Cuma , 4 Ekim 2024

Ardahan

Bazı şehirleri görmeden hissedersiniz. Kars, Iğdır, Rize, Ardahan, Hakkari, Kırklareli gibi şehirler aklıma geldiğinde bir ıssızlık ve yalnızlık hissederim şehirler adına. Kendi içinde gurbeti yaşayan şehirler. Nitekim Ardahan’a gecenin ilk ışıkları ile girdiğimde hislerimin ne kadar doğru olduğunu anlayacak ve o yalnızlığa ben de katılacaktım.

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Sayısal anlamda da Türkiye’nin en küçük ili olan Ardahan, alabildiğine geniş bir yaylanın ya da ovanın ortasında sessiz ve yalnız. Sabah kaldığımız misafirhanenin penceresinden meraya giden hayvanları ve başındaki çobanı görmem bir şehir yalnızlığının ötesinde, bir mekanın tabiiliğini de hissettiriyordu.

Ardahan resmi kayıtlarda bir il, ancak sosyal anlamda bir köy ile şehrin tabii karışımı. Merkeze doğru gittikçe şehri hissederken, çevreye kenara doğru çıktıkça bir köyde olduğunuzu hissediyorsunuz. Şehrin sosyal hayatını bir bakıma sadece öğrenciler temsil ediyor. Ancak ne kadar merkeze giderseniz gidin, şehrin ortasında bir at arabası ile karşılayabiliyor ya da önünde birkaç koyun veya inek onları bir yerden bir başka yere götüren-güden ya da bir atın üstünde caddede bir yerden başka bir yere arabasıyla gider gibi giden insanlarla karşılaşabiliyorsunuz.

gezgindergi-turkiye-ardahan-2

Ardahan’ın tarihine ait en eski yazılı belge Çıldır Gölü’nün güneybatısındaki Taşköprü Köyü Kayalığı’na Urartu Kralı II. Serdur’un (M.Ö. 753-735) kazdırdığı fetih kitabesidir. Yörede ilk Türk yerleşimi M.Ö. 720 yılında Kıpçaklar’ın ataları olarak kabul edilen Kimmerler’in bölgeye gelmesiyle başlamıştır. M.S. 628 yılında Hazar Türkleri’nin bir kolu ve Ardahan adının kaynağı olan Arda Türkleri yöreyi ele geçirmişlerdir. 1069 yılında Alparslan tarafından fethedilerek Selçuklu egemenliğine giren Ardahan 1551’de Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dahil olmuştur. Kura Nehri yukarı havzasında yer alan Ardahan, Göle, Hanak ve Çıldır bölgesi 93 Harbi olarak bilinen 1877 Türk-Rus Savaşı’na kadar Osmanlılar’ın “ARDAHAN SANCAĞI ”nı oluşturuyordu.

1828-1855 yıllarında Rus işgaline maruz kalan Ardahan, 1878 Berlin Antlaşmasıyla savaş tazminatı yerine Kars ve Batum’la “Elviye-i Selâse” (üç il) Ruslar’a bırakılmıştır. 1918 yılında imzalanan Brest-Litovsk Anlaşması ile Osmanlılar’a iade edilmiştir. Resmen “Elviye-i Selâse” denilen üç sancağın, 1918 Nisanındaki ilk kurtuluştan doğan sevinci altı aydan fazla sürmemiş; 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla Ermeni ve Gürcülerin işgaline uğramıştır. Bunun üzerine Ardahan, 5 Kasım 1918’de ilk Müdafaa-i Hukuk teşkilatı olarak Kars’ta kurulan Milli Şura adlı geçici hükümete katılmış; altı ay süresince doğuda Ermenilerle, kuzeyde Gürcüler’le mücadele edilmiştir. Milli Şura Hükümetince Mondros Mütarekesi şartları reddedilmiş, I. Ardahan Kongresi (3-5 Ocak 1919) ve II. Ardahan kongresi (7-9 Ocak 1919) ile kurtuluşa giden yol açılmıştır.

Mütareke sonrası Osmanlı Devleti´nin bölgede varlığı sona erdiğinden, büyük devletlerin himayesinde, bölgeyi Ermenistan´a dahil etme çabaları başlar. Bölgede ezici bir çoğunluğa sahip olan Türk- Müslüman halk, Wilson ilkeleri doğrultusunda oluşacak fiilî bir durumu engellemek amacıyla Kars, Batum, Ardahan, Oltu ve Doğubayezid´i içerisine alacak olan bağımsız bir Türk Devleti kurma çabalarının içerisine girerler, işte Kars Millî İslâm Şurası, Oltu islâm Şurası ile I. ve II. Ardahan Kongreleri, bu sürecin çok önemli parçalarıdır. Mütareke sonrası Kars´ın ileri gelenleri bir araya gelerek Kars Milli İslâm Şurası´nı teşkil oluştururlar. 5 Kasım 1918 ile 19 Nisan 1919 tarihleri arasında çalışmalarını sürdüren bu yerel hükümet, İngilizlerin destekleyeceği bir Ermeni devletini oluşturacak gelişmelerin önüne geçmek isteyen Kars ve Ardahanlı aydınlarca 5 Kasım 1918´de “Kars Millî İslâm Şurası Merkez-i Umumisi” teşekkül ettirildi.

gezgindergi-turkiye-ardahan-3

Daha sonra çalışmalarını hızlandıran şura 18 Ocak 1919´da “Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkata-i Milliyesi” adını aldı. 19 Nisan´da İngilizler tarafından bu hükümete son verilerek kurucuları ve ileri gelenleri Malta´ya sürgüne yollandı. “Ardahan Milli İslam Şurası” da Kars ile aynı paralelde hareket etmiştir. Kars´ın faaliyetlerine ingilizlerce son verilmesi üzerine Gürcüler de harekete geçerek, Ardahan Milli İslam Şurası´nı 26 Nisan 1919´da askeri yöntemlerle dağıtırlar. Bize şuranın hala ayakta olan taş binasını gezdirenler “Kurtuluş” buradan başlamıştır demeyi de ihmal etmediler. Ardahan, Kazım Karabekir Paşa ve Halit Paşa komutasındaki ordu tarafından 23 Şubat 1921’de işgalden kurtarılmıştır.

Doğu Anadolu Bölgesi’nin Karadeniz Bölgesi’ne komşu olduğu kuzeydoğu kesiminde yer alan Ardahan, yüksek ve engebelidir. İl merkezinin rakımı 1800’lerde. Bölgede 3.000 m ’yi aşan dağlar var. Yalnızçam Dağları Artvin il sınırı boyunca uzanır. İlin kuzeydoğu kesiminde Keldağ (3.033 m), doğu kesiminde Akbaba Dağı (3126 m) yer alır. İl topraklarının güney kesimini de Allahuekber Dağları ve Kısır Dağı (3.197 m) engebeli hale getirir. Allahuekber Dağlarına bağlı Kabak Dağı (3.054 m ) il sınırı içinde kalır. Kısır Dağı 3.197 m ile ilin en yüksek noktasıdır. Ardahan Platosu ilin orta kesiminde yer alır. Yüksekliği 1800-2000 m’ dir. Erciyes’in bozkırın ortasında bir gelin gibi süzüldüğü orta Anadolu dağlarına karşın buradaki dağlar bir yaylanın üzerinde boynunu uzatan genç delikanlılara benziyor.. Birinde güzellik diğerinde huzur…

Kura nehri ve kolları tarafından plato yüzeyi parçalanmıştır. Bu akarsuların en önemlisi platoyu baştan başa geçen Kura ırmağıdır. Çıldır Gölü; ilin güneydoğu kesiminde yer alır, yüksekliği 1.959 m’dir. Ardahan’da tarih deyince ilk göze çarpan yapı hala ayakta duran kalesi. Şehre hakim bir tepede bulunan kaleden Ardahan’ın tamamını seyredebiliyorsunuz. Şehrin içinde yüzyılın başından kalmış birkaç taş yapı betonun yayılan egemenliğine karşı hala direncini sürdürüyor ve geçmişin o yanık türkülerini bize taşıyor.

gezgindergi-turkiye-ardahan-4

Ardahan’da bizi en derinden etkileyen ise Yanık Camii oldu. İsminin yanık olduğunu duyar duymaz irkiliyor ve ne olduğunu az çok tahmin edebiliyorsunuz. Ardahan Ruslar ve Ermeniler tarafından işgal edildiğinde mahalle halkının içine doldurularak yakıldığı için bu caminin adı Yanık Cami. Camiin harabelerinin olduğu yerde bir anıt dikilmiş ve yakılan camiin bir de maketi var. Camii daha sonra yeniden yapılmamış.

Anıtın olduğu bölgede dikkatimizi çeken bir mısraı ise o dönem yaşanan sancıların adeta bugüne yansıması…

Ardahan can idi gitti
Lisanı Türk idi gitti
Sultan Hamid’e haber verin
İstanbul’un kilidi gitti

Aidiyetin, genişliğin, sınırların, sonsuzluğun ne olduğunu ancak bu duyguları hissederseniz anlayabiliyorsunuz. Bugün başta Ardahan olmak üzere böylesi küçük şehirlerimizin en önemli sosyal ve kültürel dinamiği şüphesiz ki üniversiteler. Bu anlamda Ardahan’da da Üniversite şehrin en temel değişim ve gelişim dinamiği. Bu anlamda şehire göre büyük diyebileceğimiz bir Üniversitesi var Ardahan’ın. Bunda kendisi de Ardahanlı olan rektör Ramazan Korkmaz beyin büyük katkıları var. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’de Dekan Hakkı Büyükbaş’ın öncülüğünde katıldığımız Necip Fazıl Sempozyumu ve bu sempozyuma öğrencilerin gösterdiği ilgi de dikkate değerdi.

gezgindergi-turkiye-ardahan-5

Ardahan’da şehir merkezinde bile gördüğümüz her insanın yüzü toprağa benziyor. Çorak, ıssız ve sessiz. Yalnızlığına ayaz çok çalmış Ardahanlıların. Bu onların bakışlarını çelik yapmış. Kendine güvenleri ve varlığa kanaatleri bakışlarından belli oluyor. Ekonomik imkansızlıklar nedeniyle bu toprakların terkedilmesine çok hayıflanıyorlar. Kendi çocukları başka şehirlere giderken, başka şehirlerin çocuklarının Üniversite vasıtasıyla Ardahan’a gelmelerinin buruk sevincini yaşıyorlar.

Çıldır gölüne gidememenin üzüntüsünü, kar düşünce geleceğiz umudu biraz olsun telafi ediyor. Balını, tereyağını istediğimiz gibi tadamasak da etini ağzımıza alır almaz hissettiğimiz lezzet kesinlikle şehirlerde unuttuklarımızdan. Yemek yemek için gittiğiniz bir lokantada özellikle Ardahan suyu istemek ise ayrı bir keyif. Çünkü hazır sulardan çok daha güzel. Dolayısıyla Ardahan’a vardığınızda gözü yumulu yapacağınız şey suyunu içmek, etini, tereyağını, peynirini ve balını hiç kaygılanmadan yemek.

Ardahan’ın yaylaları ve dağları hala türkü kokuyor. Tabiatın fıtriliği, insanın fıtriliği ile doğru orantılı. Karşılaştığımız insanların buraya yaz gelmez ama siz yine de kışın da bir gelin, kar düşünce de gelin ve buraları görün demelerinden insanların fıtratlarını kaybetmediklerini, tabiatla olan aidiyetlerini yitirmediklerini anlayabiliyoruz. Kar düşünce bir Çıldır Gölü gezisi yapmayı içimizden geçiriyor ve kendimizi yaylaların buz gibi rüzgarlarına bırakıyoruz. Bir taraftan Şavşat ve bize uzaktan görünen Kaçkarları seyrederken, öbür taraftan da İstanbul’a en uzak bir şehrin nasıl İstanbul’un kilidi olduğunu düşünüyor ve anlıyoruz.

Bu yazı 2014 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 90. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir