Yazı: Yusuf Baydal Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
Geçmiş ve Gelecek İki Mütevazi Kelimedir.
İnsan anlam peşinde koşan bir varlıktır; taşa, toprağa ve en başta kendisine, kendi hayatına bir anlam verme bir anlam katma çabası içindedir. Böylelikle insanın olduğu her yerde, kültüre konu olan her öğede bir anlam vardır. Hatta bazen anlamı atfedildiği eşyanın, yerin, ya da yapının da ötesine geçer. Herhalde zamana meydan okuyan ölümsüzlük bu olsa gerektir. Bu bağlamda, efsane unutulmayan, unutulmaması için dilden dile dolaşan, nesilden nesile aktarılandır. İnsan ile insanı, geçmiş ile bugünü bir birine bağlayan bir tılsımdır. Yaşananlar gerçek olsa da bu tılsımın boyasının değdiği herşey birden olağanüstüleşir.
Basit bir mekan, mimari bir yapı, bir nehir, bir şehir, hatta koca bir diyar bir efsanenin gerçekliğinde yeniden varolur ve dilden dile dolaşır. Zaman değiştikçe, onu anlatan diller başkalaştıkça efsane de değişebilir ama değişmeyen tek şey onun zamana rağmen ayakta kalmasıdır. Belki zamanın rengine bürünür, belki de zaman efsanenin rengine bürünür…Bir güzel kız, bir esas oğlan, aşk, hüzün, yalnızlık, ulaşılmazlık ve sürgün… Evvel zaman içindedir ama bu efsanenin geçtiği varsayılan mekan, denizin üstündeki küçük bir mimari yapıdır. Bu yapıda geçmiş ve gelecek iki mütevazi kelimedir.
En Güzel İstanbul Manzarası
Anlatmaya da gerek kalmaz, adını duyar duymaz hemen hatırlarız… Taşlara bürünmüş, küçük bir kule şekline girmiş bir efsanedir; adı da Kız Kulesidir. Marmara yönünden yaklaşıldığında Boğaziçi’nin başlangıcında, minicik bir ada üzerindedir. Üsküdar kıyılarından İstanbul tarafına bakıldığında, ön planda biraz barok ve dilimli kulesi ile bu figür, arka plandaki İstanbul’un minareli ve kubbeli silüeti ile hoş bir uyum sergiler. Onun için şehrin bir kadrajda özetini vermek isteyen akıllı fotoğrafçılar objektiflerini çoğunca bu noktaya ayarlamışlardır. Bir de kulenin oturduğu kayalığa ayak basıldığında insanın karşısına açılan bir panorama vardır ki ancak görmek gerekir.
19. yüzyılın ilk yıllarında İstanbul’un en eşşiz gravurlerini çizmiş olan Alman ressam Melling, kulenin balkonunu “İstanbul’un kendisini en iyi sunduğu ve en geniş açıdan alabildiğine seyrettiği yer” olarak tanımlamıştır. Hikayeci Refik Halid’e göre Kız Kulesi “solmak bilmeyen bir nilüfer”dir. Şair Sezai Karakoç’a göre ise “Denizin ortasında yükselmiş bir ışık anıtıdır.” Refik Halid’in “solmak bilmemek” demesinden bir zamana meydan okuma anlamı çıkarıyoruz. Ama başta da değindiğimiz gibi taşın toprağın ötesinde zamana meydan okuyan Kule’nin sahip olduğu anlamdır ki şair ifadadesinde onu bir “ışık anıtı”na dönüştürmüştür.
Düşler kılavuzu
İstanbul’un görsel simgesi konumundaki Kız Kulesi aslında efsanelerin mekanıdır. Her devirde başka bir hikayeye konu olmuş ve başka başka görevler üstlenmiştir. Kısacası bu kulenin kuleyi aşan bir anlamı vardır. Ancak değişmeyen bir şey varsa geçmişten günümüze geceleri gemilere rehberlik etmesidir. Bir deniz feneri değildir sadece gemilere yol göstermekle kalmayıp insanlara ve düşlerine kılavuzluk etmiştir. Sevginin ölümsüzlüğünü simgeler Kız Kulesi. M.Ö 341 yıllarında Komutan Chares’in eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar inşa edilir. Sevgi(li)yi toprağa gömmeye kıyamaz gönül ve sevgisinin nişânesi olarak denizin ortasında bir mabet yaptırır. Ayrı dünyalarda olsalar da vuslatı bekler kıyıda sevgili. Sevdiği ummanlara açılırken feryadı olmuştur Kız Kulesi.
Feryat etmek sesini yükseltmek değildir. Sesini, varlığını sevgiliye hissettirmektir. İnsan bazen susar ama böylelikle aşkını, varlığını sonsuzluğa konuşur. M.Ö 410’lara gelindiğinde Kız Kulesi gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Denizler kontrol altındadır artık. Kıyıdan kuleye çekilen zincirler hayata vurulan zincirlerin bir halkasıydı sadece. Ya da değeri bir türlü bilinmeyen boğazın kıymetinin bilindiği yıllardı. Ne gördüğümüz nereden baktığımıza bağlıdır ve Kız Kulesi’nden baktığımızda ne içinde olursunuz İstanbul’un ne de büsbütün dışında; her iki yakanın ortasında, akışkan bir arafta.
Kule midir o, kale mi?
İnsan, doğa, yapı günden güne her şey değişir. M.S 1100’ler Kız Kulesi için değişme vaktidir. Yıllar etrafını gözleyen, gelene gidene rehberlik eden, içinde sevgilisini saklayan bu yapının görevini de şeklini de değiştirir. İmparator Manuel Comnenos şehrin her tarafını gören bu yapıyı savunma kulesi olarak inşa ettirir. Yapıyla birlikte adı da değişir. “Küçük Kale” anlamına gelen Arcla adını alır. Terfi mi etmiş tir bilinmez ama zamana ve geceye meydan okuyan yapı şimdi düşmana meydan okumaktadır. Düşman karadan geledursun, deniz taşar da kara mezar olur düşmana.
Hüznün Kulesi
Zaman akmaya devam ederken devletler yıkılır devletler kurulur. Tarihe iz bırakmak kolay değildir. Efsane varolanı anlatmaktır ve şimdi zaman, varlığını evladına adamaktır. Olaylar Bizans dönemine yaşanmaktadır ve hikaye acı sona varacaktır. Varlık (var olmak) her zaman tartışılmıştır ama bir evlada sahip olmak varlığın bir başka açıdan sağlamasıdır. Çünkü evlat candan ötededir, ana baba an olur kendini feda eder yavrusunun varlığına. Evvel zaman içinde falcılar, Bizans İmparatoruna, “Sevgili kızını yılan sokacak ve ölecek” derler. Baba yüreği dayanır mı, sığınacak bir liman arar. Gözbebeği, biricik kızını kurtarma vaktidir şimdi. Karadan uzaklaşmak gerekir ölümden kaçmak için. Hazinesini erişilemeyecek bir yere koymak gerekir. Deniz gizemli dünyasına çağırır Prensesi ve İmparator kızı için denizin ortasındaki kayalıklara mütevazi bir yapı inşaa ettirir.
İnsan yaşadığı mekanı değiştirse de duygularını, doğasını değiştirebilir mi? İnsan varsa aşk vardır ve insan aşktan yaratılmıştır. Genç bir subay prensese aşık olur ve aşkını çiçeklerle sunar. Çiçeklerin arasındaki yılan ise yazgının değişmezliğinin dipnotudur. Efsane biter mi hiç? Bir başka efsane ise Leandra adlı bir delikanlının Kız Kulesi’nde yaşayan bir genç kıza aşık olmasıyla başlar. Aşk engel tanımaz derler ya bu hikayede aşk efsaneleşir. Leandra her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyadan yüzerek kuleye gelirmiş. Genç kız ise sevgilisine yol göstermek için ateş yakarmış. Fırtınalı bir gecede genç kızın yaktığı ateş sönünce Leandra kayalıkları bulamamış ve yolunu kaybetmiş. Boğazın serin sularında kaybolmuş. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de kendini o sulara bırakmış. Aşk kavuşamamak
olmuş bir kez daha.
Kız Kulesi kendisi kadar cazibeli bir şehirde yer almaktadır. Fatihler açmıştır şehrin kapılarını. Açılan kapılarla çağ atlanmıştır.Karanlıklar yerini aydınlığa bırakmıştır. Şimdi ihtişam zamanı ve kız kulesi savunma görevini bırakmış bir gösteri platformu olmuştur. Devletin adı değişmiştir ama her toplumun bir efsanesi vardır. Osmanlı zamanında ise Evliya Çelebi, Kız kulesinde yaşayan bir velinin, her gün cübbesinin eteklerini toplayıp denizin üzerine oturarak Sarayburnu’na gittiğini ve sarayda Padişah’a ders verdiğini anlatır.
Zamanla İmtihan
Zamana dayanmak zordur. Kimi zaman depremden zarar görmüş, kimi zaman yangında harap olmuş Kız Kulesi. Lale Devri’nde 1719’da yanan Kule’yi Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1725-26’da yukselttirmiş, üstüne camlı bir köşk oturtup kubbeyi kurşunla kaplattırmıştır. Ama hiçbir zaman değerini
kaybetmemiş. Her yıkımda yenilenmiş ve her defasında daha da genişlemiş. Genişledikçe misafiri çoğalmış ve 1830 yıllarındaki kolera salgınında hastane olmuş. En gösterişli zamanlarını geçirdiği Osmanlı devletinin çöküşünde tekrar savunma kalesi halini almış. Ama kaderi daha önce de değiştiremediği gibi yine değiştirememiştir. Osmanlı yıkılmıştır ama Kız Kulesi büyük bir sadakatle Osmanlının izleri hala taşımaktadır. Osmanlı medeniyetini taşlara kadar işlemiştir ve Kız Kulesi de bundan nasiplenmiştir.
Buna rağmen I. Mahmut döneminde Kızlar Ağası Beşir Ağa’nın katledildiği, III. Osman’ın sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa’nın hapsedildiği yer de yine Kız Kulesidir. Şimdiki hali Sultan II. Mahmut dönemine aittir. II. Mahmut dönemindeki (1808-1839) büyük onarımında giriş kapısı üzerine üçgen bir çerçeve içindeki, ünlü hattat Rakım’ın yazısı ile mermere oyulmuş 1248/1832-33 tarihi ve Padişahın tuğrası yerleştirilmiştir. Boğazdan geçen gemilere fener, fırtınalı günlerde zor durumdaki gemileri kurtarma istasyonu, merasimlerde top atış yeri olarak da kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminde artık yalnız deniz feneri işlevi kalan Kule’nin 1943’te son büyük onarımında kale avlusunun içerisine iki katlı betonarme bir kütle yerleştirilmiş, kulenin ahşap kubbe yapısı ve ahşap ön bina çeperleri betonarmeye çevrilmiştir.
1964’te Milli Savunma Bakanlığına bağlı Boğaz Komutanlığı’na verilen yapı 17 yıl mayın gözetleme radar istasyonu olarak kullanıldıktan sonra 1982’de tekrar Denizcilik İşletmeleri kullanımına bırakılmış, bir ara siyanür deposu olmuştur. 1992 sonlarında radarlar, jenaratör sistemi ve diğer ekipman sökülüp götürülmüş ve bina harap durumda bırakılmıştır.
Ve günümüzde yeni bir sayfa açılmıştır. Restore edilen Kız Kulesi restoran ve kafeterya olarak tarihi efsanesini tamamlamaya çalışmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki Kız Kulesi yaklaşık 2500 yıldır zamana ve insana meydan okumuştur bugün hala bakıldığında bir umut ışığı gibi geceleri parlarken gemilere yol göstermeye devam etmektedir. Marmara yönünden yaklaşıldığında Boğaziçi’nin başlangıcında, yassı ve kocaman bir tabii set taş üzerinde yükselen, şehrin görkemli surlarına ve kulelerine oranla boyu-posu, eni-boyu mütevazi kalan Kız Kulesi İstanbul’un önemli görsel simgelerinden biridir. Çünkü adı ve imajı karşıdan seyrettiği şehirle kaynaşmıştır. Uzaktan bakıldığında tam bir biblo gibi duran bu kulecik, yüzyıllar var ki, bütün ıssızlığına ve yalnızlığına karşılık zamana meydan okuyabilmiştir. Evet, Kız Kulesi Karadeniz’den kopup gelen bir su akıntısına göğüs vererek, yılın bütün günlerinde rüzgarla haşır-neşir, güz ve kış aylarında ise yağmurlar ve karlar altında geçen, uzun ama yapayalnız ve kendisiyle başbaşa, akıp giden bir efsanedir.
Zamana Meydan Okuyan Efsane: KIZ KULESİ – Bu yazı 2008 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 13. sayısından alınmıştır.