Cuma , 26 Nisan 2024

Beni Burada Unutsanız Olmaz Mı?

Yazı: Jasmina Subasic Çolakoğlu

Yaklaşık bir ay oldu ama gözümden upuzun ağaçlar, kulağımdan yaprak hışırtısı, rüzgârın sesi gitmiyor hâlâ. Bambaşka bir dünyadaydık, yirmiden fazla ahbap. Bazılarıyla ilk defa o gün tanıştım, bazılarını birkaç haftadır görüyordum ama ona rağmen pek de samimi değildik, ne yalan söyleyeyim. Ama öyle bir gün geçirdik ki onlara ahbap demek, benim gibi Türk standartlarına göre ‘biraz’ soğuk kaçan bir Avrupalı için bile, hiç de garip gelmiyor artık.

Yola çıkmak üzere buluştuğumuzda pek de büyük beklentilerim yoktu. Aslında buluşma yerine tam 45 dakika erken gittiğime bakılırsa tam tersiydi galiba, ama çok da beklentiye girip sonra üzülmek istemedim. Grup kalabalık, yanımda yakın arkadaşlarımdan hiçbiri yok ve ilk defa bunca insanla beraber fotoğraf çekeceğim. Pek de ideal koşullar sayılmaz hani… Daha yola çıkmadan ufak bir ‘çevre’ yapıldı, gülüşmeler başladı ve biz de çocuklar kadar şen yola çıktık.

Nereye gideceğimizi hocalarımızın bir hafta önceki geziden paylaştıkları fotoğraflardan biliyorduk hesapta ama Ayvad Bendine varana kadar bence sadece ufak bir ipucuymuş bizim gördüklerimiz. Muhteşem bir doğa, tertemiz hava, genişçe bir dere ve üzerinde gurubumuzun bir kısmını taşıyabilecek kadar gürbüz söğütler. Nereye bakacağımı, neleri çekeceğimi şaşırdım. Hatta bazı resimleri, nereleri gezdiklerini ancak eve gittikten sonra anlayan Japon turistler gibi, eve varınca fark ettim.

Dört saat civarında süren bir yürüyüş yaptık. En az da yollarda yürüdük. Hep farklı yerler arayarak, farklı bir bakış açısı peşinde dolaştık. Hatta tenha bir yamaçta yaprakların üzerinde bile yuvarlandık. Bakmayın çoğul eki kullanmama; ben sadece seyredip fotoğraf çektim ama arkadaşların neşesi en az yuvarlanmak kadar keyifliydi. Arazi, yürüyüş için oldukça zorluydu. Hem hep yokuşlardan gittik hem de zemin kapkalın bir yaprak tabakasıyla örtülü olduğu için çok sağlam basmak mümkün değildi. Düşenler, düşme tehlikesi geçirenler ve ‘ay, az kalsın gidiyordum,’ diyenler boldu tabii. Ara sıra dağılsak da hocalarımızın toplu resim çağrılarıyla tekrar bir araya geldik.

Tepelerin keyifli manzarası kadar yürüyüş parkurunun kenarlarındaki minik dereler de bir o kadar güzeldi. Sudaki yansımalarda fotoğraflar çektik, değişik denemeler yaptık ve tabii ki derelerin üzerinden atlama fırsatını da kaçırmadı kimimiz. Daha az cesur olanlarımız onların eğlencelerini kaydederken öğrendiklerimizi de uygulama fırsatı bulduk. En azından daha cesur olmadığım için şimdilik tesellîm böyle. Bir dahaki sefere atlamaya niyetliyim, bakalım.

Saatlerce yürüdükten sonra fazlasıyla hakettiğimiz yemeğe kavuştuğumuzda ayrı bir sükûnet vardı herkeste. Hem güzel fotoğraflar çekmiş, hem de en güzelinden, koyusundan sohbet, muhabbet etmiştik. Sohbete doyum olmasa da iş, güç ve hatta kimimizi sınavlar bekliyordu. Nihayet istemeye istemeye yola koyulduğumuzda benim aklımda hala Ayvad deresini ilk gördüğümde söylediğim cümle vardı: ‘Beni burada unutsanız olmaz mı?’

Bu yazı 2012 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 59. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir