İstanbul’un Mastarları
Şehir bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gidiyor. Aklıma yazda ve kışta, baharda ve sonbaharda arkalarında ışıktan çizgiler bırakan belediye otobüsleri geliyor. Sonsuz bir zamanı kısa yolculuklara sığdıran bu yürüyen mekanlarda hayat hakkında başka yerde öğrenilmez şeyler öğreniliyor.
Şehir içi otobüs seyahatleri bir seramonidir:
Durakta beklemek, doğru hattın otobüsü geldiğinde merdivenlerden yükselerek otobüse binmek, binyılların şehrinin yollarının kıvrımları içinde ilerlemek, hiç tanımadığınız insanla aynı koltukta yan yana oturmak, elinizde bir kitap, kulağınızda bir kulaklık yoksa, hele yaşınız biraz olgunsa üç beş kelam etmek, geçmişten ve gelecekten bahsetmek, bugünü unutmamak, otobüse yeni binen yaşlı bir kadına yer vermek, elinde ve kucağında çocukla otobüse binen bir anneye yer vermek şöyle dursun, onu merasimle karşılamak, çocukların bir koltuğa annenin bir başka koltuğa oturmasına yardım etmek, gazete okuyan birinin gazetesinden kaçamak gözle -hiç olmazsa- ana başlıkları okumak, mevsim eğer baharsa elinizdeki kağıt poşette taşıdığınız erikten en yakınlarınızda oturanlara ikram etmek, yüzü sonsuzluk kadar güzel yaşlı nenelerin ve dedelerin yüzlerine doyasıya bakmak, otobüsün camından şehri/ gökyüzünü/ bulutlar içinde yüzen martıları/ boğazı/ boğazda vapurları izlemek, varılacak durağa gelindiğinde yaşadığı kasabadan ayrılan bir yolcu gibi otobüsten inmek, dönüp giden otobüse bakmak.. bu seramoninin adımlarından sadece birkaçıdır.
Yukardan bakıldığında ırmakları anımsatan yollarda …. Bir şehir en güzel belediye otobüsleri ile gezilir. Bu yolculuk sadece bir yolculuk demek değildir; belediye otobüsünde yapılan seyahatler, yaşamak-sonsuzluktan zaman çalmak diye özetlenebilir.
Belediye otobüsünde yaşamak – Bu yazı 2008 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 19. sayısından alınmıştır.