Tarih boyunca Anadolu insanı bakırı narin ve ince dokunuşlarla işlemiş ona hayat vermiştir. Bu sanat Selçuklu Devleti’nin lonca sistemiyle koruma altına alınmış olsa da Osmanlı Devleti’nde en parlak dönemlerini yaşamıştır.
Yazı ve Fotoğraflar : Ömer Koç
Bakırcılık ve kalaycılık birbirinden asla kopamayacak iki meslektir. Nerde bir bakıcı varsa orda mutlaka kalaycı vardır.
Ekmeğini topraktan çıkaran insanoğlu için ekmeğini toprak kaplarda pişirmekten daha doğal bir şey düşünülemezdi. Ama zamanla değişen bilgi ve beceriler sayesinde, madeni kullanmaya başlayan insan tarafından elde edilen eşyalarda değişti. Bir zamanların yerine başka bir şey ikame edilemeyen toprak kaplar güveçler yerini bakır tencerelere kaplara bırakmış oldu. Genel kabul görmüş bir kanıdır bu medeniyetin beşiği Anadolu’dur. Ve Anadolu’da bakırın kullanımı tarih öncesi devirlere MÖ 5000 yıllarına dayanmaktadır. Bir çağa (MÖ 5000-3000) adını veren bu maden aynı zamanda medeniyetinde simgesiydi. Bakır ilerlemenin ve zengin bir topluluk olmanın da öncüsüydü. Bu dönemde kolay işlenen bir maden olması nedeniyle av aleti yapımı silah yapımı zırh yapımı gibi çok çeşitli alanlarda kullanılmıştır.
Bakırdan imal edilen her şey günlük hayatın kullanım alanına girdiğinde artık bir uğraş olmaktan çıkıp bir meslek işkolu halini almıştır. Anadolu’da ilk olarak Bizans İmparatorluğu sonra Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti ile bakırcılık mesleği gelişmiştir. Tarih boyunca Anadolu insanı bakırı narin ve ince dokunuşlarla işlemiş ona hayat vermiştir. Bu sanat Selçuklu Devletinin lonca sistemiyle koruma altına alınmış olsa da Osmanlı Devletinde en parlak dönemlerini yaşamıştır. Halkın günlük kullanım eşyalarının yanı sıra hanedanın sarayları içinde kazan, testi, leğen, tas, tencere, tava, sahan, bakraç, mangal, ibrik, tepsi, saksılık ürünleri en iyi işçilikle üretilmiştir.
Ne var ki, bakır madeni ve bakır eşyalar kimi zaman kullanıma bağlı olarak, kimi zaman ateşin etkisi bazen de içine konan yiyeceklerin etkisi ile zamana yenilen eski görünüm kazanan bir madendir. Bakır madeni özünde kızıl bir renge sahiptir, ancak zamanla bu renk oksitlenme ve kararma yaparak korozyona uğramaktadır. Aşınmış yıpranmış zarar görmüş kararmış ve oksitlenmiş bakır eşyaların kullanılması insan sağlığı için son derece sakıncalıdır. Bu nedenle özellikle yemek yapılan yemek yenilen su içilen su kaynatılan günlük ev ve mutfak gereçlerinin saklanması sağlıklı kullanılması bakırın iyi korunması ile mümkündür. Binlerce yıldır bakırın korunması üç aşama ile gerçekleşmektedir.
Birinci aşama bakırın tavlanması sürecidir. Kalaylanacak kapların yüksek sıcaklıkta ateş üzerinde çürümüş ezilmiş yamulmuş taraflarının düzeltilmesi işidir, ayrıca bu işlemde bakır üzerine yapışan yağlar yabancı maddeler yanma suretiyle temizlenir kapların temizliği kalay tutma süresini uzatmaktadır.
İkinci aşama bakırın temizleme sürecidir, tavlanan bakır tuz ruhu ile yıkanır, kap ince kumlara daldırılarak el ya da ayak ile kuma sürterek pisliklerinden arındırılır bu işlem bakırın zımparalanması manasına gelir, kap daha sonra güzelce silinir. Kalaylanacak zemin kalay almasını engelleyecek tüm dış etkenlerden arındırılır.
Üçüncü aşama ise bu kızıl madenin yüzeyine, ak kurşun da denilen, parlak kül rengindeki gümüşü andıran bir maden olan kalayın eritilerek dökülmesi işlemidir. Gene ateş üzerinde bakır kabın bu kalay ile kaplanması ve son aşamada pamukla nişadır tozunun sıvanması gerçekleşmektedir. Bu işleme kalaycılık denmektedir. Ateşle birlikte sıvanan kalay ve nişadır bakıra beyaz bir görünüm sağlamaktadır. Bugünkü anlayacağımız anlamda kalay bir nevi kaplama malzemesidir.
Bakırın Ruhu; Kalaycılık – Bu yazı 2014 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 93. sayısından alınmıştır.