Cuma , 13 Aralık 2024

Ahi Evran

Rahman’ın Sonsuz Rahmetinden Bir Cansuyu

İnsan vardır; yalnızca eseriyle öne çıkar öyle bilinir.. İnsan vardır; kahramanlığıyla nam bırakır dünyaya kitap kitap, şehir şehir alp-erenliği anlatılır.. İnsan vardır; silinmez bir iz bırakır yolunu şaşıranlara, gittiği yolundan, bıraktığı izinden bilinir.. Ve insan vardır, eseriyle, kahramanlığıyla, izleriyle, öğrencileriyle, ilmiyle, mesleğiyle ve duruşuyla bilinir..

Bir kelimeyi kavram yapar doldurur içini, bir dağı ışık yapar aydınlatır gönlüyle, bir mekana ruh katar, mekanı koparır zamanın kıskacından ve artık adıyla değil vasfıyla, sıfatlarıyla anılır.. Gün gelir Nasırüddin olur, gün gelir Ebu’l Hakayık olur gün gelir ejderhaları dize getiren bir Ahi olur.. O bir kadıdır ama kimse kadı diye anmaz; o bir müderristir ama kimse müderris demez, o bir derviştir ama kimse sufi diye çağırmaz, meydanda kılıç sallayan bir mücahittir, alperendir ama kimse cihad hikayelerinden söz etmez; o bir abdaldır, şeyhtir, pirdir ama adeta çağrılmayı istemez bu sıfatlarla..  O bütün bu sıfatları içinde belki de en mütevazi olanı Ahi’yi siretine suret yapar ve Ahi Evran dedirtir kendine, tarihe, zamana ve mekana.. Her hakikat yolcusunun Melami tavrını ismiyle adıyla yansıtır..

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Hoy’dan Hu’ya

Azerbaycan’ın Hoy şehrinden başlayan “hay” pek çok yeri dolaştıktan sonra Kırşehir’de “hu” olur; tamamlar sözünü ve özünü.. İnsanın hayatı hakikatte tecellileri bulup tezahür etmek değil mi? Gittiğimiz her şehir, vardığımız her menzil aslında bir tecelli arayışı ve bir zuhur.. Dünya hayatı insanın kendi hakikatini aramasından ibaret.. Yalanla ile gerçeği birbirine karıştıranların kafası karışık…

Bütün sufiler gibi bir seyyahtır o da, bir gezgindir.. Hay ile başlayan yolculuklar Hu’nun deneceği yere kadar sürer ve biter.. Nasıl ki hayat Hay’dan başlayıp Hu’ya giden bir yolculuktan ibaretse, her ikisinin arasında geçen zaman ve ona bitişik olan mekan dediğimiz şey de sıfatların tecellisinden başka bir şey değil.. Hakikatte ömrümüz her gittiğimiz mekandan bir şey almakla ve her gittiğimiz mekana bir şey götürmekle geçiyor.. Bizatihi cennet sonrası insanın gezginliğinin en belirgin göstergesi bu değil mi? Bizatihi insan bu dünyada bir gezgin değil mi?

Ahi Evran’ın doğduğu dönem (1171) bir asr vakti aslında, bir zeval vakti.. Büyük Selçukluların zevali ve Anadolu Selçuklularının ise asr vakti.. O vaktine doğan bir ejderha bir anlamda.. Gönüllere aşk, şehirlere ilim ve insanlara bir yoldaştır.. Doğru pınarlardan su içmeyen karın ağrısından duramaz.. Yıl 1199.. Herat’tadır.. Büyük mütefekkir, müfessir ve alim Fahreddin er Razi’nin pınarından kana kana içmeye başlamıştır.. Yolu arayan yolda olur.. Susuzluğunu giderdikten sonra ne kadar çorak olduğunu anlar ki asıl pınara doğru yola koyulur.. 1204 yılında artık tüm gönüllerin, kalplerin, gözlerin kıblesine doğru gitme vakti gelmiştir.. Gider, varır, erer ve olur.. Ve sonra yeniden dönüş hakikatle donanmış olarak..

Zevaldeki Kandiller

1204 yılı olmayla beraber dolmanın da başlangıcıdır artık.. Dolmanın ve taşmanın.. Bundan sonra hayatını belirleyecek en önemli şahsiyetler bu dönemde girecektir hayatına.. İbni Arabi, Evhaduddin Kirmani, Muhammed el Urmevi ve Mecdu’ddin İshak.. Hepsi Selçuklu’nun zeval vaktinde Anadoluyu ışıtan kandiller.. Abbasilerin fütüvvet teşkilatını da bu dönemde tanır Ahi Evran.. Fütüvveti alır Ahilik yapar Anadoluda.. Evhaduddin Kirmani’yi bırakmaz.. Talebesi olur.. Kayseri’ye gelir.. Bir yandan Kayseri’de hocasının rahle-i tedrisinde gönül yolcuğulu yaparken, öbür yandan kendi zaviyesini, debbağhanesini oluşturarak ahiliği teşkilatlandırmaya başlar.. Bir rivayet hocasının kızı Fatma bacı ile bu dönemde evlendiğini söyler.. Ama bazıları da “gönlünü kadın ateşi ile yakmadı” diyerek evlenmediğini söylerler..

Evhaduddin Kirmani onun hayatında temel taşların en önemlisi.. İbni Arabi’nin arkadaşı ve öğrencisi.. Mecduddin İshak’ın en yakını.. İshak’ın oğlu Sadreddin Konevi, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli de Kirmani’nin öğrencisi.. İç içe gönüller.. Selçuklu’nun zevali ile birlikte doğmakta olan Osmanlı’yı ışıtan kandiller..

Ahi Evran bu dönemde bir yandan ahilik ile esnafları teşkilatlandırırken bir yandan da başta orta Anadolu olmak üzere şehir şehir gezerek zeval vaktinin acısız ve sancısız geçmesi için çırpınmakta, yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı insanları uyarmaktadır.. Sufilikle alp-erenlik iç içe..

Bu dönemde Alaaddin Keykubad Kayseri’ye gelir.. Ahilik yapılanması çok hoşuna gider.. Bu işin piri Ahi Evran’ı Konya’ya başkente davet eder.. Muhtemelen 1227 yılında Konya’ya gider..  Orada Hankah-ı Ziya ile Hankah-ı Lala’nın müderrisi olur.. Önemli eserlerini bu dönemde vermeye başlar.. En yakın dostu iki hocasının oğlu Sadreddin Konevi’dir.. Sadreddin Konevi, İshak’ın öz oğlu, İbni Arabi’nin üvey oğludur.. Konya’da her şey yolunda iken Alaaddin Keykubad’ın vefatıyla her şey tepetaklak olur.. Birdenbire Ahi Evran ve tüm ahiler tutuklanmaya başlar.. 1240 yılında artık hapishanededir.. Tam beş yıl sürecektir bu esaret.. Bugün cumhuriyet dönemi din anlayışını meşrulaştırmak için bir heterodoksi inşa etmeye çalışan bazı tarihçilerin çok ilgilendiği Kırşehir’de kadılık yapan Baba İlyas ismi etrafında başlayan Babai isyanında önemli ahiler hapistedir.. Ama bütün bunlara rağmen 1243 Kösedağ savaşı sonrası Kayseri müdafasında en büyük kahramanlık örneğini gösterenler de aynı ahiler olacaktır..

1245 yılında Denizli’ye yerleşir. Her şeyden elini ayağını çekerek bir yıl bahçıvanlık yapar.. Ahi Sinan’ı yetiştirir.. II. İzzettin Keykavus’un iktidara gelmesi üzerine Sadreddin Konevi vasıtasıyla yeniden Konya’ya gelir. Bu kez bir yıl kalır Konya’da.. Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi üzerine hedef gösterilir ve Konya’dan ayrılarak Kırşehir’e yerleşir.. Oysa ki Konya ekolü ile anlaşmazlığı devletin zeval vaktinde ortaya çıkan çözüm önerileri ile ilgili olarak somutlaşan meşrep farklılıklarıdır..

15 yılını geçireceği Kırşehir’in güllerinden biri olur.

Vardı key Gülşehrini tutdı mekan

Issı suyu eyledi ol dem hamam

Bir çarşu yapdı çarpare saraç

Doydu nice benzi soluh karnı ac..

Sonsuz  Bir Yol

Kırşehir’de zaviyesini kurarak kendini öğrencilerine ve ilme verir.. Sadreddin Konevi ile irtibatı hiç koparmaz.. Sürekli haberleşirler ve mektuplaşırlar.. Ancak Kırşehir’de de ahilik bağlamında yaptıkları dikkatlerden kaçmaz.. Nitekim moğollara karşı en önemli savaşlardan biri olarak nitelenen 1261 yılındaki Malya savaşında Nureddin Caca Bey’in komutasındaki ordu, Ahi Evran, Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi başta olmak üzere tüm ahi önde gelenlerini öldürür.

Adını gülden alan Kırşehir belki de bu olayla birlikte çoraklaşır Kırşehir olur.. Kırşehir’in asıl ismi Gülşehri’dir.. Şehrin temelleri atılırken kerpiçlere ve kaşlara gülsuyu döküldüğü için böyle isimlendirildiği söylenir. Gülşehri nasıl Kırşehri’ne döndü bilinmez ama bunda Ahi Evran gibi insanların öldürülerek mananın ve ruhun kaybedilmesinin etkisi büyük olsa gerek.. Çünkü vefat eden her alim ve sufi bir çoraklaşmaya neden olur..

Kırşehir’de zaviyesinin bulunduğu bahçenin köşesine defnedilen Ahi Evran yöre insanı tarafından “nimetullah” olarak nitelenir.. Nitekim bir insan manasıyla anlam ifade eder.. Cesed ölse de mana kalmaya devam eder.. Ahi Evran da zalime karşı bir ejderha olarak varlığını hala südürmektedir.. Onun ölümüne sebep olan Nureddin Caca Bey’in Cebrail sıfatı Ahi Evran’ın ölümünden sonra halk tarafından Azrail olarak değiştirilmiştir. Çünkü toplumdaki irfan ve bedahet duygusu hakikatten tecelli eder.. Aynı halk Ahi Evran’ın hakikatte ölü olmadığını don değiştirdiğini bir yılan suretine girerek saklandığını belirtir..

Karındaşlığın ne olduğunu öğretti insanlara.. Cihadın ne anlama geldiğini, ermenin ve olmanın nasıl olduğunu belletti.. Vahdet-i Vücud ikliminin Tevhid eriydi o..  Tevhid’in ve Vahdet’in sadece teorik düşünsel bir şey olmadığını hayatıyla gösterdi.. Bir medeniyet tasavvurunu bir Medine ile müşahhaslaştırdı..  Onun ekolünden gelen insanlar kurdu yeni Medine’yi.. Şeyh Edebali hikmet bayrağını ulaştırması gereken yere ulaştırdı..

 

Gezgin niçin gezdiğini biliyorsa Gezgin’dir.. O niçin gezdiğini, ne aradığını, ne bulacağını bilenlerdendi.. Yol halini, yolu, yoldaki yolculuğun nasıl olacağını gösterdi insanlara ve yoluna devam etti.. Allah’tan gelen Allah2a gidiyor.. Hoy’dan çıktı, her durakta farklı bir isimde tecelli etti ve Gülşehri’nde bitirdi yolculuğunu.. Hay’dan geldi Hu’ya gitti..

 

Bu yazı 2013 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 71. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir