Cuma , 26 Nisan 2024

Armut Nereye Düşer?

Atasözleri arasında önemli bir yeri vardır bu sözün: “Armut dibine düşer”… Çocuk, anneyi/ babayı rol model aldığından gün geldiğinde ister istemez onun gibi olur çıkar. Demiyor muyuz, “bunun babası da böyleydi” ya da “yaşlandıkça annesine benzemeye başladı” diye. Peki bu değiştirilemez bir kader midir? Tavırlarımızı, yetiştiğimiz ortam, yahut genlerimiz mi belirlemektedir? Dedemden yardım alarak bu sözü biraz kurcalayalım.

Yazı ve Fotoğraflar:  Zeynep Yörük

Kadir dedem öğretmenmiş. Yakışıklı, becerikli, sevilen, saygın biri. Anneannem teyzesinin kızıymış zaten. Büyükler devreye girmiş, evlenmişler. Anneannem, dedemle susuz köylerde geçen yıllarını anlatırken “Bir yatak, bir döşeğimiz vardı ama biz çok mesuttuk gızım” der. Besime & Kadir çiftinin üç güzel kızları olmuş. Biraz birikim yapınca Mersin’den ucuz bir arsa bulup ev yapmışlar kendilerine.

Kadir Dedem bahçeyle uğraşmaya meraklıymış. Topraktan, çiçeklerden iyi anlarmış. Bir zaman sonra evin önünde yaseminler, hanımeliler, mum çiçekleri mis kokularını salmaya başlamış. Onları mine, kasımpatı, papatya, borazan çiçeği, japon gülü takip etmiş. Sadece çiçekler mi? Bir sürü de ağaç varmış: Portakal, mandalina, limon, şeftali, üzüm asması, yenidünya, selvi, palmiye… Dedem bunca ağacı o daracık bahçeye nasıl sığdırmış; aklım almıyor. Sadece kendi bahçesini âbâd etmemiş, ne ekse tuttuğu için çoğaltıp çoğaltıp vermiş eşe-dosta.
Dedemin becerisi sadece bahçeye yönelik değilmiş. Defter ciltleme, içini ebrulu kâğıtlarla süsleme gibi ince işlerden anlarmış. Mandolin bile çalarmış. Zarif adammış vesselam.

Her güzelin bir kusuru vardır. Zamanla bu müşfik adamda cimrilik baş göstermiş. Meğer Kadir Hoca’yı kumara alıştırmışlar. Her defasında pişmanlıkla kavrulurmuş yüreği. “Oynamayayım diyorum, evde sizin beni beklediğinizi de biliyorum, ‘bu kez eve gideceğim’ diye karar veriyorum ama nasıl oluyorsa kendimi kumar masasında buluyorum…” dermiş anneanneme. Anneannem o oynadıkça hem üzülmüş hem kızmış. Sonra bakmış ki maaş kumara gidiyor, o da oturmuş dikiş makinesine, terziliğe başlamış. Gece gündüz siparişleri yetiştirmek için didinmiş durmuş. Günler böyle geçmiş ve dedem bir gün eve gelmemiş.
İkinci gün de gelmemiş.
Üçüncü gün de…

gezgindergi-kelimelerle-seyahat-armut-nereye-duser-2

On gün sonra deniz kenarına vurmuş cesedi bulunmuş. İntihar demişler ölüm sebebine, oysa kıyafetinde kan lekesi varmış. Belinde bir ip, ucuna da taş bağlanmış atılmış denize ama nasılsa dibe batmamış işte. Hemen orada otopsi yapmışlar. Ciğerlerini çıkarmış, suya koymuşlar. Eğer ciğer batarsa demek ki su yutmuş, yani denizde boğulmuştur. Ama ciğerleri batmamış. Öldürülüp denize atıldığı anlaşılmış. Belki de kumar borcu yüzünden… Lakin savcı olayın üstünü kapatmış. Ne dava açılmış ne maktul aranmış. Öylece gömülmüş gitmiş bu zarif adam. Anneannem o güzel sesiyle günlerce ağıt yakmış. Kızlar evde yetim, çiçekler bahçede boynu bükük…

Sabahattin Ali’nin, karısına yazdığı mektupta “…Hep genç kalacağım” deyişi gibi Kadir dedem hep genç kaldı. Ben de hiç görmediğim dedemin daima gençliğini gösteren fotoğraflarına bakıyorum. Yaşlansaydı yüzü nasıl olurdu, hayal etmeye çalışıyorum. Anneannem hâlâ o evde yaşıyor. Ne zaman gitsek artık çiçeksiz ve neredeyse ağaçsız olan bahçeye şöyle bir bakmadan edemiyorum. Bakarken elinde çapayla bahçenin kenarına çömelmiş dedem canlanıveriyor. Onu dalgın dalgın toprağı kararken buluyorum.
Anneannemin alyansı hâlâ parmağında, gençken çekildikleri fotoğraf da hâlâ evin duvarında durur. Dedemden bahsederken daha yeni vefat etmiş gibi acısı tazelenir. Annem ise “Şimdi hayatta olsa sizi ne kadar çok severdi” demeden edemez. Sahi, yaşasa bizimle neler konuşurdu acaba? Ziyaretine gittiğimizde nasıl davranırdı?

Peki dedem babasına bakarak mı böyle zarif biri olmuştu? Hayır. Aslında Kadir Dedem, huysuz bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Oğlu da kendi gibi çiftçi olsun isteyen baba, her ne kadar arkasında anasının desteği olmuşsa da kendinden gizli Köy Enstitüsü’ne başvurduğunu ve kabul edildiğini öğrenince deliye dönmüş. Tarla dönüşü kendi eşeğin sırtında, oğlu yanında yaya yürürken ucunda çivi olan değnekle hızlı gitsin diye bir eşeği dürtmüş, bir oğlunu. “Sen okuyacaksın ha, gideceksin ha!..” diye diye eve gidene kadar çocuğun canını yakmış durmuş. Dedem hızlandıkça babası da ona yetişip yine vuruyormuş. Bunu anlatırken annemin gayriihtiyari gözleri doluyor. İşte böyle bir babanın oğlu, gün gelince gayet mülayim, müşfik bir baba olmuş. Çocuklarına bir fiske bile vurmamış. Üstelik yıllar sonra hastalanan, yatağa düşen babasına bakan da yine dedem olmuş. Ölene kadar ilgilenmiş onunla. Babası ne hissediyordu acaba? Evin okumuş tek çocuğunun bakımına muhtaç olunca pişman olmuştur zannediyorum.

Evde eşine çocuklarına kötü davranan, onlardan sevgiyi-şefkati esirgeyen hatta şiddet uygulayan erkeğin babasında suçu arıyoruz ya, o zaman suçlu dede mi? Aynı mantıkla hareket edersek dedenin babasında kusur aramak, dedenin dedesinin dedesine ulaşır mesele ki bu işin sonu yoktur. Eğer bizim yaşayışımızı ilk yetiştiğimiz ortam belirleyecekse o zaman amellerimizden neden sorumlu tutuluyoruz? Nasıl bir insan olacağımıza biz karar vermiyorsak sorgu-sual neden var?

Dedem babasının dibine düşmemiş. Uzaklara gitmiş. “N’apalım, böyle yetiştik” diyerek talihsiz çocukluğunun ya da genlerinin ardına saklanıp huysuzluk yapmamış. Hâl diliyle “başka bir dünya mümkün” demiş ve bizlere bir yâd-ı cemil olmuş…

Armut Nereye Düşer? : 96. Sayı – Bu yazı 2015 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 96. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir