Cuma , 4 Ekim 2024

Bolkarlar ve Yalnızlık

Eski ismiyle Bulgar Dağları. Rakımı 3524 metre. Tektonik bir dağ sırası olan Bolkarlar. Ve Bolkarlar’da yalnız kalmak.

Güneş kendini dağların arkasına attığında, içimdeki ses bir kaya parçasını hareket ettirerek topraktan kaynayan öz gibi kendini duyurmaya başlamıştı. Şimdi, bu gece vaktinde yüksek dağların beslediği bir şelale gibi gürül gürül akıyor, küçük çadırın içinde beni iyiden iyiye köşeye sıkıştırıyordu. Uzun zamandır onun sesini bu kadar güçlü hissetmediğim gibi, şehrin gürültüsünden ve tesbih tanesi gibi birbiri ardına gelen, yetiştirilmesi nedense hep gerekli olan işlerden dolayı zaman zaman hiç duymadığım da olmuştu. Hayatı öğrendikçe heyecanlanan bir çocuğun babasına peş peşe sorular sorması gibi hiç boşluk vermeden sorularını sıralıyordu.

Yazı ve Fotoğraflar: Fatih Şimşek

 Sessizliğin senfonisi

Bu susmayan sesin dışında tam bir sessizlik hakimdi vadiye. Sanki sessizlik bir pamuk yumağının yastığı doldurduğu gibi boşluğu sıkı sıkıya dolduruyordu. Çiğ ile ıslanmış otların başkaldırma çabası ile meydana getirdiği küçük titreşimler, yıldız yağmuru ile birbirini tamamlayarak sessiz bir senfoni sunuyordu. Burası sanki insana kendini dinlemek için sunulan bir fırsat vadisiydi. Gökyüzünden Karagöl’e düşen yıldız taneleri, sonbahar yaprakları gibi gölün üzerinde daireler çiziyordu. Bu sessizliğin içinde, arkamı dayadığım bir duvardan yoksun, şehrin kalabalık kaldırımlarında yürürken işgal ettiğim yerin esasında düşündüğüm kadar da büyük olmadığının ve yıldızlardan göle düşen bir yansıma kadar olan ömrümün kısalığının idraki ile gökyüzünün altında ezilip kalıyordum.

Burada sanki bir dakikaya bir şehir gecesi sığdığını fark ederken, zaman ölçüsünün esasında saat olmadığını bu kadar geç fark etmek ne kadar acı. Halbuki ağırlığı terazi, uzunluğu metre, zamanı saat ölçerdi. Dünyanın peşinden koşmak yerine, ölçmek zorunda olmadığın bir ânı yaşamak ne güzel. Altı duvar arasından çıkıp, âlemin içinde ne kadar küçük olduğunu anlamak ne kadar rahatlatıcı. Yolda bir yerlere varmak için uğraşmaktansa yolun müptelası olmak, hatta bazen kaybolmak, kaybolup kaybolup kendini yeniden bulmak ne güzel. Uzakta oldukça ve yalnızlık yorganına sarıldıkça, bildiklerinden aklına gelenlerin gerçek sevdiklerin olması ve onlara olan sevginin bir pamuk şekeri gibi kabarması ve sevdiklerine dingin bir okyanus gibi geri dönebilecek olmak ne güzel. Bacak kasları bir kaya gibi sertleşirken; kalbin, bir çocuğun elindeki oyun hamuruna dönüşmesi ne güzel. Şehir ışıklarının boğduğu yıldızlar ve ay, ışıl ışıl parladığınız bu karanlık gecede, bana uçsuz bucaksız Afrika çöllerinin serin kumları üzerinde diz çökmüş size bakan ihtiyar seyyahın selamını getirin. Benden de Asya çöllerinde başını göğe dikmiş bakan mankurta selam iletin. Ve bir yıldız kayar, ardından bir diğeri.

İçimdeki ses, okyanusa ulaşan bir nehir gibi dinginleştiğinde, Carlos Varela’dan “Una Palabra” şarkısını seslendirirken; gökyüzünde bulut bulut yıldızlar sonsuzluğu, karanlığın içinde gölgeleri beliren yılkı atları özgürlüğü, Bolkarlar’ın kuzey sırtlarındaki karlar saflığı, Toros kurbağaları sessizliğe saygıyı, Karagöl görünmezliği ile gizemi, arkamızda dimdik yükselen Medetsiz Zirvesi güvenin ifadesi oluyordu. Hasret şarkıları burada mana buluyor, sarp kayaların üzerinde sevdiklerinizin simaları bir bir canlanıyor, Necip Fazıl’ın “An oluyor bir garip duyguya varıyorum / Ben sefil dünyada acep ne arıyorum” mısrasındaki sorusu burada zihnimdeki cevaplanamayan sorular listesinden düşüyordu. İç sesimle kendi sesim artık örtüşüyordu.

Tüm bunların dışında bir de nefesimin etkisiyle hışırdayan uyku tulumunun düzenli ritmini işitiyordum. Nefes almak… Burada ne kadar önemliydi ve nefes alabilmek ne kadar değerliydi. Halbuki nefes alıp verdiğimi bile fark etmeden üst üste haftalar geçiren ben değil miydim? Burada hayatımdaki maddi ve manevi önceliklerimi saptırıcı tüm etkilerin uzağında mantık terazisine koyabiliyordum. Buradan çıkan değere göre sıralanan önceliklerim, matematik dolusu yaptığım hesaplardan ve modern toplumun değer yargılarından çıkan sonuçlardan, zamana ve mekâna bağlı olmadan her daim daha mutlak gerçek olacağına beni inandırıyordu. Dağlar tarih boyunca arayış içinde olan insanın sorularına cevap bulduğu dostu, adaletsiz düzene isyan edenlerin sırtını dayadığı arka‘t’aşı değil miydi zaten? Dağlar, insan neyse onu aksettirir, insanı eğip büker şekil verir, görgü kazandırır, olgunlaştırır. Sorular ve cevaplar insanın zaten içindedir; âlem insanın dışında değil. Dağlar iç sesin olur, masallarıyla, ninnileriyle gece sana ana kucağı oluverir. Dağda bulunmak zordur, işte tüm zahmete “bu an” için katlanılır. Çünkü hayatın hülasası nefes alıp verdiğimiz anlardan değil nefesimizi kesen anlardan vahdet olup son nefesimizde yüzümüzde açan bir gül bahçesi olur, bize tebessüm ettirir.

 “Tacı” olan dağlar

Ankara hafta sonu vakit geçirmek için iyi bir alternatif olmasa da dağlara ulaşımı ile coğrafi olarak iyi bir noktada yer alır. Buradan Aladağlar, Erciyes, Hasan Dağı, Ilgaz, Köroğlu ve Bolkarlar gibi birçok tırmanış rotasına kolaylıkla erişebilirsiniz. Bolkarlar üzerinde bulunan Medetsiz Zirvesi, 3.524 metre yüksekliği ile hafta sonu tatilinizde erişilebilir bir zirvedir. Ankara’dan yola çıktığınızda Aksaray istikametine doğru ilerleyerek ovayı bir bıçak gibi yaran yol üzerinden Tuz Gölü manzarası eşliğinde yaklaşık 230 km’lik yolu aştıktan sonra Aksaray’a erişirsiniz. Aksaray’dan sonra solunuzda Hasan Dağı her mevsim size etkileyici bir manzara sunarken, dağı geçtikten sonra dahi arabanızın dikiz aynasında kaybolana kadar gözünüzü ondan alamazsınız.

Yol boyunca sağınızda uzun yük trenleri ile yarışırken Ulukışla sapağına varırsınız. Ulukışla’ya yaklaştıkça Bolkarlar önünüze yüksek bir set gibi belirir, işte o sırada bu dağların zirvesine çıkacak olmanın size verdiği heyecanla kalp atışlarınız hızlanmaya başlar. Ulukışla’yı geçtikten sonra belirsiz bir tabelada Darboğaz yazısını görürsünüz. Sapağı kaçırmadan dünyanın en güzel kirazlarının olgunlaştığı bahçelerin arasından geçip kısa bir süre içinde Darboğaz kasabasına varırsınız. Burası dağda gerekli ihtiyaçlarınız için alışveriş yapabileceğiniz son noktadır. Darboğaz’da kahvehanelerde oturmuş ihtiyarların dağ maceraları çayınızın şekeri olur, sınırsız muhabbet ve çay için bir bedel ödemezsiniz. İşte o an yolculuğunuzun sıradan bir yol alma hikâyesi olmadığını anlamaya başlarsınız. Zaten bir seyahatte yüzüne farklı dünyaların çizgileri işlenmemiş insanlar görmeden, ikram edilen bir çay içmeden geri geldiysek biz de buna seyahat demeyiz. Darboğaz kasabasından Maden Köyü’ne doğru asfalt bir yoldan yükselmeye başlarsınız, Maden Köyü sapağına geldiğinizde sağa dönerek artık Bolkarlar’ın kartpostallara konu olacak manzarası ile karşılaşırsınız. Burada asfalt biter ancak toprak yoldan da Meydan Yaylası’na kadar normal araçlarla rahat bir şekilde ulaşılır.

Bu yol üzerinde birkaç kere fotoğraf çekmek için durmadan ilerlemek pek mümkün olmaz. Eğer Ankara istikametinden değil de Adana istikametinden geldiyseniz iklim sizin için tamamen değişmiştir. Meydan Yaylası’ndan baharın sıcak günleri gelinceye kadar arazi aracınız da olsa Karagöl’e araçla ulaşmanız çok zordur. Yaz aylarındaysa Meydan Yaylası’ndan daha bozuk bir yola girerek Karagöl’e yakın bir noktaya ulaşabilirsiniz. Karagöl’ün kenarına kadar arazi aracı ile inmek de mümkün olur. Ancak Karagöl’ün doğasının korunmasına katkıda bulunmak adına araçları Meydan Yaylası’nda bırakmak daha doğrudur.

Meydan’dan kamp malzemeleri toplanır ve büyük sırt çantasına yerleştirerek yaklaşık bir saat süren kısa bir yürüyüşle Karagöl’e ulaşılır. Eğer, Karagöl kıyısında genellikle öğleden sonraları meydana gelen hızlı bulut gösterilerinden “timelapse” ile kısa film yapmak, gece meydana gelecek yıldız yağmurları fotoğraflanmak isteniyorsa mutlaka tripodunuzu da kendinize yük edinmeniz gerekecektir. Karagöl’e kışın ulaştığınızda buz tutmuş gölün güzelliği, buz mavisi tonlardaki suların şırıltısı size eşlik eder. Yaz aylarında ise Bolkarlar’a özel flora ile, dünyada sadece burada görebileceğiniz hiç ses çıkarmayan Toros kurbağaları sizi karşılar. Bolkarlar’ın yılkı atlarını da yol üstünde veya göl kenarında görme şansınız oldukça yüksektir. Soğuk havalarda kamp yeri olarak gölün güney kenarı daha az rüzgâr aldığı için size nispeten daha sıcak bir ortam sağlar. Karagöl’e gelip çadırlar kurulduktan sonra biraz yürüyüş yapmak hem yarınki tırmanış için hem de çok yakındaki Çinili Göl’ü görebilmek adına kaçınılmazdır. Çinili Göl, Karagöl’ün biraz üstünde yüksekten bakıldığında Bolkarlar’ın nazar boncuğu gibi turkuaz renginde muhteşem bir buzul gölüdür.

Adana ve Mersin üzerinden gelen hava akımlarının aniden yükselmesi sonucu bulutların meydana gelmesi ile Bolkarlar’ın bu kuzey yamacı her zaman size sürprizler yaşatabilir. Hava güneşli görünürken birkaç dakika geçmeden kendinizi bir bulutun içinde; yazın yağmur, kışın kar, baharda dolu altında bulabilirsiniz. Bu sebeple buraya gelirken mevsim ne olursa olsun bir yağmurluk edinmek faydalı olacaktır. Karagöl ve etrafı fotoğraf makinenizle geçireceğiniz mükemmel bir zaman dilimini size hediye eder. Elbette sonunda kamp yerinde hazırladığınız yemekleri yiyerek hava kararmadan zirve çantanızı hazırlamalısınız. Gölün kıyısında güneşin alçalışını seyre dalarken, artık gece sizi içinizdeki sesle görüşmeye davet etmektedir. Güneş ufka eriştiğinde kızıllaşan dağlar Arif Nihat Asya’dan şu dizeleri akla getirir:

Bolkarlarda çamların sakızı damlar,

Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar.

Bir kızıl şehrayin olur akşamlar,

Tacı olan, tahtı olan dağlar var.

Zirvede demli çay!

Medetsiz Zirvesi’ne ulaşmak, yaz aylarında teknik bir tırmanış gerektirmese de kolay bir yürüyüş rotası da denilemez. Birinde zirve ile buluştuğum faaliyetimiz dışında, bölgeyi kış ve yaz aylarında da keşfettiğimiz gezilerimiz oldu. Yani zirve yapmasanız da Çinili Göl, Karagöl, Koyunaşağı Geçidi de size hoş bir hafta sonu tatili yaşatır. Karagöl’den Medetsiz Zirvesi’ne çıkış planlanıyorsa saat 03.00’ten önce faaliyete başlamak zamanında geri dönüş için önemlidir. Karagöl yüksek rakıma sahip olduğundan Ağustos ayında Adana’da ayakkabılarınızın tabanı sıcaktan asfalta yapışıyor olsa da burada gece üşüyorsunuz. Kamp için yanınızda bulundurmanız gereken malzemeler büyük sırt çantası, çadır, mat, uyku tulumu, fenerler, yağmurluk, bileği saran uygun bir bot, yedek giyecekler, mont, içlikler, polar, yedek piller, ıslak mendil vb. olarak listelenebilir. Bunların yanında yemek için uygun kaplar, bardak, yiyecek, ocak gibi malzemeler de gerekli olacaktır. Eğer zirve tırmanışı yapacaksanız bunlara ilave olarak tozluk, baton, şapka, güneş kremi, güneş gözlüğü, dudak kremi, zirve çantası, kafa feneri, termos, su matarası, pratik yiyecekler, pusula, harita, GPS, ilkyardım malzemesi, düdük, yedek ayakkabı, telsiz lazım olabilir. Kış şartlarında ise bu malzemelerin mutlaka kış şartlarına uygun olanları ile krampon, kazma, balaklava, eldiven gibi ilave malzemelere ihtiyacınız olacaktır. Dağcılıkta kullanılan malzemelerle ilgili birçok kaynak bulunmaktadır, bu kaynaklardan faydalanarak bir malzeme kontrol listesi oluşturmak evden çıkarken işinizi kolaylaştıracak, dağda eksik kalan malzeme yüzünden üzülmenizi engelleyecektir. Malzeme edinirken dayanıklılık, işlevsellik, hafiflik ve tabii ki ekonomik olma kriterlerini değerlendirin, hatta tecrübeli tanıdıklarınızdan bilgi alın ve ihtiyacınız oldukça yavaş yavaş malzemelerinizi artırın. Dağcılıkta malzeme ve ekipman elbette önemlidir ama unutmayın ki sadece iyi malzemeler ve ekipmanlar edinmeniz sizi iyi bir dağcı yapmayacaktır.

Zirve tırmanışından önce son hazırlıklarınızı yapıp bir şeyler atıştırdıktan sonra artık çıkışa hazırız. Çıkmadan önce termos için su ısıtmak, yaklaşık 3.500 rakımda demli bir çay içme olanağı sağlayacak ve benim için güzel bir ödül olacak. Medetsiz tırmanışı, açık havada kolay kolay rotadan sapmayacağınız görüntüsü verir, ancak havanın bozma ihtimali ve rotadan küçük sapmalardan dolayı yaşayacağınız gereksiz enerji ve zaman kaybını önlemek için yanınızda bir GPS olması önemlidir. Karagöl’den sonra rota üstünde su kaynağı bulunmuyor, bunun için gerekli içeceğimizi yanımıza alıyoruz. Gece başlayan tırmanış Koyunaşağı Geçidi’nde gün doğumu ile devam ediyor. Burada biraz mola vermekte fayda var. Şansınız varsa bu bölgede yaşayan geyikleri veya dağ keçilerini görebilirsiniz. Yaz aylarında çobanların keçi sürülerine denk gelebilir, yalnızlıktan sıkılmış çobanlara kısa süre de olsa arkadaş olabilirsiniz.

Dağlarda şarkı söyle!

Koyunaşağı Geçidi’ni takip eden platodan zirvenin altına kadar çok dik çıkışlar bulunmasa da, zirveye mesafe uzun olduğu için yürüyüş biraz yorucu. Rakım yükseldikçe kalp atışları daha da artıyor elbette, hava basıncının düşmesi ile nefes alıp vermek aşağıya kıyasla güçleşiyor. Sırt rotasına girdikten sonra Bolkarlar eşsiz zirve manzaralarını sunmaya başlıyor, güneş yükselirken Medetsiz Zirvesi karşımızda eğik koni biçimindeki görüntüsü ile oldukça uzakta duruyor. Yürüyüş yolu boyunca Aladağlar ve Hasan Dağı rahatlıkla görülebiliyor. Erciyes Dağı ise üzerinde toplanan bulutlarla ihtişamını uzaktan belli ediyor. Yüzyıllar öncesindeki kızgınlıklarının eserini Kapadokya’da sergileyen yüce dağlar… İnsan buradayken sadece ve sadece burada olmak istiyor. Koyunaşağı Geçidi’nden sonra sırttan inişli çıkışlı bir rota ile 3 saatte zirve külahına yaklaşıyoruz. Külahtaki dik çıkışın ardından 3.524 metre rakımlı Medetsiz’de, Bolkarlar’ın zirvesindeyiz. Karagöl’den çıkış yaklaşık 7 saat sürüyor, kamp alanına iniş ise 4 saatte tamamlanabiliyor.

Zirvede bulunma duygusu esasında bir müsabakada galip gelme, bir yarışı kazanma duygusu ile tam olarak benzeşmiyor. Burada artık çekilen zorluklar ve yorgunluklar unutuluyor, içinizden sevdiklerinize “Ben buradayım!” diye haykırmak geliyor. Onlar bilmese de her zirve hikâyesi sevdiklerinize bir hediyedir. Onlar sizin bunu macera için yaptığınızı düşünür, ama bu faaliyet zirveye yapılan bir tırmanış aktivitesi olmaktan daha çok, ruhunuzun derinliklerine indiğiniz bir seyahattir. İnsan artık o dağın müptelası olur, artık o dağ ile bütünleşir. Burada bir dakika bulunmak, aşağıda bir gün gibidir.

Al eline bir değnek

Tırman dağlara şöyle

Şehir farksız olsun tek

Mukavvadan bir köyle

Uzasan göğe ersen

Cücesin şehirde sen

Bir dev olmak istersen

Dağlarda şarkı söyle

Necip Fazıl Kısakürek

Güçlü Özen, Halit Ömer Camcı, Hediye Demet ve Yüksel Alpkaya’ya destekleri için teşekkür ederim.

Bu yazı 2013 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 71. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir