Yazı ve Fotoğraflar: Barış Koca
Yeşile doymuş topraklar, şelalelerin havayı tazelediği, akarsuların çağladığı, gürültü ve uğultu dolu kent yaşamından uzak, kuş sesleri, kelebekler ve çiçeklerle bezeli bir ortamdan geçerek varılır Doğu Karadeniz’in dağlarına. Yılın her mevsiminde bürünebildiği sisli havasında sakladığı güzelliklerin kaynağında, muhteşem görüntüleri ve doğasıyla Alp-Himalaya dağ sırasının bir uzantısı olarak, onlarla aynı dönemde oluşmuş Kaçkar Dağları yer almaktadır. Tümünü olmasa da gizlerini her an karşınıza çıkarabilme imkânını masalsı bir atmosfer içinde sunan bu diyara, yine masalsı bir isime sahip “Sakallı Kayın” mevkiinden başlayan bir kaç günlük yürüyüşle ulaşılabilir. Yürüyüş sırasında geçilecek olan irili ufaklı pek çok yaylası, bu yaylalara çıkan veya yaylalar arasında geçiş olarak kullanılan patika yolları, dağ sıralarının göz alabildiğine uzandığı manzaraları ve sıcakkanlı çalışkan insanıyla farklı bir deneyim yaşayabileceğimiz bir yolculuk başlamak üzeredir…
Yeşilin farklı tonlarına sahip bir manzara ve bu güzelliğin detaylarında kendini gösteren çiçekler arasında başlıyoruz yolculuğumuza. Bu deneyimin coşkusu o kadar içimize işlemiş ki Karadeniz’in kendini, bir yağmurlu bir güneşli gösteren kararsız havasında ne yağmur ne de çamur böylesine bakir ve olağanüstü bir ortamda yaşanacak maceradan alıkoyabiliyor bizi.
Yaklaşık bir hafta sürecek olan bu yolculuk sırasında ihtiyacımız olacak yiyecek ve giyecekleri de yanımızda taşımak zorundayız. Sırt çantalarımız her ne kadar böylesi etkinliklere uygun tasarlanmışsa da 25-30 kilogramı bulan ağırlıklarla ilerlerken, toprak zeminin hemen hiç durmayan yağışlar nedeniyle kayganlaşması sonucu atılacak yanlış bir adımın, sırtımızdaki yükle hepten dengesiz bir hal alıp, bizi uçurumla burun buruna getirme olasılığı ise her zaman mevcut. Yürüyüşümüze devam ederken, sağanak yağışta fotoğraf makinelerimizin bir daha kullanılmamak üzere bozulması pahasına, bu sıra dışı güzellikleri görüntülemeye de çalışıyoruz.
Sıkı bir yürüyüşün ardından varılan Sitable yaylası ilk konaklama yerimiz oluyor. Henüz ikindi vakti ama atmosferi kaplayan yoğun bulutların akşamı erkenden getirdiğini düşünerek, bir an evvel dinlenmek ve kendimize gelmek üzere çadırları kurmanın telaşına düşmüşken, bulutların arasından gülümseyen güneş, dikkatimizi tekrar güzelim manzaraya çekmeyi başarıyor…
Havanın kararmasıyla yakılan kamp ateşinin yanında bir yandan yemeklerimizi yerken, bir yandan da gün boyu iliklerimize işleyen yağmurun etkisini üzerimizden atmaya çalışıyoruz. Yaşanan tüm sıkıntılara rağmen, dağların değerli bir maden gibi sakladığı gizleri yavaş yavaş keşfetmenin keyfini hissedebiliyoruz içimizde. Ateş başı muhabbetleriyle içimizi ısıtmaya çalışırken, yılın bu dönemlerini yayladaki evlerinde geçiren misafirperver komşularımız yetişiyor imdadımıza. Gecenin o saatinde hiç üşenmeden bize ikram etmek üzere getirdikleri sıcak sütün artık şehirlerde bulamayacağımız lezzeti, bizi ortamın soğuğuna yönelmiş düşüncelerimizden iyice soyutlayıp, içimizdeki keyfi bir kat daha artıyor…
Sabah olduğunda, yaylaların kanımıza işleyen oksijen dolu havasıyla, bir önceki gün sırtımızda onca yükle kilometrelerce yolu yürüyen biz değilmişiz gibi, dinç bir halde başlıyoruz güne. Hazırlıkları tamamlıyor ve kampı topluyoruz. Sonraki kamp alanımız Altıparmak Dağları’nın etekleri. Bir elin parmaklarını andıran ince ve dik yapılı altı ayrı zirvenin bir araya gelerek oluşturduğu bu dağ sırası, bölgeye de adını vermiş.
Yolumuzun büyük bir bölümünü bir tarafı uçuruma bakan, dik bir yamaca açılmış dar bir patika oluşturmakta. Ancak, önceki patikalara göre bir avantajımız var; toprak özel olarak elde kesilmiş taşlarla örtülerek, geçişin kolayca yapılabilmesi amaçlanmış. Sisle örtülü bu mistik atmosferde, sanki fanilerin tanrılarına ulaşmaları için yapılmış antik bir tapınak yolunu andırırcasına uzayıp gidiyor önümüzde… Kuş uçmaz kervan geçmez gibi görünen bu ıssız ortamda böylesi bir yapıyla karşılaşmak bizim için süpriz oluyor. Ama daha yolun başında karşılaştığımız görüntüler, 2000 metrenin üzerindeki bir irtifada neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyulduğunu, çok geçmeden anlamamızı sağlıyor. Yöre insanı bu patikayı kullanarak, küfesine koyduğu ürünlerini sırtına yüklediği gibi rahatça satmaya götürebiliyor, ya da boyunun iki katını bulan kütükleri, eğile büküle, düşürmeden evine götürmeye çalışırken, yine bu patikayı kullanıyor. Bu görüntüler, dağlarda yaşamak için ne denli zorluklara göğüs gerilmesi gerektiğini bize bir kez daha hatırlatıyor. Sonradan, bu patikanın, Sitable ve Koçdüzü yaylaları arasında önemli bir geçiş noktası olduğunu da öğreniyoruz. Biz patikayı takip etmeye çalışaduralım, yerel kıyafetleri, lastik ayakkabısı ve sırtındaki küfesiyle yanı başımızdan hızlıca geçen yaşlı bir teyzenin, bu bölgede ilerleyebilmek için her türlü donanıma sahip olan ekibimizden bile rahat hareket ediyor olması, buranın coğrafyasına alışık olan yöre insanı için yürünecek bir yol olup olmadığının çok da önemi olmadığını düşündürüyor bize…
Sisler içinde bir cennet…
Altı saat süren bir yürüyüşten sonra Altıparmak Dağları’nın eteklerindeki ikinci kamp noktasına varıyoruz. Bu bölgede konakladığımız süre boyunca aman vermeyen yağmur ve peşi sıra oluşan, Altıparmak Dağları’nın heybetli zirvelerini bile arkasına saklayacak kadar yoğun sis nedeniyle, iki gün boyunca yerlerimize çivilenmiş bir şekilde, havanın açılmasını bekliyoruz. Doğu Karadeniz Dağları’nın karakteristik yapısını oluşturan yüz kadar buzul gölünden birini burada görebilecek olma ihtimali bizi oldukça heyecanlandırıyor. Buzul gölleri oldukça uzun dönemlerde oluşmuştur. Öncelikle, karın yeniden kristalleşmesi, sıkışması ve bir araya toplanmasıyla bildiğimiz “buzullar” meydana gelmiştir. Zaman içinde, değişen iklimler ve yerçekiminin de etkisiyle harekete geçen buzullar, özellikle soğuk dönemlerde aşağı doğru hareket etmiş ve zeminden aldıkları parçalarla vadilerin yapılarını değiştirmişlerdir. Fazla dik olmayan dağ yamaçlarında oluşan buzullarsa, yaptıkları ileri geri hareketlerle oluşturdukları çukur alanların, zaman içinde sularla dolması sonucu, buzul göllerini oluşturmuşlardır.
Sundukları olağanüstü görüntüler ve ulaşım zorlukları nedeniyle koruyabildikleri yabani ortamlarıyla, Doğu Karadeniz dağları için büyük önem arz etmektedirler ve bölgenin milli park statüsüne alınmasındaki en önemli sebebi oluşturmaktadırlar. İkinci gün bir ara yavaşlayan yağmurla beraber, meşhur buzul göllerinden birini görebilecek olmanın heyecanıyla kısa da olsa bir yürüyüş yapmaya karar veriyoruz. Ancak sisler içinde Altıparmak Buzul Gölü’nün varlığını belli belirsiz görebilmenin hayal kırıklığıyla dönüyoruz geri. Sonraki güne başladığımızda, kendini bizden esirgemeyen(!) sisin içinde Altıparmakları bu seferlik göremeyeceğimizi anlıyor ve bu serüveni ilginç kılan diğer gizleri de kaçırmamak adına, daha fazla zaman kaybetmeden son durağımız olan Kemerli Kaçkar’ın eteklerine doğru yola koyuluyoruz. Etrafı keşfedememenin burukluğunu, halk dilinde “komar” olarak bilinen orman gülleriyle kaplı bir yamaçta, su damlalarının bir mücevher gibi parlamasına sebep olduğu örümcek ağının sıradışı güzelliğinde gideriyoruz. Bugün Doğu Karadeniz Bölgesi deyince akla gelen o yeşil toprakların en kalabalık sakinlerini bu orman gülleri oluşturmakta. İlk anda kulağa hoş gele de, arsız bir karaktere sahip bu bitkiler, umarsızca kesilen ağaçların oluşturduğu açıklıkları oldukça hızlı bir şekilde kaplayarak, buralarda tekrar ağaç tohumlarının büyümesine engel olabiliyor…
Tatlı su yaylası Sisti, yağmurdu derken 2,5 saatlik yolun nasıl geçtiğini anlamadan Avusor Yaylası’na varıyoruz. “Tatlı su” anlamına gelen Avusor’un bu ismi, zirveden gelen dağ suyundan aldığı söylenmekte. Tatlı Su’yun Kemerli Kaçkar Dağı’nın zirvesinden getirdiği coşku ve tazeliği, iki küçük akarsuya dönüşerek yaylalara kadar götürdüğü noktaya doğru ilerliyoruz. Ortamın bir anda aydınlanmasıyla başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda, göğü kaplayan yoğun bulutların dağıldığını ve güneşin sıcak yüzünü göstermeye başladığını farkediyoruz. Hava sanki; ne olursa olsun bu dağları görmeyi göze almış bizlere, güzellikleri daha rahat algılayabilmemiz için bir şans tanıyor. Gözlerimiz, zirve manzarası ve bu ekolojiye rengarenk görünümleriyle katkıda bulunan kelebek ve yaban çiçeklerinin görüntüleriyle ziyafet çekiyor adeta. Kulaklarımızdaysa, bu sınırsız arazide oradan oraya alabildiğine kanat çırparak uçuşan kuşların, bizi böylesi bir özgürlüğe özendiren çığlıkları yankılanıyor. Kamp alanına vardığımızda, günler sonra kendini yeniden gösteren güneşli havanın da etkisiyle, tüm bu güzelliklerin kaynağını bir an evvel keşfetmek için sabırsızlanıyoruz. Kemerli Kaçkar, adını, zirvesinde yer alan kayaların yapısından almış. Bu kayaların değişik dönemlerde oluşan katmanlarının farklı renkleri zirveyi bir kemer gibi sarmalamakta.
İlk olarak, arazinin getirdiği derinlik hissi karşısında birer nokta görünümüne bürünmüş, yayla yaşamının sade fakat gerçek değerleri olan yayla evleri ve Kemerli Kaçkar’ın karlı yamaçları çekiyor dikkatimizi. Biraz daha yukarılara çıktığımızda, dağın zirvesine gidilen yolun bulunduğu yerde, zamanla eriyen buzullardan arda kalan boşlukta kendine yer edinmiş, Kemerli Kaçkar Buzul Gölü’nü buluyoruz. 2600 metreye tekabül eden bu noktada, 3600 metre yükseklikteki zirveden doğan ve sağlık dolu olduğu söylenen bir şelalenin suyu, farklı desenler oluşturacak şekilde etrafı karla süslenmiş buzul gölüyle buluşuyor. Bu küçük tırmanış sonrasında, kalın giysiler altında güneşin ısıtıcı etkisini fazlasıyla bunalmış bir şekilde hissettiğimizden, bu buluşmayla burada oluştuğunu düşündüğümüz inisiye ortamını değerlendirmek istiyor ve kendimizi buz gibi soğuk sulara bırakmaktan alıkoyamıyoruz. Parmak uçlarından başlayıp, tüm vücudumuzu saran uyuşma hissi, zamanla yerini, yeniden doğmuş gibi olmanın getirdiği tazeliğe bırakıyor. O anda, etrafı saran kar desenlerinin suda oluşturduğu yansımalar, iç dünyamıza yapılan bir yolculuktaymışız gibi hissettiriyor kendini…
Bir süre öylece, buzul gölünün karla kaplı yamaçlarının olağanüstü atmosferinde, zamanın nasıl geçtiğini farketmeden, güneşin yavaş yavaş bulutların arkasından kayboluşunu izliyoruz. Gün batımıyla beraber dönüş yoluna koyuluyoruz. Bu sırada rüzgarın sürekli yer değiştirmesi, elindeki tülü bir ileri bir geri sallayıp oyun yapmaya çalışan bir çocuk gibi, sisi bir gösterip bir kaybettiriyor. Sonunda kamp alanıyla göl arasındaki vadide kendine bir yer bulan sis, dönüş yolunda eski bir dost gibi kucaklıyor bizi; akşam olup da karanlık bastığındaysa, Kemerli Kaçkar’ın gizlerini, bu zorlu yolculuğa hazırlanan başkalarına da göstermek üzere saklıyor ardına.
Bir Dağın Gizleri : Rize Kaçkarlar – Bu yazı 2008 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 12. sayısından alınmıştır.