Geçmişin kültür mirasının, özellikle de bu mirasın kolayca yok olabilecek bazı kırılgan parçalarının zamanın tahribine uğramadan günümüze ulaşabilmiş olmasını, bütün hayatlarını bu nesneleri toplamaya, korumaya ve gelecek kuşaklara aktarmaya adamış bir dizi adsız kahramana borçluyuzdur çoğunlukla. Geçmiş dönemlerin birçok önemli ürünü, bu değerbilir insanlar sayesinde savaşlardan, yıkımlardan ya da doğal afetlerden kurtulmuş ve yüzyılların menzillerini sağ salim katedip, günümüzün modern müze ya da kütüphane koleksiyonlarında yerlerini almışlardır.
Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü salonlarında iki bölüm halinde açılan Ali Emîrî Efendi ve Dünyası sergisi, işte bu insanlardan birinin sıradışı serüvenine ışık tutan bir sergi. Çöken imparatorluğun yıkıntıları arasından toplayıp yaşamı boyunca titizlikle koruduğu, sonra da kendi kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışladığı ferman, kitap ve hatların yanısına Ali Emîrî Efendi’nin “kültür insanı” kimliğini öne çıkaran özel eşya ve belgeleri arasından yapılmış bu derleme, onun tutkuyla bağlandığı bir dünyaya heyecan verici bir yolculuk niteliği taşıyor.
ALİ EMÎRÎ EFENDİ
(1857 Diyarbakır – 1924 İstanbul)
Osmanlı taşrasının önde gelen merkezlerinden Diyarbakır’da doğdu. Şair ve müderrisler yetiştirmiş, “Emîrîzâdeler” adıyla tanınan bir aileye mensuptu. Düzenli bir eğitim görmedi. Babası Mehmed Şerîf Efendi gibi tüccarlığı değil, devlet memurluğunu seçti. Taşrada görev yapan bütün Tanzimat memurlarına benzer biçimde ömrü, imparatorluk coğrafyasını bir uçtan öbürüne adımlamakla geçti. Adana’dan Leskovik’e, Trablusşam’dan Yemen’e, Osmanlı haritasının paramparça olduğu dağılma dönemini baştan sona yaşadı. Gittiği her yerde kaderine terkedilen nadide kitapları topladı. Elde edemediklerini doğrudan kendisi kopya ederek kaybolmaktan kurtardı. Kitaplar onun için bir koleksiyon malzemesi değil, okuyarak geçmişi keşfetmenin birer aracıydı. Düşünce yapısı bakımından muhafazakârdı. Yaşadığı çağın modernleşme hareketlerine fazla ilgi duymadı. En büyük tutkusu Osmanlı-Türk geçmişini yeni kuşaklara tanıtmaktı. Bunun için Millet Kütüphanesi’ni kurdu ve böylece kitaplarını “milletine” bağışladı.
Ali Emîrî Efendi, şair, tarihçi, biyografi yazarı ve yayıncıydı. Özellikle Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü yeniden keşfeden kitap meraklısı olarak tanındı. Hiç evlenmedi, hiç fotoğraf çektirmedi ve Beyoğlu’na hiç adım atmadı. Hayatını kitapları ve kedileri arasında okuyup yazmayla geçirdi.
MİLLET KÜTÜPHANESİ
Ali Emîrî Efendi tarafından 1916’da Fatih’deki Feyzullah Efendi Medresesi’nde kuruldu. Kütüphanenin kuruluş serüveni Ali Emîrî’nin gençlik dönemine kadar uzanır. Doğu’nun ve Batı’nın bütün temel eserlerini kapsayan bir kütüphane düşüncesi, onu hayatı boyunca peşinden koşturan bir hayaldi. Bu hayalin gerçeğe dönüşmesinde Şeyhülislâm Hayri Efendi’den büyük destek gördü.
Kurulacak kütüphane için Ali Emîrî Efendi’nin düşündüğü bina, Şehit Ali Paşa Kütüphanesi idi. Ancak I. Dünya Savaşı’nın olumsuz koşulları nedeniyle bu isteğinden vazgeçip kendisine önerilen Feyzullah Efendi Medresesi’nde karar kıldı. Binanın iç mekânı kısa sürede bir kütüphanenin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlendi ve öncelikle Arapça kitapların bir listesi Hüseyin Hüsameddin Efendi tarafından yapıldı. Kütüphanenin adını, Ali Emîrî Efendi kendisi koymuştur.
Millet Kütüphanesi’nin kitap koleksiyonu, “Feyzullah” ve “Ali Emîrî” olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Bu koleksiyonlarda büyük bölümü nadir ve tek nüsha olma özelliği taşıyan 6998 yazma, 20605 basma kitapla gazeteler, haritalar, hatlar ve fermanlar yer almaktadır.
Dîvânu Lugâti’t-Türk
Kitâbu Dîvânı Lugâti’t-Türk
“Kendim Türklerin en güzel konuşanlarından, asıl ve nesebçe en ileri bulunanlarından, en iyi kargı kullanan savaşçılarından olduğum halde, Türklerin hemen bütün illerini, obalarını, çöllerini karış karış gezip dolaştım. Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Çiğil’in, Yağma’nın, Kırgız’ın dillerini, kafiyelerini tamamen zihnime nakşettim. Bu konuda o kadar ileri gittim ki, her boyun lehçesi bence en mükemmel surette elde edilmiş oldu. İşte bu kitabımı, bu kadar uzun inceleme ve araştırmadan sonra, en süslü tarzda en düzgün bir üslup üzere yazdım. Dünyaca, adımı dünyanın sonuna kadar yedettirmek; âhiretçe, bitmez tükenmez azık olmak maksadıyla, Cenab-ı Hak’tan inayet diliyerek meydana getirdiğim şu esere Kitâbu Dîvânı Lugâti’t-Türk adını verdim.”
Kaşgarlı Mahmud
Kitâbu Dîvânı Lugâti’t-Türk, 11. yüzyılda Türk dilinin ve kültürünün zenginliğini göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından yazıldı. Yüzyıllar boyunca yalnızca adı bilinen ama kendisi kayıp olan bu efsane kitabın günümüze ulaşabilmiş biricik nüshası 1914 yılında Ali Emîrî Efendi tarafından İstanbul’daki bir sahaf dükkânında bulunarak bilim dünyasına armağan edildi.
Kaşgarlı Mahmud tarafından Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılan ilk Türk dili sözlüğü.
Kaşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t Türk’ü 25 Ocak 1072’de yazmaya başlamış ve 12 Şubat 1074’de tamamlamıştır.
Türk dilinin ilk sözlüğü olan kitap, çeşitli Türk boylarından derlenmiş, Türkçe’nin XI. yüzyıldaki dil özelliklerini belirten bir ağızlar sözlüğü karakterini taşır, ama eser yalnızca bir sözlük olmayıp Türk tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına, dönemin toplumsal hayatına dair zengin bilgiler de içerir, aynı zamanda dönemin tıbbi tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren bir ansiklopedik eser niteliği de taşımaktadır.
İçinde yer alan harita da ilk Türk dünyası haritası olması açısından çok önemlidir.
Divanu Lugati’t Türk’ün bilinen tek yazma nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir, Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı asıl nüshadan – ki bu kayıptır – 1 Temmuz 1266’da Muhammed b. Ebu Bekir b. Ebül es Savi tarafından yeniden yazılan bu yazma büyük boy 319 varak içerir.
Yıllarca ele geçirilemeyen eser II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden yıllarda İstanbul’da bulunmuş ve Ali Emiri tarafından 30 altına satın alınmıştır.
KİTAP VE KÜLTÜR AŞIĞI BİR KAHRAMAN: ALİ EMÎRÎ EFENDİ
Bir müessese kurmak… Hele de bunu siyasi ve kültürel inkiraz dönemlerinde gerçekleştirmek. Belki de ancak bunu yapabilenler kahraman olma vasfını elde ediyorlar. Bence Ali Emîrî böyle bir kahraman.
O, koca imparatorluğun kültürel birikimini haiz son Osmanlılardan ve gerçek kitap dostlarındandı. Onunla ilgili anlatılan ve yazılanlar hep, kitapla ilişkisinin hastalık derecesinde olduğuna dairdir.
Bir ömre yayılan kitap aşkı.
Seçici bir kitap kolleksiyoneri olan Emîrî, özellikle nadide eserleri maaşından artırıp toplayan, parayla alamadıklarına yoğun bir uğraşı ile istinsah ederek sahip olmaya çalışan müstesna biri.
Sadece, onun çok seçici toplayıcılığının ve korumacılığının ürünü olan kitaplarının yer aldığı bu mekan değil, Ali Emîrî’nin kendisi de çok özel bir kütüphaneydi. Hafızasında yüz binin üzerinde Türkçe beyit bulunmasıyla övünen, tarih içerisinde toplum hayatının önemli şahsı kabul edilebilecek hemen herkese dair malumat sahibi canlı bir kütüphaneydi.
Emîrî’nin hayatı, geçen yüz yılın kitaplarla ilgili çok ilginç magazin hikayeleri ile doludur.
Onu pek çok insan Türk kültür tarihinin eşsiz eseri Divanu Lugati’t-Türk’ü bulan ve onu bütün Türk dünyasının hizmetine sunan kişi olarak tanıyor.
Ali Emîrî Efendi, kendi milletinin kültürüne ait bu çok kıymetli eserleri kendi adına bir kütüphanede toplamak isteyen devrin yöneticilerine, bunların milletin malı olduğunu söyleyerek kabul etmemiş ve buranın Millet Kütüphanesi olarak adlandırılmasını önermiştir. Bu davranış onun bir başka kahraman yanını daha gözler önüne serer.
Bu mekan, bir Osmanlı aydınının hayatı boyunca ve hayatının en önde gelen anlamı olarak topladığı kitapların ait olduğu yere, milletine emanet edildiği çok kıymetli bir kütüphane. Adının anlamı bu bilgiyle daha da değer kazanıyor.
Son yıllarda, kütüphanelerin, kültür hayatının canlı bir merkezi, sosyal hayatın bir parçası olması için başlattığımız süreçte Ali Emîrî’nin Millet Kütüphanesi’nin de önemli bir yeri var. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu nitelikteki eserleri kamuoyunun daha çok ilgisinin çekilmesi amacıyla bazı itibarlı kuruluşlarla birlikte ele alıp yönetme anlayışını uygulamaya koymuş ve bunun ilk başarılı sonucu da burada alınmıştır. Suna ve İnan Kıraç Vakfı ile birlikte başlattığımız restorasyon ve kütüphanenin çağdaş bir yapıya kavuşturulması projesi böylece hayata geçmiş olmaktadır. Vakfın himmeti sadece restorasyonu değil, kitapların çağdaş bir biçimde okuyucuya sunulmasını da kapsamaktadır. Bu çalışmayı inanıyorum ki Bayezid Devlet ve Süleymaniye kütüphaneleri izleyecektir. Bu açıdan Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ve onların değerli yöneticilerine teşekkür ediyorum. Aynı şekilde deprem sonrası bir süre Bayezid Devlet Kütüphanesi bünyesinde misafir olan ve şimdi asli mekanlarına dönen kütüphane çalışanlarına ve Genel Müdürlük elemanlarına da teşekkürlerimi sunuyorum. Bu kütüphaneyi, her yönüyle, tarihimiz için paha biçilmez bir değer ve kültür tarihimizin bir mirası olarak değerlendiriyor ve Millet(in) Kütüphanesine gereken önemi bundan böyle de vereceğimizi ifade ediyorum. Atilla Koç / Kültür ve Turizm Bakanı
ALİ EMÎRÎ EFENDİ
ÇOCUKLUK VE YETİŞME YILLARI
1274/1857 Şair Seyyid Mehmed Emîrî Çelebi’nin torunlarından Mehmed Şerif Efendi’nin oğlu Ali Emîrî, Diyarbakır’da doğdu.
1864 Diyarbakır Sülûkiye Mescidi Sıbyan Mektebi’nde eğitime başladı. Fethullah Feyzi Efendi’den ders aldı.
1866 4.000 beyitlik Nevâdirü’l-Âsâr’ı ezberleoi.
1868 Siirt Sancağı Şirvan Kaymakamı olan dayısı Abdülfettah Efendi’nin yanına gitti. Burada Mehmed Emin Efendi’den Gülistan okudu. Doğu klasikleriyle tanıştı ve yoğun bir okuma dönemine başladı.
1869 Diyarbakır’a döndü. Amcası Şaban Kâmi Efendi’den ders aldı ve hat sanatıyla ilgilendi.
1876 Diyarbakır Telgrafhanesi’ne devam etti. Sultan V. Murad’ın tahta çıkışı nedeniyle yazdığı 93 beyitlik kaside, Diyarbakır Vilâyet Gazetesi’nde yayınlandı.
1877 Mardin Sancağı Tahrirat Kalemi’nde memurluğa başladı. Mutasarrıf Mehmed Said Paşa’yla tanıştı.
1878 Diyarbakır’a döndü. Tezkîre-i Şu’arâ-i Âmid için mezartaşı kitâbelerini tespit etmeye başladı. Mesnevî şârihi Âbidin Paşa’yla (1843-1908) tanıştı.
BULUNDUĞU GÖREVLER
2 Eylül 1879 – 2 Mart 1880 Diyarbakır Heyet-i Teftişiye Kalemi müsevvidliğinde memurluk.
8 Ağustos 1880 – 10 Eylül 1880 Ankara Vilâyeti Merkez Sancağı Âşar Müdiriyeti.
3 Mart 1881 İç-İl Merkez Sancağı Âşar Müdiriyeti.
12 Şubat 1882 Kozan Merkez Sancağı Âşar Müdiriyeti.
22 Eylül 1884 Adana Merkez Sancağı Âşar Müdiriyeti.
22 Şubat 1886 Adana Vilâyeti Âşar Nezareti Başkitabeti.
12 Şubat 1886 İstanbul’a geldi.
6 Şubat 1887 Leskovik Sancağı Muhasebeciliği.
12 Temmuz 1888 Kırşehir Sancağı Muhasebeciliği.
27 Eylül 1894 Trablusşam Sancağı Muhasebeciliği.
1 Temmuz 1895 Mamuretu’l-aziz (Elazığ) Defterdarlığı.
8 Ekim 1895 Erzurum Defterdarlığı.
13 Ağustos 1896 Yanya ve İşkodra vilâyetleri Maliye Müfettişliği.
2 Nisan 1900 Yemen Vilâyeti Maliye Müfettişliği.
20 Kasım 1900 Halep Defterdarlığı.
17 Eylül 1901 İstanbul’a döndü.
22 Nisan 1905 Maliye Kupon İdaresi Müdiriyeti ve Yemen Heyet-i Teftişiye Âzalığı.
4 Ağustos 1906 İstanbul’a döndü.
23 Kasım 1907 Devlet memuriyetinden emekli oldu.
YAYINCILIK VE KÜTÜPHANECELİK YILLARI
1909: “Âmid-i Sevdâ”yı yayınladı (6 sayı).
1914: Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü buldu.
1916: Millet Kütüphânesi’ni kurdu.
31 Mart 1918: “Osmanlı Tarih ve Edebiyatı Mecmuası”nı yayınladı (31 sayı).
1918-1921: Hazine-i Evrak Tasnif Heyeti Reisliği yaptı.
1922: “Tarih ve Edebiyat”ı yayımladı (5 sayı).
23 Ocak 1924 Vefat etti; Fatih Camii haziresine defnedildi. Mezartaşı kitabesi hattat Hâmid Aytaç tarafından yazılmıştır: “Hûve’l-bâkî. Fâtih’te Millet Kütübhânesi müessisi efâzıl-ı islâm’dan ve şu’arâ-i zü’l-ihtirâm’dan farü’l-udebâ Diyarbekir’li Ali Emîrî Efendi merhûmun karargâh-ı ebedîsidir. 1343/1924”
Ali Emîrî Efendi ve Dünyası – Bu yazı 2007 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 2. sayısından alınmıştır.