Cuma , 19 Nisan 2024

Beyaz Karlar Ülkesi: Lübnan

Orta Doğu’nun tek kar yağan  ülkesi olduğu için Lübnan ‘beyaz karlar ülkesi’ manasına geliyor. Beyrut ise Fenike dilinde ‘kuyular’ demek.    

“Orta Doğu savaşlardan kurulur.” diyor Ece Temelkuran Muz Sesleri kitabında. Savaşlardan kurulan ülkelerin kanları, tarih denen oluşuma akar hep. Ve Orta Doğu’nun yaraları hep açık olduğundan daha güçlüdürler. Beyrut da yaralarını böyle sarabilen bir şehir. Bu yüzden yol boyunca uzanan muz bahçelerinin sessizlik içindeki seslerini duyabilirsiniz.

Yazı ve Fotoğraflar: Dilara Şentürk

Beyrut

Orta Doğu’nun tek kar yağan ülkesi olduğu için Lübnan ‘beyaz karlar ülkesi’ manasına geliyor. Beyrut ise Fenike dilinde ‘kuyular’ demek. Acıları, geçirdiği savaşların yaraları hep o ‘kuyu’ya akıyor. Lübnan’ın başkenti Beyrut bir körfez şehri. Toplumsal ve siyasal karışıklıklar nedeniyle 1975’te patlak veren ve 1991’e kadar süren bir iç savaşa tanık oluyor bu şehir. Arap-İsrail savaşı ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün karargâhını buraya taşıması, iç savaş sonucunda yüz elli bin Lübnanlının can vermesine neden oluyor. Yaralarını sarmaya devam ederken de 2006’da İsrail-Lübnan krizi patlak veriyor. Hava saldırılarından her ne kadar hasar görse de, ‘ayağa kalktık’ imajını Beyrut’un her yerinde görebilirsiniz. Ancak daha önce İsrail’de bulunduysanız, Boykot Yasası gereği Beyrut’a girişiniz yasak.

Din olgusu oldukça karışık Beyrut’ta. Doğu’da Hıristiyanlar, Batı’da Müslümanlar ağırlıkta. Bu bakımdan ülkede Cumhurbaşkanı Hıristiyan Marunilerden, Başbakan Sünni Müslümanlardan, Meclis Başkanı ise Şiilerden seçiliyor. Şehir merkezinde hasar görmüş, halen kurşun izlerinin bulunduğu birçok yapının olması sizi şaşırtmasın. Bazı bölgelerde modernleşme göze çarpıyor ancak, yaşanılanların unutulmaması adına savaşa tanıklık eden binalar restore edilmiyor. Otelimin bulunduğu mahallede gezinmeye başladığımda, eski ve büyük bir binayı fotoğraflamaya başlıyorum. Ancak hızla gelen bir otomobildeki üç Lübnanlı, bağırarak ve otomobilin kapılarına vurarak, binanın Hareket-El Amar ofisi olduğunu, bu yüzden fotoğraf çekmemem gerektiğini söylüyor. Hizbullah mahallerinde ve Hareket-El Amar ofislerinin olduğu bölgelerde dikkat etmenizi öneririm.

Downtown

Şehrin kafelerinin, restoranlarının bulunduğu bölüm Downtown. Downtown’un giriş ve çıkış noktalarında ellerinde silahlarla askerler bekliyor. Bizdeki İstiklal Caddesi’ne benzeyen bu uzun caddenin iki yanında sıralanmış kafelerde, nargilenizi içebilir, Beyrut’un özel lezzetlerinden olan zahter, humus ve falafeli tadabilirsiniz.

Harissa Tepeleri – Meryem Ana Kilisesi

Sabah olup da gün ışıyınca, Beyrut için önemli bir maneviyata sahip olan Harissa Tepelerindeki Meryem Ana Heykeli’ne doğru yola çıkıyorum. Yolda, zaman içerisinde alçalıp yükselen dalgalar ile şekillenmiş doğal oluşumlar olan iki büyük kayaya rastlayacaksınız. Kayanın birinin ortası oyulmuş şekilde ve adı bu yüzden Güvercin Kayalıkları. Efsanesi, iddiaları bol olan bu kayaları görmeden gitmemenizi öneririm.

Meryem Ana Heykeli’ne çıkmadan önce kapıdaki görevliler size bir şal vererek kollarınızı örtmenizi söylüyor. Heykelin dönerek yükselen merdivenlerini tırmandıktan sonra gördüğüm manzara karşısında etkilenmemek mümkün değil. Neredeyse Beyrut’un tamamını buradan izleyebilirsiniz. Meryem Ana Heykeli, Büyük Maruni Kilisesi’ni selamlıyor âdeta. İnsanlar, dileklerini yazıyor heykelin dibine. Herkes unutmaya çalıştığı ama aklından çıkaramadıklarını yazıyor. Muz Sesleri’nden bir cümle geliyor burada aklıma yine; ”Beyrut’ta yaşayan herkes eninde sonunda buraya benzer. Unutmaya çalıştığı tek bir şey vardır ve bir tek onu çıkaramaz aklından.”

Baalbek ve Jeitta Grotto

Taksiciyle sıkı bir pazarlıktan sonra Orta Doğu’nun en büyük Roma kalıntılarından olan Baalbek’e doğru yol alıyorum. Meryem Ana Heykeli’ni arkamda bırakırken radyoda Lübnan’ın en önemli sanatçılarından Fairouz ‘Li Beyrut’u söylüyor. Ne zaman ki şarkının büyüsünden çıkıyorum, taksici Baalbek’e geldiğimizi söylüyor. Fairouz’un sesine silah sesleri karışıyor burada. Sınıra yakın bir yerde bulunan Baalbek, Bekaa Vadisi’nde bulunan bir bölge. 1984 yılında UNESCO tarafından, Dünya Miras Listesi’ne dâhil edilerek koruma altına alınmış devasa büyüklükteki bu tapınak, “Güneş Tanrısı’nın Şehri” olarak anılıyor. Tapınağın tamamını gezmek oldukça uzun bir vaktimi alıyor ve mitolojiye 21. yüzyılda tanık olarak ayrılıyorum buradan. Yeni güzergâh Jeitta Mağaraları. Beyrut’un 18 km kuzeyinde yer alan, sarkıt ve dikitlerden oluşan devasa büyüklükteki doğal bir oluşum Jeitta. Mağara iki bölümden oluşuyor. Aşağı kısım, yani yeraltı nehrinin bulunduğu bölüm, 1836 yılında rastlantı eseri bulunmuş. Bu bölümde mağaranın küçük sandalları ile geziyorsunuz. Yukarıdaki bölüm ise, ışıklandırılmış merdivenler aracılığı ile koca kireç kayalarının sarkıt ve dikitlerini görebileceğiniz kısım. Jeitta’yı beyninize kazıyın, çünkü mağara içerisinde fotoğraf ve video çekimi yasak.

Beyrut günlerin yetmeyeceği ve döndüğünüzde bir daha gitmek isteyeceğiniz bir şehir. Ve karşınıza hayatının herhangi bir döneminde Beyrut’ta bulunmuş bir insan çıkarsa eğer, Beyrut’tan başka bir şey konuşamayacağınıza eminim. Bunları düşünerek havaalanına yakın bir yerden, Beyrut’un simgesi Saat Kulesi’ni temsil eden bir kar küresi alıyorum. Ve kalbimi bırakarak ayrılıyorum ‘Muz Sesleri’nin şehrinden. Avucumun içindeki kar küresini sallayarak, Saat Kulesi’ne düşen karları izliyorum, adına yakışsın, ‘Beyaz Karlar Ülkesi’ olarak kalsın diye…

Bu yazı 2012 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 67. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir