahi hazelmescid” yazıyor. Yazı Hicri 909, Milâdi 1503/04 yılına tekabül ediyor. Çelebi, Seyyahatname’sinde Yahya Paşa Camisi’nin büyük kubbesi ve yüksek minaresinden bahsediyor. Büyük kubbesi ve yüksek minaresiyle görünüş bakımından İstanbul’daki Aya Sofya’ya benziyormuş. Ondan sonraki onarımlarla Yahya Paşa orjinalliğini kaybetmiştir. Bugün dairesel kubbesi yerine piramid şeklinde kubbesi vardır. Yahya Paşa Camii minaresi ilk görüntüsünü korumaktadır. Camii minaresi külahsız 45-50 metre uzunluğundadır. Şerefeye kadar 163 basamak vardır. Camii önünde şadırvan (fıskiye) bulunuyor ancak ilk görüntüsüne nazaran birçok onarımla değişmelere uğramıştır. Yahya Paşa Camisi Türbesi’nin kimin mezarı üzerinde yapıldığı bilinmiyor. 1963 depreminde zarar gören camii, Üsküp Kültür Eserlerini Koruma Enstitüsü tarafından onarılmıştır. Yahya Paşa’nın Üsküplü olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Kaynaklarda şöyle bir cümleye rastlanır: “Yahya Paşa’nın vatan-i asliyyesi olan Üsküb.”
Üsküp’te camii konutları dışında inşa edilen türbelere de rastlanır. İshak Bey Türbesi Saat Kulesi yakınlarında, Sultan Murat Camisi’nin kuzeyinde, İsa Bey Camisi’nin güneyinde bulunuyor. Önce 1555 depreminde, daha sonra 1689 yangınlarında zarar gördüğü tahmin ediliyor. Kral Kızı Türbesi Gazi Baba’nın doğu eteklerinde Fen-Matematik Fakültesi’nin yakınlarında bulunuyor. Mezar taşları korunamadığından türbenin ne zaman yapıldığı ve mezarda kimlerin yattığı konusunda bir bilgimiz yok. Glişa Elezoviç’in aktardığına göre türbede son Bosna kralı Stefan Tomaşeviç’in kızı Katerina’nın yattığı tahmin ediliyor. Katerina kardeşi Jigmund ile Bosna ele geçirildikten sonra mahkum edilmişler ve İslam dinini kabul etmişlerdir. Katerina Üsküp’te yaşıyormuş. Türbe kare şeklinde inşa edilmiştir. Alt tarafı taştan, üst tarafı tuğladan Açık türbe şeklinde yapılmıştır. 1963 depremi bu türbeye de büyük zarar vermiştir. Türbenin tamamı deprem sırasında yıkılmıştır. Aşık Çelebi (Gazi Baba) Türbesi Gazi Baba’da bulunur. Türbe 1963 depreminde yıkılan türbelerdendir. Eskiden bu türbenin etrafı en büyük ve en eski müslüman mezarlığını oluşturuyormuş. Mezarlık 1955 yılında yok olmuştur. Türbede Aşık Çelebi olarak tanınan Mehmed Ali el-Nata adındaki şair yatıyormuş. Aşık Çelebi 1572 yılında ölmüştür, türbenin de o tarihlerde yapıldığı tahmin ediliyor.
Altı Ayak Türbesi Üsküp’ün kuzeybatısında bulunuyor. Tahminlere göre 1913 yılına kadar civarda iki türbe daha bu bütünlüğü tamamlıyormuş. Türbeye Altı Ayak denmesinin sebebi kubbeyi taşıyan altı sütundan kaynaklanıyor. Türbe açık bir türbedir ve altıgen şeklinde inşa edilmiştir. 1963 yılına kadar nerdeyse tamamı korunmuştur ama deprem sonrası türbe yerle bir olmuştur.
Bugün, Üsküp’te korunan ve korunamayan tekkeler bulunuyor. Bunlardan en bilineni 1818 yılında kurulan Rufaî Tekkesi’dir. Vakfı kuran aslen Kalkandelenli (Tetova) İsmail’in oğlu Mehmed Efendi’dir. Rufaî Tarikatı’ndan Arap Şeyh Seyyid Hacı Hatıfi ile tanışıyor ve Rufaî tarikatının dervişi oluyor. Ondan şeyhlik diploması (hilâfetname) alan Mehmed Efendi Üsküp’te bir ev satın alıyor ve o evi tekkeye dönüştürüyor. Tekkeyi vakıflaştıran Mehmed Efendi tekkenin ilk şeyhi oluyor. Mehmed Efendi 1822 yılında ölünce yerine tekkenin ikinci şeyhi olarak oğlu Hacı Saduddin geliyor. Hatuncuklar Camisi yakınlarında, Hatuncuklar mahallesinde bulunuyor.
Vefa Baba Tekkesi Tophane’de bulunuyor. Ne zaman kurulduğu bilinmiyor ancak en az 110 yıllık bir tekke olduğu kesin. Sadi tarikatının tekkesidir. Tekkeyi kuran ve ilk şeyhi olan şahıs Vefa Baba’dır. Yerine ikinci şeyh olarak Mehmed Ali gelmiştir. 1963 depreminden sonra bir tek bu tekke hizmete açık kalabildiğinden diğer tekke dervişleri tarafından da ziyaret edilirmiş. Tekkede bir türbe ve Vefa Baba’dan sonra şeyhlik yapan birçok şahsın mezarı bulunmaktadır. Bugüne kadar korunabilmiş iki mezar vardır. Bugün artık var olmayan tekkeler arasında şu tekkeleri sayabiliriz: Şeyh Meddah Tekkesi, İsa Bey Hanikâh, Emir Hoca Tekkesi, Huma Şah Tekkesi, İplikçi Hasan Efendi Tekkesi, Veliyuddin Vardar Tekkesi, Lokman Hekim Tekkesi, Hacı Ayşe Hatun Tekkesi, Güreşçiler Tekkesi, İbrahim Efendi, Anasi, Şeyh Adem Baba-Zincirli Tekkesi (Halvetî), Şeyh Salih Baba Halvetî Tekkesi ve Küpeli Baba Tekkesi.
Üsküp Çarşısı ki daha çok “Üsküp Türk Çarşısı” olarak bilinir. Üsküp’teki Osmanlı mimarisinin en ilginç ve en önemlilerinden birini temsil etmektedir. Bu çarşı ünlü oryantalistik Balkan Çarşısı tipindedir. Bugün Makedonya’da en korunan çarşılardan biri sayılır. Çarşı daha doğrusu eski okunuşuyla “ÇARŞU” demek dört taraflı meydan ya da kavşak demek. Üsküp Çarşısı, Üsküp Kalesi ile Vardar ve Serava ırmakları arasında bulunmaktadır. Daha doğrusu Taş Köprüsü ile Bit Pazarı güzergâhında yer almaktadır. Üsküp Çarşısı ayrı vakıfların sahip olduğu topraklar üzerinde kurulmuştur. Örneğin burada Yiğit Paşa Bey’in, İshak Bey’in, İsa Bey’in, Davut Paşa’nın, Mustafa Paşa’nın, Mevlâna Muslihuddin Müezzin Hoca’nın toprakları varmış. Çarşı içersinde yer alan diğer binalar şunlardır: Bedesten, Sulu Han, Kapan Han, Kurşumlu Han, Kürkçü Han, Çifte Hamam, Şengül Hamam ve diğerleri. Çarşı öncelikle XV. yüzyılda Bedesten’in gelişmeye başlaması ve büyümesiyle ortaya çıkmıştır. XVI yüzyılda Çarşı mimari ve ticari açıdan en büyük gelişmeyi yaşamıştır. Çarşı 1689 yangınında büyük zarar görmüştür. 26 Temmuz 1963 depreminde ise birçok dükkan yerle bir olmuştur. Yeni ihtiyaçların doğurduğu nedenlerden dolayı yeni dükkanlar daha dar ve küçük yapılmışlar. Davut Paşa Hamamı’nın bir bölümü 1961 yılında yıkılmasıyla etrafındaki dükkanlar da yıkılmıştır. Çarşı dükkanları indirilen kepenklerle kapatılıyormuş. Üsküp Belediye Yönetimi’nde 1869-1912 tarihleri arasını kapsayan belgelerde çarşının şu bölümlere ayrıldığını ve bir çarşı bütünlüğü oluşturduğunu görüyoruz: Abacı, Alaca, At Pazarı, Demirciler, İpekçiler, Kazancılar, Kaftancılar, Kapan, Kasaplar, Kürkçüler, Lonca, Lüleciler, Mutafçılar, Pabuçcular, Saraçlar, Tahtakale, Tellalcılar, Terziler, Tüfekçiler, Halaçcılar, Çubukçular ve Şekerciler Çarşısı. Tüfekçiler ile Bakkalcılar Çarşısı arası eskiden Kapalı (başka bir deyişle Karanlık) Çarşıymış. Bugün Kürkçüler, Kazancılar, Tüfekçiler, Demirciler ve Boyacılık mesleği tam anlamıyla korunamamıştır. İstisnaî bir durum da şu ki bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar kürkçü, kazancı ve pabuçcu dükkanlarına rastlayabiliriz.
Üsküp’te, Türk Çarşısı’nın ortasında dört yanı dükkanlarla çevrili yer Üsküp Bezisteni’dir(Bedesten). Özellikle bedestenler oryantal üslûpla inşa edilmiştir. Bedestenler genelde taştan inşa edilen büyük ve ilginç yapılardır. Bezisten kelimesi Arapça’dan geliyor bezz “Bez Kumaşı” demektir. Farsça kelime (i)stan “satış yeri” demektir. Başta sadece bez kumaşı satılan yerde zamanla diğer zanaatçılar da dükkan açmıştır. Üsküp Bezisten’i bugünkü haliyle yenilenmiş haldedir. Ancak kaynaklarda rastladığımız kadarıyla bugün Bezisten’in olduğu yerde eski zamanlara ait analog mimarisinden bir bina bulunmaktaymış. Bezisten’in ne zaman inşa edildiği konusunda giriş kapısındaki yazılı tabeladan anlıyoruz. Bezisten bugün Belgrad Caddesi’nde bulunmaktadır. Tabelada nesh-talik harfleriyle yazılı bir mektup var ve şöyle diyor: Bu şehir delnişinin eskiden var şuhret ve şani Harab abede dünmişti yine itti kesp ümranı Mükemmel bir bezistan Gazi İshak beyin idup inşa O sahip hayru vakuf inmişti hayratina çok ani Harab olmuş mururi dehrile kalmiştı bir müzbel Dur divari mav olmuş değilmiş idi mekâni Çikup Gazi merhumun bugün ahfadı gayuri Muvafak oldiler tecdidine baun subani Kim anlar dir isek Haci Hüsein, Osman, Yaşar, beyler Bu hidmette seza takdir olunsa bunların sanı Gürünce bende ihyasini yazdim tarihi rana Ne âlâ bak yapıldi şöyle Üskübün bezistani Sene 1317
Görüldüğü kadar yazı Bezisten hakkında yeterince bilgi veriyor. İshak Bey tarafından yaptırılan ilk Bezistan’ın XV. yüzyılda yine bugünkü Bezisten’in olduğu yerde inşa edildiğini öğreniyoruz. Sulu Han Üsküp Çarşısı’nda bulunuyor. Adeta bir kültür abidesi sayılmaktadır. Bu yapı sivil mimarinin halka sunulmuş şeklidir. XV. yüzyılın ilk yarısında İshak Bey tarafından yaptırılmıştır. İshak Bey Vakıfnamesi’nde Sulu Han “Eski Han” (al-khan al-atık) olarak geçiyor. Vakıfname’de ayrıca hanın sınırları da veriliyor. Yiğit Paşa Vakfı ile Serava nehirleri arasında bulunuyormuş. Ancak Eski Han’a ne zamandan itibaren Sulu Han denmeye başladığı meçhuldur. 1555 yılı belgelerinde binaya Sulu Han olarak rastlıyoruz, daha eski belgelerde Eski Han olarak geçmektedir. Ayrıca kaynaklarda İshak Bey’in Kervansaray’ı olarak da geçiyor. Taştan ve tuğladan yapılmıştır. 2101 metre kare bir alanı kapsıyor. Kare şeklinde inşa edilmiş ortada bahçesi yer almaktadır. Han iki katlı olarak18 sütun üzerinde inşa edilmiştir. Birinci katında 27, ikinci katında 30 konaklama odası vardır. Her odanın zamanında ocağı varmış. Ayrıca duvarlarda ikişer sarkaç ta bulunuyormuş. Misafirler burada özel eşyalarını koyabiliyorlarmış. Odaların aydınlığı her odadaki bahçeye bakan pencerelerden sağlanıyormuş. Ahır, yapının kuzey tarafında bulunuyor. Ahır ve bahçe zemini kaldırımlıdır. Odaların zeminine ise taş fayans döşenmiştir. Aynı zamanda tahminlere göre Sulu Han’ın bahçesinde eskiden şadırvan (fıskiye) olduğu da düşünülüyor. Sulu Han’ın iki girişi vardır. Biri yapının Batı tarafında yer alır ve Çarşı’ya çıkar, asıl girişi burasıdır. Diğer girişi ise Serava tarafında yer alır. İshak Bey’in Kervansarayı 1555 depremi ile 1689 yangınında büyük zarar görmüştür. XIX. yüzyıl sonrası ve XX. yüzyıl başlarında artık Sulu Han inşa edildiğinde üstlendiği görevi ifa edemez hale geliyor. Bugün Sulu Han Makedonya Devlet Üniversitesi’nin Resim Konservatuarı (Fakültesi) olarak hizmet veriyor.
Kapan Han da Üsküp’te korunabilmiş hanlardan biridir. XV. yüzyılın ortalarında İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Kapan Han Çarşıya gelen tüccarların konakladığı bir handı zamanında. İnşa edildiği yer de buna müsait. Bugün bile Kapan Han Çarşı’nın ortasında dükkanların arasında kalan bir handır. Evliya Çelebi bu handan İsa Bey Han’ı olarak bahseder. Kapan kelimesi Arapça “Kabban” kelimesinden geliyor ve anlamı da büyük terazi (kamu kantarı) demek. Adını da dışardan gelen malın burda büyük kantarda ölçülmesinden almıştır. Kamu kantarı genelde han bahçesinin ortasında dururmuş ve ölçülen mal daha sonra han içerisinde güvenli olarak kabul edilen depolarda saklanırmış. Her ölçüm sırasında kantar vergisi ödeniyormuş ve buna resm-i kantar deniliyormuş. Bazı tarihçi ve araştırmacılar kapan kelimesinin türkçe fiil kapamak kelimesinden geldiğini düşünürler. Kapaman ve Kapanmak fiilerinden yola çıkan araştırıcılar hanın dört taraftan kapalı olmasından dolayı bu adı almış olabileceğini düşünüyorlar. Kapan Han’da bugün birçok zanaatçı dükkanını işletiyor, birçok restorant yerli ve yabancı turiste hizmet veriyor, bunun yanı sıra gezilecek ve görülebilecek bir mekan olma özelliğini taşıyor.
Kurşunlu Han Üsküp’ün en güzel mimari eserlerinden biridir. Kurşunlu Han da bugün Türk Çarşısı’nda bulunuyor. XVI. yüzyılın ortalarında Muslihuddin Abdul Gani (Müezzin Hoca Al Ma’dini) tarafından yaptırılmıştır. Ne zaman inşa edildiği konusunda kaynaklarda kesin bir ize rastlanmıyor. Ancak Kurşunlu Han 1549/50 yılında resmilik kazandığı için bu tarihten biraz önce inşasının bittiği tahmin ediliyor. İlk zamanlarda Kurşunlu Han Müezzin Hoca Hanı olarak tanınıyormuş. Kurşunlu adını XIX. yüzyılda kurşundan yapılmış olan damından aldığı düşünülüyor. Kurşunlu Han’ın yüzey ölçümü 2800 m2’dir. Kurşunlu Han’a ana giriş Türk Çarşısı’ndandır. Bu han da iki katlıdır. Alt katta 28, üst katta 32 konaklama odası bulunur. Bir zamanlar bahçesinde şadırvan-fıskiye de vardı. Kurşunlu Han daha düne kadar hizmete kapalıyken arada bir sergi yeri olarak kullanılıyordu. Geçen yıl Kurşunlu Han Pyetar Bogdani Arnavut Kültür Mirası Enstitüsü oldu. Ne yazık ki kaynaklarda bu şahsın ismine 1686 yılında Balkanlara dönüp Kosova’da Osmanlı devletine karşı mücadeleyi hazırlamak için Avusturya ordusuna 6000 asker toplayan şahıs olarak rastlıyoruz.
Bugün Üsküp’te korunamayan, hala bir harabe olarak duran han olarak Kapıcı Başı Sinan Kervansarayını anabiliriz. Bugün artık varolmayan hanlar ise: İshak Bey’in Yeni Hanı, Davut Paşa Hanı, Mustafa Paşa Kervansarayları, Karlızade Kervansarayı, Yahya Paşa Hanı, Kukli Bey Kervansarayı, Rüstem Paşa Kervansarayı, Bayram Paşa Kervansarayı ve ismini dahi hatırlayamadığımız diğerleri.
Bugüne dek korunmuş olan Osmanlı hamamlarından bahsedecek olursak ilk başta Çifte Hamam’ı anmamız gerekir. Üsküp Türk Çarşısı’nın ortasında bulunur. XV. yüzyılın ortalarında İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. İsa Bey Hamamı olarak bilinen hamamın Çifte Hamam adını alması, bünyesinde kadın ve erkeklere ayrı hamamları bulundurmasından geliyor. Bugün de ekiden olduğu gibi Çifte Hamam, Bezisten, Sulu Han ve Murat Paşa Camisi’nin ortasında yer alıyor. Bugün turistlere açık olan hamam aynı zamanda sanat eserlerinin sergilendiği galeri olarak kullanılıyor.
Davut Paşa Hamamı Üsküp’ün merkezinde Türk Çarşısı’nın merkezinden biraz uzak, Vardar nehrinin sol kıyısında bulunuyor. Üsküp Fatih Sultan Mehmet Han Taş Köprüsü’nden sadece 100 metre uzaktadır. Davut Paşa Hamamı da bir nevi çifte hamam gibidir. Bünyesinde kadın ve erkekler için ayrı hamam varmış. XV. yüzyılın ikinci yarısında Davut Paşa ya da Koca Davut Paşa olarak ta bilinen şahıs tarafından yaptırılmıştır. Tam olarak ne zaman inşa edildiği bilinmiyor ancak Rumeli Beyler Beyi olarak göreve atandığı 1468-1497 yılları arasında hamamı inşa ettirdiği tahmin ediliyor. Bugün, Çifte Hamam gibi sanat galerisi olarak kullanılıyor. Bugün artık ya harabe olarak kalan ya da izleri silinmiş olan hamamlar arasında: Tuz Pazarı Hamamı, Kara Kapıcı Hamamı, Şengül Hamamı, Kız Hamamı, Eski-Yeni Hamamı, Eski Hamamı, İshak Bey’in Çifte Hamamı, Ayşe Hatun Hamamı, Davut Paşa’nın Küçük Hamamı, Yahya Paşa Hamamı, Vardar Hamamı, Postahane Hamamı ve Hürriyet Hamamlarını sayabiliriz.
Üsküp’ü Üsküp yapan Osmanlı eserlerinden biri de Taş Köprü olarak bilinen Fatih Sultan Mehmet Han Köprüsü’dür. Vardar nehrinin ikiye ayırdığı Üsküp’ün iki tarafını birbirine bağlamak için inşa edilmiştir. Bir ara köprüyü Romalıların ya da Sırp Kırallığı’nın inşa ettirdiği söyleniyordu. Ancak Üsküp Tarihi Eserleri Koruma Enstitüsü 1972/73 yılında köprü üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu bu eserin çok eski olmadığını ve yapıldığı tarihlerin Osmanlı’nın Balkanlarda hüküm sürdüğü dönemine denk geldiğini açıkladı. Taş Köprüsü hakkında bilgiye Üsküp’ün fethedildiği 1392-1469 yılları arasını kapsayan belgelerde rastlıyoruz. Belgeler, XVII. Yüzyılda Üsküp’ü ziyaret ettiğinde bu köprünün Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılmış olduğunu dile getiriyor. 1963 depremine kadar taş köprüsünde taş bir lehva varmış. Taş lehva 1909 yılında koyulmuş ve bilgilere göre köprünün II Murat tarafından yapıldığını yazıyormuş. Köprünün yaptırılmış olması konusu II Murat ile II Mehmed’te çakışıyor. II Murat 1421 ilâ 1451 yılları arasında tahttaydı. II Mehmed ise 1451 ilâ 1481 yılları arasında. Akla gelen soru acaba levhayı oraya diken Şeyh Sadeddin bir karışıklık karşısında mı bu levhayı dikti? Açıklanamayan bir durumdur. Eğer XV yüzyıl ortalarında Taş Köprü inşa edilmişir deniliyorsa köprüyü II Mehmed’in yaptırdığı iddiası daha ağır basmaktadır. Taş Köprüsü üzerinde dikkat edilmesi gereken dört tarihi detay vardır. Birincisi mihrabın dikildiği yer, ikincisi köprüden geçenlerin dinlenmesini sağlayan teras, üçüncüsü köprü kenarlarındaki rozet ve dairesel süslemeler ile son olarak köprünün ayakta durmasını sağlayan ayakların ortancısında keşfedilen hol boşlukları. Eskiden bu hollerde bekçi askerler köprüyü koruyorlarmış diye bir inanış vardır. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre köprü Hicri 987 Miladi 1579 yılında inşa edilmiştir. Bugün köprünün üzerinde mihrap yok. Yıllar önce açıklanmayan nedenlerden dolayı kaldırılmıştı. Ardından mihrabın karşısına Karpoş adındaki savaşçıya adfedilmiş bir taş koydular üzerinde bir tabela yazısıyla. Ancak bununla kalınmayarak Taş Köprüsü yaklaşık olarak 10 yıldır restorasyondan geçti ve eski güzel görüntüsünden çok fazla şey kaybetti. Bugün bir Türkiye inşaat şirketi mihrabın yapılması için kolları sıvadı ve mihrap şu an yapım aşamasındadır.
Telegrafhane olarak bilinen Üsküp Telegrafhanesi Vilayet Konağı ile Mustafa Paşa Camisi’nin ortasında yer almaktadır. XIX yüzyılın sonlarında 1899 yılında Abdulhamid Han tarafından yaptırılmıştır. 1963 depreminde büyük zarar gören Telgrafhane onarımlardan geçerek özünü kaybetmeden ayakta kalmayı başarmıştır. Bugün Türkiyeli bir iş adamı tarafından içi restore edilerek üniversite haline getirilmiş ve 2006 yılından itibaren Uluslararası Balkan Üniversitesi adıyla yüksek öğrenim alanında hizmet veren bir kurum olarak hayatiyetine devam etmektedir.
Vilayet (Hükümet) Konağı hemen Telgrafhane’nin sağ tarafında Mustafa Paşa Camisi’nin yakınlarında bulunuyor. XIX. yüzyılın sonlarında inşa edilmiştir. 1888 yılında Kosova Vilayeti’nin Priştine’den Üsküp’e yerleşmesinin hemen akabinde inşa edilmiştir. Bugün konağın bir bölümü kullanılmaz haldeyken bir bölümü de devlet şahsi bilgiler acentası olarak çalışıyor.
Üsküp Kalesi, Taş Köprü gibi şehrin en önemli mimarilerinden biridir. Vardar nehrinin sol tarafında yer alıyor. Kale’nin daha X. yüzyılda varolduğu tahmin ediliyor. 1392 yılında Üsküp’ün fethedilmesiyle Osmanlı’lar kaleyi inanılmaz bir yüzey ölçümüyle genişletiyorlar. Osmanlılar Üsküp Kalesi’nin içinde adeta şehir içinde şehir kuruyorlar.
Üsküp’ün gezilecek tarihi yerleri yanı sıra doğa harikası yerleri de var. Saray diye adlandırılan büyük bir yeşillik alanı bunların başında yer almaktadır. Şehrin batı çıkışında Kalkandelen ana yolu üzerinde Vardar nehrinin yakınlarında bulunuyor. Bunun yanı sıra Vodno dağının etekleri ile tepesi de gezilip görülmesi gereken, temiz havayı solumak isteyenlerin gözde mekanlarından. Matka Kanyonu’na uğramadan Üsküp’ü tam olarak görmüş sayılmazsınız. Rafting heyecanına bu kanyonla aynı adı taşıyan Matka nehrinde yaşayabilirsiniz.
Üsküp mutfağı da tarihi dokusu kadar eski ve köklü, farklı lezzetleri barındıran bir zenginliğe sahiptir. Üsküp’ün yenmesi gereken ana menüsünde önce kebabı gelir. Gerçi bu kebap sadece Üsküp’e değil bütün Makedonya’ya özgü bir köfte şeklidir. Bir parmağın yarısı büyüklüğünde soğanlı köfteler zeytin yağından geçtikten sonra yoğurularak ızgaraya atılır ve iyice kızardıktan sonra afiyetle yenir. Ayrıca bu kebabı Üsküp’te en iddialı yapan adreslerden biri de Destan Kebapçısı’dır. Destan’dan kebab yemeden Üsküp’ten gitmeyin. Çarşıdaki Abdi Ağa tatlıcısından (bugün Ohrid adını alan) boza ve limonata içmemek olmaz. Eğer mevsim uygunsa Palma dondurmacısının dondurmalarının tadına bakmayı da ihmal etmeyin. Üsküp’te Türk mutfağının özünde sarma(yaprak sarması), dolma, güveç, bamya, karıştırma, sucuklu sulu fasulye gibi parmaklarınızı yalaya yalaya bir türlü sofradan kalkamayacağınız lezzetler var. Bu yemekleri yapan özellikle de Türk Çarşısı içinde bir çok restoran bulabilirsiniz. Üsküp halkı misafir perverdir. Üsküp Türk halkı özellikle Tanrı misafirine kapısını hep açık tutan, gönlü geniş, güleryüzlü, cömert insanlardan oluşmaktadır. Üsküp Türkçesiyle Üsküp’e en iyi davet sanırım şöyle yapılır: “Gelın, gürün, Üsküp çoktur güzel, hayde beklerız kapilarımız herkese herzaman açiktır.Hayde selametle”
Üsküp Yıldırım Han Diyarı – Bize Ataların Yadigârı – Bu yazı, 2008 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 16. sayısından alınmıştır.