Yüzyıllar boyunca atlarla iç içe yaşamış insanlar. Pek çok binek hayvanının ötesinde çok özel bir yeri olmuş. Yolculukta, savaşta, günlük hayattaki hususi yerini korumuş. Derken II. Dünya Savaşı’yla birlikte, birdenbire makinelerin hayatımıza girmesi atlarla aramıza uçurumların girmesine sebep olmuş. Her ne kadar günlük hayatımızdaki eski yerini almaları mümkün olmasa da son yıllarda atlara, biniciliğe karşı büyük bir yöneliş olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Doğal yaşama yeniden dönme çabalarının bir parçası olarak da okunabilir belki bu ilgi. Biz de bu ilgiye bir miktar daha katkı yapalım dedik ve atlara karşı kayıtsız kalamayacağınız bilgiler topladık sizin için.
Yazı: Zeynep Yörük
Fotoğraflar: Kadir Çivici
Ben Atlara ve Uzaklara Hayrandım
Atların fiziksel özelliklerini, kabiliyetlerini öğrenince hayran olmamak elde değil. Biraz ansiklopedik bilgi vererek başlayacağız ama bu bilgiler oldukça enteresan.
Atın karmaşık ve iri beynindeki bilhassa kasları kontrol eden bölümü oldukça gelişmiştir. En zeki hayvanlardan biri olarak bilinen atların duyuları insanlardakinden çok daha üstündür. Atlarda, diğer hayvanlarda olduğu gibi köprücük kemiği yok. Bu nedenle daha büyük adım atabiliyorlar. Çok daha enteresan bir bilgi verelim: Atların bacaklarında öyle bir kemik ve kas mekanizması var ki, hızları arttıkça harcadıkları kuvvet düşerken hareket edebilme yetenekleri de kuvvetleniyor. Evet, tıpkı otomobillerdeki vites sistemi gibi! Atlar da hızlandıkça âdeta vites büyütüyorlar.
Ortalama ömrü 20-25 yıl olan atların sinir sistemleri oldukça gelişmiş. Bu durum onlarda içgüdülerin, belleğin ve karar verme yetisinin güçlü olmasını sağlıyor. Koklama ve işitme duyuları bize göre çok çok hassas. Tüm bunlar sebebiyle suyun, ateşin yanı sıra tehlikeleri de çok uzaktan fark edebiliyorlar. Tehlike karşısında ilk tepkileri kaçmak ya da hareketsiz kalmaktır. Kendilerini güvende hissetmedikleri zaman da ayakta uyuyabilirler çünkü ayaklarının kilitlenebilme gibi özel bir vasıfları var.
Atlar kolay kolay saldırıda bulunmazlar. Saldırırlarsa kötü muamele görmüşlerdir ve kaçma olanakları kalmamıştır. Zaten şefkat duygusu oldukça yüksek hayvanlardır. Mesela binicileri düşerse –dörtnala koşuyor olsalar dahi– binicilerine basmamak, ona zarar vermemek için olağanüstü gayret sarf ederler.
At, iri gözlerinin konumu sebebiyle insanlara göre çok daha geniş bir alanı görür fakat renkleri ayırt edemez. Sadece yakın bir mesafeyi 3 boyutlu, net görebilir. Görsel bellekleri oldukça güçlüdür. Bu nedenle bir şahıs, bir nesne ya da mekân daha önce korku uyandırmış ise ondan çekinirler.
Atın yavrusuna tay dendiğini biliyoruz ama yeni doğmuş yavruya “kulun” dendiğini duymamışız olabiliriz. Damızlık erkek ata “aygır”, dişisine “kısrak” deniyor. “Beygir” ise koşum atlarının erkeği için kullanılmakta. Atın rengi ise “don” olarak adlandırılıyor. Başlıca at donları yağız (kara), al (kızıl-kahve), doru (gövde kahverengi, yele ve kuyruk kara), kula (gövde koyu sarı, yele ve kuyruk kara), kır (koyu kıllarla karışık ak) ve boz (al don üzerine ak kıllar) olarak sıralanabilir.
Atın arka ayaklarındaki ak lekelere “seki”, alnındaki ak lekeye “kartopu”, alından burnun üstüne doğru bir çizgi halinde uzanan aklığa –ki bu çizgi oldukça ayrı bir hava katıyor atlara– “akıtma” denmekte.
Pek çok at türü bulunmakla beraber safkan binek atlarının en ünlü soyları Arap atı ve Arap atından türeyen İngiliz atıdır. İngiliz atı hızlı koşar fakat erken yorulurken Arap atı ona nazaran daha yavaş koşmakla birlikte daha uzun süre yol alabilir. Bu atların bizim köylerimizde gördüğümüz, bindiğimiz atlardan çok daha iri, özel atlar olduklarını da söylemeden geçmeyelim.
Atın yürüyüş şekillerinin de ayrı ayrı isimleri var. “Rahvan” bana hep büyülü bir kelime olarak oldukça şiirsel gelmiştir. ‘Düz ve çabuk yürüyüş’ü ifade ediyor rahvan. Hafif yürüyüş “âdeta”, süratli yürüyüş “tırıs”, sıçrama şeklinde yürüyüş-koşma da “dörtnal” olarak adlandırılıyor.
Atın Nefesi Şifadır
Atalarımız “Atın nefesi şifadır” derlermiş. Nefesi derken parçadan bütüne işaret var sanki. Ata binmenin insan bedeninde gerçekten inanılmaz faydaları var. Mesela bugün “hipoterapi” diye adlandırılan bir yöntemle zihinsel engelli çocukların yanı sıra pek çok sağlık problemi olan insanlara atlarla tedavi uygulanmakta. Türkiye’de de pek çok yerde hipoterapi uzmanları hizmet veriyor.
Atın insan vücudundan 1,5-2 derece daha sıcak olması, binen kişinin denge kurmak için gayret sarf etmesi, bu sayede kasların gelişmesi, ata hükmedebilmenin verdiği özgüven, beceri kazanmanın mutluluğu gibi durumlar çok olumlu sonuçlar vermekte. Öyle ki, tedavi gören çocuklar atlarla buluşacakları günü iple çekiyorlar. 10 yaşına kadar hiç konuşmamış olan bir çocuğun atlarla tanışmasından kısa bir süre sonra konuşmaya başlaması ve ilk söylediği kelimenin de “at” olması oldukça manidar. Hipoterapinin özellikle otistik çocukların bedensel algılarının ve duygularının gelişmesinde çok büyük bir rolü var. Felç, konsantrasyon eksikliği, hiperaktivite, omurga rahatsızlıkları, mongolizm, zekâ geriliği, kas ve iskelet sistemi hastalıkları, enfarktüs sonrası, güven problemi ve psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra işitme-görme bozuklukları gibi daha pek çok hastalığın tedavisinde atlar doğal bir şifa kapısı olabiliyor.
At Binenin, Kılıç Kuşananın
Atalarımızın hayatında atların ne denli önemi olduğunu az çok biliriz. Bir unsurun kültürümüzdeki yerini anlamak için atasözü ve deyimlere bakmak kafi olabiliyor çoğu zaman. “At yiğidin yoldaşıdır”, “Atın dorusu, yiğidin delisi”, “Atına bakan, ardına bakmaz”, “Atbaşı gitmek” gibi o kadar çok sayıda atasözü ve deyim var ki dilimizde; atların günlük hayatın ne kadar içinde olduğunun en büyük delili. Hunlar bu durumu dorukta yaşamışlar. Kaynaklara göre Hunlar atın üzerinde yer-içer, alışveriş yapar, hatta uyurlarmış. Yetiştirdikleri atların iriliğini ve kuvvetini tarif edebilmek için anlatılan, Çin Seddi’nin alçak yerlerinden atlayabilen atlar olduğu efsanesini duymuşsunuzdur. Savaşlarda mümkün mertebe yeni doğum yapmış kısraklar seçilirmiş. Bundaki hikmet ise, yeni doğum yapan atların şefkat duygularının dorukta olması, dolayısıyla binicilerine karşı çok koruyucu davranmalarıymış. Cirit, çevgan müsabakalarının yanı sıra at yarışlarının da tarihimizdeki yeri oldukça eskiye dayanıyor. Daha iyi, daha kuvvetli atlar yetiştirilmesine teşvik olması amacıyla düzenlenen bu yarışlara oldukça ehemmiyet verilirmiş.
Hükümdarların yüzyıllar boyunca atlarıyla birlikte gömülmesi âdeti de atlara verilen değerin bir başka delili. Osmanlı’da atlar hükümdarla birlikte gömülmese dahi onlara da ayrıca bir mezar yapılmış. Anadolu’da da İstanbul’da da pek çok at mezarı bulunmaktadır. Bu konuyla ilgilenenler için küçük bir bilgi verelim: Ebu’d-Derda’nın atının mezarı Karacaahmet Mezarlığı’nda, Fatih Sultan Mehmet’in atının mezarı ise Piyer Loti’de bulunuyor. Bir milletin at sevgisi bu kadar dorukta olur da klasik edebiyatına aksetmez mi? Elbette akseder. Divan edebiyatı şairlerinden bazıları eserlerinde atlara değinmenin de ötesinde onlara gazeller, kasideler yazmışlardır. Bununla birlikte ata binme adabından bakımına, faziletlerinden haklarına, seçiminden faydalarına kadar pek çok konuyu içeren eserler de kaleme alınmıştır.
Biz Koşu Bittikten Sonra da Koşan Atlarız
At’a Senfoni adlı eserinde Necip Fazıl “Dünyanın en güzel hikâyesini anlatacağım” diye başlayıp bize bir hikâye anlatır ve nihayetinde o meşhur cümleyi yazar: “…iyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, gittiler!..” (Bu söz Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında “O güzel insanlar güzel atlara bindiler, gittiler” şeklinde geçmekte ve Yaşar Kemal’e ait zannedilmekteyse de esasen Necip Fazıl’ın eseri 1958 yılında yayımlanmıştır.
Yaşar Kemal’in eserinin ilk basım tarihi ise 1973’tür.) Her ne kadar Memiş Ağa “gittiler” dese de inanıyoruz ki iyi atlar hâlâ var, elbette iyi insanlar da. Peki, çevrenizdeki iyi insanları toplayıp, soluğu en yakın at çiftliğinde almanız için daha neler söylemeliyiz? Güzel insanlarla güzel atlara binip güzel bir hafta sonu geçirmek istiyorsanız Türkiye’nin pek çok yerinde mevcut olan at çiftliklerinde, binicilik kulüplerinde binicilik derslerinin verildiğini belirtelim. Binicilik hakkında açılmış nice site var, oralardan bilgi edinebilirsiniz. “Kış geldi, soğuklar bi geçsin” demezseniz, oldukça uygun ücretler karşılığında atalarımızın kadim dostuyla tanışmanız mümkün.
Kitaplardan söz açılmışken atlara karşı ilginizi perçinlemek için birkaç kitap tavsiyesinde bulunalım: Abbas Sayar’ın Yılkı Atı (Ötüken Yayınları), Şaban Abak’ın Kayıp Atlar Haritası (Şiir, Ebabil Yayıncılık) ve Jeremy James’in Türk Atı (E Yayınları) adlı eserlerin yanı sıra Yaşar Kemal’in atlara geniş yer verdiği İnce Memed (YKY) romanını da okumanız bu yazıyla girdiğiniz kapıdan bambaşka yerlere alıp götürebilir sizleri: “Atlara ve uzaklara”…
At’a Senfoni – Bu yazı 2012 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 70. sayısından alınmıştır.