Pazartesi , 7 Ekim 2024

Anılarını Fısıldayan Şehir : Silvan

Yazı ve Fotoğraflar : Fatih Sınar

Artuklu şaheserinin önünde anlatıyor memleket insanı; “Uzun yıllar önce bir vesileyle yolum İstanbul’a düşmüştü. Beyazıt’ta namaz çıkışında, benim yaşlarımda bir beyefendiyle tanışmış, sohbete dalmıştık. İstanbulluydu. Benim de nereli olduğumu merak etti, Diyarbakırlı olduğumu söylemiştim. Yüzündeki sıradan ifade değişmiş, benimle sohbet etmekle hata yapmış gibiydi. ‘Sorunlu coğrafya’dan biriydim onun için. Aynı secdeye alın koymuştuk ama sohbet bitmişti yine de. Ayrılırken demiştim ona, ‘Bir gün bizim oralara yolun düşerse, başım üstünde yerin var’… Yıllar geçmişti, şurada, senin dolmuştan indiğin yerde yaşlıca biri indi. Buralardan olmadığını anladığımda, ‘hoş geldin’ babında selam verdim. Bir-iki sözden sonra Beyazıt’ta karşılaştığım o İstanbullu olduğunu anladım onun. Ardından kendimi hatırlattım. Kızı burada öğretmenmiş, hatta torunumun öğretmeniymiş. Onu ziyarete gelmiş… Kaderin cilvesi.”

gezgindergi-turkiye-silvan (4)

Koltuklarının bordo kumaşları yırtılmış, kirli beyaz renkli dolmuşta süren bir saatlik yolculuğun ardından tarihin en eski kentlerinden birine varmıştım. Silvan’a ilk adımımı attıktan sonra, karşımdaki merdivende dikilen aksakallı amca önce Kürtçe seslendi. Anlamadığımı fark edince bu kez ‘hoş geldin’ diyerek Türkçe selamladı. Ardından anlatmaya başladı, yıllar öncesinden anılarına mıhlanan bu İstanbul hikâyesini. Sonra ekledi, “İnsan, insandan niye korkar? Niye sinesini açmaz aynı topraktan geldiği kardeşine? Aynı secdeye gidip de yaratılanı niye sevmez Yaradan’dan ötürü? Neyi paylaşamaz kardeşinle? Oysa burası hepimizin”… Serzenişi içtendi, onun yaşındaki her insanın duaları gibi samimi. Çoktan 80’li yaşlarına girmiş olmasına rağmen genç ruhuyla kendisini Farqınî (Farqınlı) olarak tanıtıyordu şehre gelene. Şehrin tanınmış simalarındandı kendisi. Hem hâli sorulur, hem vaziyete çare aranırdı yanında… Onun vesilesiyle Dikran’ın, Jüstinyen’in, Mervan’ın, Selahaddin’in şehrine, yaşayan ismiyle ‘merhaba’ demiş oldum böylece.

gezgindergi-turkiye-silvan (10)

Diyar-ı Bekir’in hazan rengi topraklarında, bu sarı beldede samimi bir his dolaşıyordu, ruha sirayet eden. Bugünün Silvan’ı da Anadolu’nun bîçare şehirleri gibi yaşanmışlıklarını günümüze pek yansıtamamış, anılarında saklamak zorunda kalmıştı. Öylece mahzun duruyordu. Defalarca ismi dahi değişmiş bu şehrin sokaklarında bugün kırıntı hikâyeler dolaşıyordu, sayısız. Tuğla, kerpiç yahut betonarme binaların arasına sıkışmış saklı bahçesindeki zengin hatırasını anlatmaktan sakınmıyordu kapısını çalanlara. Bazen bir mezar kitabesi oluyordu buna vesile, bazen sokakta rastgele bir Silvanlının rehberliği. Roma surlarının kalıntıları arasından sıyrılan Kulfa Kapısı’nın orada misafirini bekleyen mahalleli gibi. Yanına vardığımda onlarca kuşatmaya dayanmış kapıdan, kapının hâlâ yerinde duran taşlarından, taşların üzerine işlenmiş kitabesinden bahsetmeye koyuldu hiç beklemeden. Tarih yatağı bu şehri anlatmayı görev edinmiş hevesli bir öğretmen gibiydi…

İleride Aslanlı Burç vardı. Artuklu’nun mâmur hale getirdiği şehre Eyyübiler’in bir katkısı olarak asırlara direnmiş. Yakınlarındaysa başka bir burç çağlara meydan okumuş, bir zamanlar devasa şehir surlarından geriye kalan hatıradan biri olarak duruyordu. Kulfa Kapısı’nda tanıştığım mahalleli, girişi görünmeyen bu burca götürebileceğini söyledi. Bir misafir olarak bu çağrıyı kabul ettikten sonra, bir evin kapısından içeriye girmiş, evin damında bulmuştum kendimi. Çamaşır ipleri ve anteni atlayarak burcun yanına vardım. Tarihinin geri kalanına bir evin damında devam ediyordu Artuklu burcu, beyaz güvercinlerin arasında sarıya çalan kahverengiyle…

gezgindergi-turkiye-silvan (9)

Romalı askerlerin ebedî meskeni
Evin büyük oğlu, Barış, yandaki mezarlığı göstererek, farklı asırlardan binlerce şehirlinin ebedî istirahatgâhı olduğundan bahsetti. Kitabeli mezar taşlarının yanına beyaz mermerler de dikilmişti artık… Asırlar önce, Sasani İmparatoru’nun emriyle öldürülen 40 Hristiyan askerin cenazelerinin İran’dan taşınarak buraya gömüldüğünü anımsadım. O şehitlere atfen Doğu Roma burayı bir süre ‘şehitler şehri’ (Martyropolis) olarak anmıştı. Evvel zamanda Ermeni Kralı Dikran’ın kurduğu şehrin ismi bilinen ilk değişikliğini yaşamıştı böylece, şehitlere vefa niyetiyle… Birkaç asır sonra ise yeryüzünü Ayasofya’yla taçlandıran Jüstinyen, şehrin kalesini ve surlarını güçlendirip, burayı civarın merkezi hâline getirmişti. Dikran’dan sonra şehrin ikinci kurucusu gibi görülmüştü Doğu Roma İmparatoru. Şehir onun ismiyle, Justinianopolis olarak anılmaya başlamıştı artık. Şehitler şehri, Jüstinyen’in şehri olmuştu.

gezgindergi-turkiye-silvan (8)

Zarif payitaht
Jüstinyen’in şehri İslam ordularının kontrolüne geçmesiyle, kimliğine İslam’ı da ekleyerek coğrafyanın zarif şehri olmayı sürdürmüştü. Mervaniler ve Artuklular, artık Meyyâfârikîn olarak bilinen beldeye, tarihten kalan bu emanete hak ettiği değeri vermeye çalışmıştı. Şehir, her iki devlete de payitahtlık yapmış, medeniyet havzası Mezopotamya’nın kıyısında nazar boncuğu gibi alımlı selamlamıştı bu coğrafyayı. Artuklular sanattaki zarafetini Meyyâfârikîn’e hediye ettikleri camiyle duyurmuştu âdeta. Tarihin sayfalarında yok olup gitmeyen Artuklu şaheseri, 9 asır sonra bugün de aynı ruhla mâbet olmaya devam ediyordu Silvanlılara. Selahaddin Eyyübi’nin de emeği geçtiğine inanıldığı için şehir sakinleri bu mâbedi, onun ismiyle anarak vefa borcunu ödüyordu sanki. Avlusunda Farqınî amca anlatıyor yine, “İnönü döneminde burası cami olarak kullanılmadı. Asırlardır mabet olan Ulu Cami’yi, asker için ayırmışlardı onlar. Yıllarca atıl kaldı bu zarif cami.”

gezgindergi-turkiye-silvan (7)

Cesur Meyyâfârikîn
Gün gelmiş, Moğollar’ın kılıcı Meyyâfârikîn’in kapısına da dayanmıştı. Asrın tek tek düşen şehirlerine inat Meyyâfârikîn teslim olmamış, neredeyse iki yıl süren Moğol kuşatmasına dayanmıştı. Kıtlık, hastalık, acı dolu kuşatmanın ardından, 20 bine yakın olan nüfus birkaç yüz kişiye kadar gerilemişti. Moğollar’a karşı cesur direnişine Memlük hükümdarı Baybars hayran kalmış, kervanlarla yardım göndermişti bu şehre. Yine de Meyyâfârikîn daha fazla dayanamamış, düşmüştü. Bu düşüş, Dikran’ın ulu şehrini köreltmişti. Meyyâfârikîn bir daha eskisi gibi parlamayacaktı Mezopotamya’nın kıyısında. Asırlar geçtikçe, eserler silinecek, birkaç ipucu kalacaktı geriye; şehrin eski zamanlardaki yüceliğini fısıldayan… Hepimizin şehri Meyyâfârikîn, Kürtçe’de Farqın, Türkçe’de Silvan olarak anılacaktı artık.

Anılarını Fısıldayan Şehir : Silvan – Bu yazı 2015 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 95. sayısından alınmıştır.

gezgindergi-turkiye-silvan (5) gezgindergi-turkiye-silvan (3) gezgindergi-turkiye-silvan (2) gezgindergi-turkiye-silvan (1)

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir