Yazı : Özgür Özgülün – Fotoğraflar: M. Mehdi Öztürk – Halit Ömer Camcı
Çok bilen mi çok gezen mi? Sanırım en doğrusu bilerek gezen daha çok öğrenir. Seyahatlere çıkmadan önce gideceğim yerle ilgili araştırma yapmak en beğendiğim yönümdür. Yolum bu sefer Avrupa’nın Kudüs’ü diye tanımlanan Bosna Hersek’e, yani Osmanlı’nın batıya açılan kapısına düşüyor. Avrupa’nın ortasında Osmanlı havasını solumak başka türlü bir keyif olsa gerek. Ay’lardan bahar ve tam Bosna’ya uygun bir mevsim. Dedim ya bir yerlere seyahat etmeden önce orasıyla ilgili kaynaklar okumak beni gideceğim coğrafyayla ilgili daha da heyecanlandırıyor diye; işte uçak kalkıyor ve elimde Ivo Andriç’in DRİNA KÖPRÜSÜ başlıyorum okumaya Nobel ödüllü bu güzel eser Sokullu Mehmet Paşa’nın Vişegrad’a giderken yaptırdığı köprü ve çevresindeki yaşamlar üzerine yazılmış bir roman. Kitap temmuz 1942- Aralık 1943 tarihleri arasında Belgrad’da kaleme alınmış ve ilk defa 1945’te yayımlanmış üstelik dünya edebiyatında çok saygın bir yer edinmiş. Köprünün bulunduğu kasabayı ve yörenin coğrafyasını çok güzel anlatıyor ve tabii benim heyecanımda giderek artıyor. Roman, bir tarih kitabı gibi olayları sosyal yönleriyle kusursuz tarafsızlıkla anlatıyor. (Şimdiye kadar okumamış olanlar için çok şey kaçırmışlar diyeceğim bir eser)
Tabii sırt çantamda birde Evliya Çelebi’nin Bosna için yazdıkları var. İstanbul’da okumuştum ama yerinde tekrar okumak üzere çantamın en nadide köşesinde duruyor. Heyecanlıyım.
Yaklaşık iki saat süren yolculuğun ardından, Sarajevo Havalimanı’na indik. Ardından taksi ve yerleşeceğim otele doğru küçük çaplı şehir turu yaptım öncelikle ekonomik olarak gayet hesaplı diyebileceğim bir yer olarak gözlemledim Bosna’yı.
Otele yerleşince seyahatlerde en fazla dikkat ettiğim şey olan hiçbir an’ı kaçırmamak ve hep daha fazlasını öğrenmek üzere Türk kahvesi eşliğinde hemen tarihine göz atıyorum.
1992 yılında Eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Boşnak halkı, diğer cumhuriyetlerin halklarıyla birlikte bağımsızlık kararı alınca kendini korkunç bir savaşın içinde bulmuş. Sırp güçleri Boşnaklara karşı sistemli bir şekilde soykırım uygulamış. Hemde bütün dünyanın gözleri önünde. Üç buçuk yıl süren bu savaşta inanılmaz dramlar ve acılar yaşanmış. O yüzden Bosna denilince hemen akla “hüzün ve umudun coğrafyası” geliyor.
Yakın tarihinde başından geçen bunca acıya rağmen şehir hala dimdik ayakta ve acılarını sarmaya devam ediyor. Sokaklarında ve yapılarında savaşın izlerini görmek mümkün.
Bundan böyle aynı acıları yaşamamak umuduyla bu düzenli, yemyeşil ülkenin tadını çıkarmak üzere kendimi otelden dışarı atıyorum.
Sarajevo tipik bir Osmanlı kenti. Şehrin çekirdeğini Osmanlı kültürü oluşturuyor.
Konakladığım otel meşhur Başçarşı’ya çok yakın yürüme mesafesinde. Kendimi bir an’da Osmanlı ülkesinin ortasında buldum. Türkçe çok yaygın hemen hemen herkes biliyor. Etraf camii, külliye, çarşı ve sebil sanki kendi topraklarınızdaymış gibi hissediyorsunuz. Bosna’da Türkçe çok yaygın hemen hemen herkes biliyor. İnsanları sıcakkanlı ve hiç yabancılık çekmiyorsunuz.
Gerçekten Bosna-Hersek, Orta Avrupa’da farklı kültürlerin buluştuğu, çok renkli (yemyeşil) bir ülke. “Bosna” adını,Sava Nehri’ne akan Bosna suyundan; ülkenin güneyini oluşturan “Hersek” bölgesi ise adını, Ortaçağ sonlarında kurulan Hercegovina Dükalığı’ndan almış. Bu güzel topraklar üstünde MÖ 1. yüzyıldan itibaren Romalılar, Ostrogotlar, Bizanslılar, Macarlar, Sırplar,Osmanlılar ve Avusturyalılar yaşamışlar. En büyük etkiyi (sosyal ve kültürel) Osmanlılar bırakmış. Osmanlı bu coğrafya ya Sultan I. Murat devrinde Edirne fethedildikten sonra düzenli seferler yaparak ve göçler teşvik ederek başlatmıştır. 16. Yüzyıl da Kanuni Sultan Süleyman zamanında en büyük eserlerine kavuşmuş.
Madem ki Başçarşı’dayım o halde geziye buradan başlayabilirim. İlk görülecek yer Gazi Hüsrev Bey Camii (Begova) geliyor. Yapı 1537 yılında Gazi Hüsrev Bey adına inşa edilmiş. Gazi Hüsrev Bey, Kanuni Sultan Süleyman’ın halasının oğlu yani birinci derece yakın ve türbesi de hemen camiinin sol tarafında bulunuyor. Avlunun ortasındaki ahşap işlemeli şadırvan sizi öylesine güzel buyur ediyor ki çeşmesinden su içip serinlemezseniz sanki hatırı kalır diye düşünüyorsunuz. Ayrıca bu güzel şadırvanın ahşap işlemeli tavanında sekiz farklı hat ile “Biz her şeyi sudan yarattık.” ayet-i kerimesi yazılmış. Fotoğraf tutkunları için çok güzel kareler saklı bu güzel yapıda. Benden tavsiyesi…
Camiiden ayrıldıktan sonra hemen çarşının içinde yine Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılan saat kulesini görüyoruz. Son derece güzel görüntüsüyle özellikle hava karardıktan sonra yapılan ışıklandırmalarla sizi kendisine hayran bırakıyor. Savaşlar sırasında büyük hasar görmesine rağmen 1762 yılında yapılan restore sayesinde bugünkü görkemine kavuşuyor. Tabii bu güzel saat kulesinin hemen yanı başındaki Bezistan’ı rengarenk hediyeler satan dükkanları ve kapalı çarşıyı sevdiklerinize hatıra hediyeler almak için gezebilirsiniz. 1551 yılında Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Bursa Bezisten, Bursa ipeği satışı için yapılmış kapalı bir pazar ayrıca Saraybosna müzesi olarak da hizmet
veriyor. Bosna’ya özgü yerel kıyafetleri buradan temin edebilirsiniz.
Sanırım bir çay keyfini hak ettik! Burada çay tiryakilerine iyi bir haberim var. Sarajevo’da her yerde Türk çayı var. Tadıda bizimkilerden farksız. Hem Boşnaklar da “çaya” “çay” diyorlar, bir sıkıntı çıkmıyor. Kahve sevenler için Gönül kahvesi de var. Tavsiyemdir. Kahve fincanlarında kulp yok çünkü dedim ya burası Osmanlı şehri ve gelenekleri hala devam ediyor. Kahvemi yudumlarken düşünüyorum. Türkiye dışında göreceğim en Osmanlı kent burası. Dışı Sarajevo, içi Saray Bosna ve Avrupa’nın tam ortasında…
Kahve bitti kalkarken çevreye bakıyor ve tebessüm ediyorum. Savaşın o uğursuz kokusu artık yok bir canlılık hissediliyor ölüm değil.
Kısa moladan sonra yola devam seyyah yolunda gerek. Eski Sarajevo’nun ortası Başçarsı’da yürümeye devam ediyorum Evliya Çelebi bu cadde üzerindeki hamam ve çeşmeleri yazmış tabii şadırvan ve sebillerde var. Bu demek oluyor ki Müslümanlar su mühendisliğinde çok başarılı eserler verirler çünkü İslamiyet ve temizlik su kültürüne sahip çıkmanın temel şartıdır. Kendinizi Osmanlı yapılarına hayran kaptırmış giderken buluyorsunuz.
Kahve fincanlarında kulp yok çünkü burası Osmanlı şehri ve gelenekleri hala devam ediyor. Kahvemi yudumlarken düşünüyorum. Türkiye dışında göreceğim en Osmanlı kent burası.Dışı Sar ajevo, içi Saray Bosna ve Avrupa’nın tam ortasında…
Başçarşı Camii tüm mütevazılıyla sizi buyur ediyor. Fotoğrafseverler için bu küçük camii doğal ışıkla beraber çok güzel kareler veriyor.
Bu bölgeyi bitirirken ünlü Sarajevo kitaplığı önünde tekrar bir hüzün kaplıyor beni. 1890’larda Avusturyalılar’ın bu kente kazandırdığı mücevher yapı son derece zengin bir kitap koleksiyonuna sahipmiş ve savaş sırasında Sırpların saldırılarıyla her şey yakılıp yıkılmış. Vah ki ne vah! Bir ülkenin toplumsal belleği yitip gitmiş.
Saraybosna şehri yapı olarak Miljacka nehri eteklerine kurulmuş. Nehir boyunca iki yakayı birbirine bağlayan birçok köprü bulunmakta ama en önemlisi hatta dünya tarihinin akışını değiştiren Latin Köprüsü. 1914 yılında Franz Ferdinand ve karısı Sophia bu köprü üzerinde sırp milliyetçisi Gavrillo Princip tarafından öldürülünce 1. Dünya Savaşı başlamış. Köprünün hemen yanıbaşında Sarajevo müzesine mutlaka uğrayın ve dünya tarihini değiştiren materyalleri canlı olarak görün bambaşka duygular kapılıyor insanı.
Sırada nehrin karşı tarafı var. Latin köprüsünü geçtikten hemen sonra hafif yokuşun başında ihtişamlı görüntüsüyle Franjevacka Katedrali karşılıyor sizi. Katedral gerçekten görkemli ve görülmeye değer. Saraybosna’daki hırıstiyan halk için önemli ibadet noktası. Katedrali ziyaret ettikten sonra nehir yönüne doğru ilerlerken hemen nehrin kıyısında İnat Kuca restorantına geliyorsunuz hoş küçük ve hemen fark edilen ahşap bir yapı. Tarihte otoriteye karşı isyan eden şahsa verdikleri bu evi restorant olarak işletme fikri ve turistik hale getirmek son derece zekice bir düşünce ve burada yöresel yemekler tavsiyemdir. İnat Kuca’nın hemen yanında, Hünkar camii 1457 de İsa Bey tarafından Fatih Sultan Mehmet’e armağan olarak yapılmış. Camiinin avlusundaki Osmanlı mezarlığını sanki bu coğrafyayı yaşayanlar tarihe karıştılar geriye bizim gibi gezerek, dinleyerek ve okuyarak öğrenmeye çalışan nesiller kaldı dedirtiyor. Tarihe ve her türlü etnik yapıya rağmen bir arada yaşayan her halka selam olsun iyi ki varsın Sarajevo deyip şapka çıkartmak geliyor içimden, ilk gün bitiyor sırada ikinci günü yaşamak umudu ve hayallerimle otel odasında kitabımla uykuya dalıyorum.
İkinci gün. Havası o kadar temiz ki dinç ve uykumu almış olarak kalkıyorum yataktan hemen kahvaltı yapıp otel resepsiyonundan ayarladığım ve pazarlık yaptığım taksi ile TRAVNİK’e gidiyorum. Sarajevo’ya 90 dakikalık mesafe de mutlaka taksicilerle sıkı pazarlık yapın ve ülkede benzin fiyatlarının çok düşük olduğunu unutmayın.
TRAVNiK
Kısaca Travnik nasıl bir yer diye sorsalar hiç düşünmeden; Kale, Kule, Minare derim. Bu minimalist ve doğal Osmanlı şehrinin girişinde sizi Laşva nehri karşılıyor hatta şehri ikiye bölüyor. Üst Kale ve Alt çarşı. Alt çarşı’da ise karşınıza çıkan Elçi İbrahim Paşa medresesi hemen varlığını hissettirip sanki sizi buyur ediyor. Mutlaka ziyaret edin şimdilerde de aynı görevi üstlenmiş durumda öğrenciler sizi karşılayıp sohbet edip nereden geldiğinizi soruyorlar. Soluklanmak için güzel bir alternatif.
İstikamet kale ve muhteşem manzarası (Travnik Kalesi). Tek girişi var, Kale’nin arkasından gürül gürül akan Göksu nehri serinliği ve doğallıyla gerçekten göz kamaştırıcı. Kalede durup dinlenin manzarasını seyredin, Osmanlıyı düşünün daha fazlasını hayal etmek için Ivo Andriç’in “Travnik Günlüğü” kitabını okuyun. Özellikle Travnik için en güzel rehber. Kalesi, nehri, salkın söğütleri,kahvesi ve köftesi ile tam bir turistik şehir. Boşnaklar buraya “Avrupa’nın İstanbul’u” diyorlar. Çok bizden bir şehir. Tam 17 camiisi var. Dikkatimi çok önemli bir detay çekiyor. Sizi şehre girerken nehir karşılıyor yine uğurlarken bir başka nehir yolculuyor. Su ile gelip su ile gitmek bu olsa gerek. Hoşçakal Vezirler şehri.
MOSTAR
Sırada Mostar’a yol almak var. Harika dağ yollarından gürül gürül akan nehirlerden Mostar’a ulaşmak kadar keyiflisi yok. Şimdilik sadece şunu biliyorum ki Mostar, Bosna-Hersek’in en büyük şehri ve aynı zamanda başkenti. Bu nehirler ülkesini taçlandıran 60 kadar Osmanlı köprüsü olduğunu da yolculuk sırasında öğreniyorum.
Mostar aslında bir köprüden çok daha fazlası…
Bence Osmanlı’nın Avrupa’daki simgesi. 21 metre yüksekliğindeki bu köprüyü görür görmez sanki yıllardır görmediğiniz akrabanızı görür gibi oluyorsunuz. Köprünün her iki tarafında kuleler var ve kulelerin içinde “mostari” (köprü bekçileri) oturuyormuş işte bu nedenle buranın adı Mostar Köprüsü olmuş. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle 1566’da büyük usta Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından “hilal” şeklinde yapılmış. Yıllar sonra Sırp ve Hırvat savaşlarında yıkılan bu canım köprü Türkiye’nin desteğiyle tekrar yapılmış.
2004 yılında İngiltere prensi Charles tarafından görkemli bir açılışla bugünkü haline kavuşmuş. 2005 yılında ise UNESCO Kültür Miras listesine alınmış.
Mostar bölgenin en zengin kültür şehri. Köprüyü oturup saatlerce seyredebilir, kare kare fotoğraflarını çekebilirsiniz. Hatta bazı saatlerde gençlerin efsanelerine uygun köprü üstü atlayış ve dalışlarına şahit olabilirsiniz. Efsane dedim belki merak etmişsinizdir diye hemen kısaca anlatayım; Bosna’lı Müslüman gençler sevdiği kızı alabilmek ve kendini kanıtlamak için köprüden nehre atlarlarmış ve bu bir gelenek haline gelmiş. İyi ki de gelmiş bunu bilmek ya da dinlemek hoşunuza gidiyor.
Bu yalın, sade ve zarif köprüye Mostar’a veda etmek çok zor oluyor. Şunu biliyorum ki, burayı hiç unutmayacağıma eminim.
BLAGAY VE POÇiTELJ
Madem Mostar’dayız o halde güneye hatta hafif doğuya yönelelim Bisce ovasının hemen kenarına Blagay tekkesine geçelim.
Blagay tekkesi ve Poçitelj sınır şehri. Biri Boşnakların Müslümanlaştırılması diğeri de Osmanlı’nın askeri gücü ve sınır karakolu olan görkemli kenti. Araları 5 kilometre.
Blagay, Buna nehrinin doğduğu yer. İnsanoğlu’nun göreceği en mükemmel manzaranlardan birine sahip doğayı içinize doya doya sindirip hissedeceğiniz bir yer. Ve tabii ki maneviyatı da ayrı bir huzur.
Osmanlı özellikle Balkanlar’a yolladıkları Bektaşi dervişler sayesinde çok kısa zamanda yüz binlerce insanın Müslümanlaşmasını sağlamış. Bir nevi misyoner hareketi olmuş ve hatta Osmanlı en fazla yatırımı bu bölgeye ve halkına yapmış. Hala birçok Boşnağın “Biz Osmanlıyız” demesinin sebebi bu ulvi sevgiymiş. İşte bu sevginin simgesi Blagay Tekkesi.
Sarı Saltuk, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın himayesinde derlenen ve “Saltukname” adıyla da bilinen halk efsanesinin kahramanı. Efsaneleştirilmiş Bektaşi Babası. Hatta sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar içinde önemli bir efsane kahramanı. Bu yüzden şimdilerde Blagay Tekkesi her dinden yüz binlerce kişinin ziyaret akınına uğruyor.
POÇiTELJ
Osmanlının sınır kapısı ve UNESCO KÜLTÜR MİRASI Listesinde. Boşnakça “Başlangıç noktası” anlamına geliyor, Dubrovnik ile sınır komşusu ve tamamen taştan inşa edilmiş, Osmanlı askerinin mimari dehasını görebileceğiniz bir yer. Çok etkileyici. Görkemi size ne kadar güçlü olduğunuzu hissettiriyor. Kaleye çıkan yolları ve restore edilen evleriyle sizi kısa sürede etkilemeyi de başarıyor. Evliya Çelebi’nin Poçitelj yazılarını tavsiye ederim. Ne mutlu bana ki bende onun gibi heyecanlandım. Kaleye çıkıp şehri tepen seyretmek ölmeden öncegörmeyi ihmal etmeyeceğiniz yerlerden biri. Asla unutamazsınız. Kaleye çıkarken fotoğraf makinenizi ve ekipmanlarınızı almayı unutmayın manzara müthiş.
Acıktıysanız Blagay’ı tavsiye ederim çünkü Buna nehrinin üstünde doğal yapıda bir sürü balık lokantası mevcut, üstelikte çok ekonomik. Benden tavsiyesi.
Kuş sesleri, doğa, nehrin akışı ve huzur…
500 yıl Osmanlı hakimiyetinde bulunan Bosna-Hersek her karış toprağı ile ilgiyi fazla fazla hak ediyor. İkinci gün bitiyor. Gördüklerime şükredip rahat bir uykuyu hak ediyorum.
VRELO BOSNA
Üçüncü gün sabah kahvaltısı, tramvay ile yolculuk istikamet Vrelo Bosna. Saraybosna’nın su kaynağı. Köpük köpük akan suyu, yeşillikler içindeki dünya harikası Bosna’ya başka bir güzellik sunuyor. Sadece siz ve doğa başbaşa. Geniş bir park görünümündeki su kaynağında doğanın her tonunu görmek mümkün
sanki cenetten bir köşe. Söylenecek son söze en iyi örnek saygı duymak oluyor. Yaklaşık dört saatimi bu cennet köşesinde yürüyüşler yaparak parkın içindeki cafelerde çay içerek geçiriyorum.
Bugün rotamda Savaşın seyrini değiştiren TÜNEL de var. Vrelo Bosna ile zor vedalaşarak otostop yapıp tekrar Sarajevo’ya dönüyorum TÜNEL havaalanına yakın. (Burada otostop yapabilirsiniz mesafe kısa ve insanları son derece medeni, güvenilir) 5 dakika içinde halden anlayan bir şöför beni TÜNEL’e kadar bırakıyor. Allah razı olsun.
Bosna’da savaş başlayınca Sırplar tüm Bosna’yı ve halkını kuşatma altına alıyorlar binlerce insana zulum uygulayıpöldürüyorlar. Üçbuçuk yıl süren bu acı dolu yıllar neyse ki geride kalıyor. İşte o acı dolu yıllarda savaşın seyrini değiştiren hayat Tünel’ini kazıyorlar ve tüm dünya ile iletişimini oradan sağlıyorlar. TÜNEL şimdilerde açık hava müzesi gibi mutlaka görün savaşın acı izlerine tanık olun. Havaalanına tehlike oluşturuyor diye tamamı açık değil ama gördükleriniz size yetiyor. Burada Aliya İzzet Begoviç ve oğlu Bakir İzzet Begoviç’i saygıyla anıyorum. Tünel’in mühendisliğini yapan oğlu ve kuşatma sırasında burayı kullanan Aliya İzzet Begoviç uluslararası toplantılarda halkı için bu tünel sayesinde hayatta kalıyorlar. Büyük gurur büyük umut ve halkı için savaşan büyük lider. Günün sonunda programımda kabristanını ziyaret etmeyi de ihmal etmeyeceğim.
Tünel’den ayrılıyorum kafamda binlerce soru. Savaş bitmiş bu hüzünlü ve güzel dost ülke yaralarını sarıyor. Bosnalılar hatırlamak bile istemiyorlar. Artık her yer sakin ve sessiz güleryüzlü insanlarla dolu. Operası, tiyatrosu, film festivalleri ve cıvıl cıvıl sokaklarıyla tamamen turistlik bir ülke olmayı hak ediyor. Yolunuz ne olursa olsun bu Osmanlı’nın batıya açılmış dost ülkesi Bosna’yı mutlaka ziyaret olsun.
Akşama doğru şehitlikleri ve bembeyaz mezar taşlarıyla donatılmış şehri ziyaret edip dua ediyor tepenin üstünden hüzünlü bulanık gözlerle batmakta olan güneşi seyrediyorum. Sabah olduğunda burada olmayacağım ama ömrümün bir zaman dilimimde tekrar bu topraklara mutlaka geleceğim.
Hava yavaştan kararmaya başladı hafif rüzgar çıktı, Başçarşı’yı ve eserlerini o kadar güzel ışıklandırmışlar ki akşamın incisi gibi çıkıveriyor ortalığa her yapı ışıl ışıl görünüyor. Bu gece otelde ilk gecem olacak ve yatmadan önce Bosna’yı çalışıp sabırsızlıkla sabahı bekleyeceğim. Sabah gezilecek görülecek çok yer var.
BOSNA – Bu yazı 2015 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 100. sayısından alınmıştır.
Merhaba evliya celebi nin bosna hakkında yazdıklarını hangi yayın ve cildinden okudunuz acaba.merak ettim.