Çarşamba , 24 Nisan 2024

Çanakkale Boğazı’nın Kilidi; Bozcaada

Bozcaada, bilindiği üzere Türkiye’nin Ege denizindeki iki adasından biri. Gökçeada ile birlikte Çanakkale Boğazı’nın girişine hakim bir konumda olması sebebiyle, İstanbul’a giden yolların güvenliği açısından önemli bir merkez konumunda. Belki de bu sebepten olacak, tarihsel süreçte sıklıkla el değiştirmiş.

Yazı ve Fotoğraflar: Önder Kaya

Helen kültüründe “Tenedos” adı ile bilinen Bozcaada’nın, bu ismi ne vesileyle aldığı tam olarak bilinmiyor. Bir efsaneye göre Truva kralı Cynus’un oğlu Thenes tarafından iskan edildiği için bu isimle anılagelmiş. Bozcaada’nın tarihi son yapılan araştırmalarla MÖ. 3000’lere kadar çıkarılıyor. Truvalılar Ada’nın stratejik önemini erken kavramış olacaklar ki 15. yüzyılın başlarında buraya gelen İspanyol seyyah Ruy Gonzalez Clavijo, kral Priamos’un Truva’ya yapılacak bir saldırıyı engellemek için burada bir kale inşa ettirdiğinden bahseder. Ada, MÖ. 5. yüzyılda Pers istilasına maruz kalır. Sonraları Perslere karşı denizci Yunan şehir devletlerince kurulan “Delos Birliği”nin bir parçası haline gelen Tenedos, MÖ. 63’de kesin olarak Roma egemenliğine girmiştir.

gezgindergi-turkiye-canakkale-bogazi-bozcaada (2)
Bozcaada, ilerleyen yıllarda Doğu Roma ya da diğer bir deyişle Bizans’ın bir parçası haline gelir. Lakin yaşadığı badirelerin etkisiyle gün geçtikçe kan kaybeden Bizans imparatorluğu da uzun süre Bozcaada’yı elinde tutamaz, 14. yüzyılda Venedikliler’e devreder. Ancak bu devir-teslim işi Karadeniz’de ticari menfaatleri olan Cenevizlilerin hiç hoşuna gitmez. Sonuçta iki şehir devleti arasında bir dizi mücadele yaşanır ve bunun neticesinde Venedik, Bozcaada’yı boşaltmayı kabul eder. Ada, bu sebepten uzun süre kendi kaderine terk edilir. Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıkması ile de tekrar önem kazanır. Hele de İstanbul fethedildikten sonra Marmara’nın girişinde yer alan Bozcaada’nın, Fatih’in ilgisini çekmemesi artık mümkün değildir.

Fatih, bölgeyi kısa sürede kontrolü altına alır. Venedik’le 1463-1479 yılları arasında devam eden savaşlar sırasında Bozcaada bir ara Venedik kontrolüne geçerse de sonrasında tekrar geri alınır. 17. yüzyılda Osmanlıların Girit’i kuşatması nedeniyle yeniden alevlenen Venedik savaşları sırasında ada bir kez daha el değiştirirse de, bu kez de Köprülü Mehmet Paşa Bozcaada’yı yeniden Osmanlı topraklarına katar. Paşa’nın adı adeta Bozcaada ile özdeşleşmiş olup, adaya katkılarından ilerleyen satırlarda ayrıca bahsedeceğim. Bozcaada, Balkan Savaşları sırasında Yunan donanması tarafından işgal edilir ve 1912’den Lozan anlaşmasının kabul tarihi olan 1923’e kadar Yunanistan’ın elinde kalır. Lozan’da ise Türkiye’ye bırakılan Çanakkale Boğazı’nın güvenliği gerekçe gösterilerek Gökçeada ile birlikte Türk tarafına devredilir. 20 Eylül 1923’de ise resmen Türk yetkililere teslim edilir. Bu tarih, günümüzde de Ada’nın kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır.

Ada’nın kısa bir tarihçesini verdikten sonra gelelim isim meselesine… Yukarıda da belirttiğim üzere adanın Yunaca ismi Tenedos’tur. Türkçe isminin nereden geldiği de tartışmalıdır. 16. yüzyıl denizcisi Piri Reis, Ada’da boz bir tepe bulunduğundan bahseder. Muhtemelen bu özelliği sebebiyle ada, Müslüman denizcilerce “boz ada” ya da “bozca ada” gibi isimlerle anılıyordu. Öte yandan Bozcaada’nın iki tarihi camisinden biri olan Alaybey camisinin haziresindeki mezar taşlarından bazılarında Ada’dan “bohça ada” diye bahsedilmektedir. Dolayısıyla ikinci bir görüş de adanın isminin buradan türemiş olabileceği yönündedir.

Ada’ya hem araçla hem de yaya olarak gitmek mümkün. Arabanızla gidecek olursanız rahatça gezebilirsiniz ama ara sokaklara girip Ada’nın iki katlı evlerini, şaraphanelerini, küçük kafelerini ıskalama ihtimaliniz çok fazla. O sebepten Ada’ya yaya olarak gitmeniz, yada aracınızı Ada’nın merkezine bırakmanız tavsiye olunur. Zaten merkezden Ada’nın görülesi yerlerini dolaşan minibüsler 15 dakikada bir kalkıyor. Minibüslerin uğrak yerler arasında Ayazma, Sulubahçe, Habbale ve Tuz Burnu gibi mevkilerdeki plajlar da yer alıyor. Bir başka seçenek de bisiklet kiralamak.

Bozcaada Çanakkale Boğazı’nın 12 deniz mili güneyinde olup Çanakkale il merkezine 25, Gökçeada’ya 17 ve Geyikli feribot iskelesine 4 deniz mili uzaklıktadır. Etrafındaki irili ufaklı 17 adacıkla birlikte toplam yüzölçümü 37.5 kilometrekare civarındadır. Bu küçük adaların en büyüğü ise Tavşan Adası olarak bilinir. Yeri gelmişken hemen belirteyim ki eski zamanlarda Bozcaada’ya gelen seyyahlar, iki özelliğine gönderme yapmadan edemezler. İlki Ada’nın eşsiz misket üzümleri ile bundan elde edilen şarapları ve ikincisi de tavşanlarının bolluğudur. Bozcaada’ya varmak için Geyikli iskelesine ulaşmanız lazım. Feribotlar Geyikli-Bozcaada arasını yaklaşık 35-40 dakikada alıyorlar. Sonrasında kendinizi tarih, tabiat ve denizin kucaklaştığı küçük bir cennette buluyorsunuz.

gezgindergi-turkiye-canakkale-bogazi-bozcaada (3)
Kale

Bozcaada’da kanaatimce öncelikle görülmesi gereken tarihi mekan, kalesi. Kalenin banisi Fatih Sultan Mehmed. Bunun öncesinde bir kale varsa da, bu kale 14. yüzyılda Venedik ve Ceneviz arasında meydana gelen bir anlaşmazlık sonrasında yıktırılmış. Fatih, Çanakkale boğazının girişinde önemli bir nokta olarak gördüğü Bozcaada’ya muhkem bir kale inşa ederek buraya verdiği önemi gözler önüne sermiştir. Kale, Köprülü Mehmet Paşa tarafından bir kez daha elden geçirilmiştir. Ancak bugünkü kale büyük ölçüde II. Mahmud döneminden kalmadır. Kale, deyim yerindeyse 1816’da adeta yeniden yapılmıştır. Bugün bir müze haline getirilmiş olan Bozcaada kalesinden nefis liman manzarasını izlemek mümkün. Kalenin içinde bir kısmı Latince yazılı pek çok mezar taşı da bulunuyor. Ayrıca kaleye dair bazı Osmanlıca kitabeleri de burada görmek mümkün. Kalenin limana nazır, eşsiz bir manzarası olduğunu da hemen belirteyim.

Köprülü Mehmet Paşa Camii

Ada’daki iki tarihi camiden biri olan Köprülü Mehmet Paşa camii, esasen bir külliyenin parçasıdır. Paşa, 1656’da Bozcaada’yı Venediklilerden geri aldıktan hemen sonra kendi adını taşıyan cami, mektep, 34 odalı bir han, hamam, kahvehane, kuyu ve dokuz değirmenden oluşan bir külliyenin temellerini atmıştır. Değirmenler muhtemelen rüzgar gücü ile çalışmaktaydı. Nitekim adanın rüzgar gücünden bugün de istifade edilmektedir. Gelgelelim tüm bu eserlerden bugüne sadece cami ile hamam gelebilmiştir. Mabed, “Yalı cami” olarak da bilinmektedir. Kaynaklardan anladığımız kadarıyla Köprülü Mehmet Paşa’nın bu civarda bir de yalısı vardı ve isim de muhtemelen buradan gelmektedir.

Alaybey Camii

Ada’nın diğer tarihi camisi olan Alaybey camii ise daha ziyade avlusunda yatan mühim zevat ile tanınır. Toplamda 14 olan mezarların hemen hepsi Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış şahıslara ya da onların eşlerine aittir. Bu mezarlar arasında en tanınanı I. Abdülhamid devrinin sadrazamı Halil Hamid Paşa’ya aittir. Paşa, 18. yüzyılın son çeyreğinde görev yapmış ve bilhassa Rusya karşısında alınan yenilgiler ve akabinde de Kırım’ın kaybı üzerine ciddi reform teşebbüslerine girişmişti. Yeniçeri ocağını ıslah ettiği gibi, daha önce açılan ancak ilgisizlikten dolayı önemlerini kaybeden askeri mektepleri yeniden düzenlemiş, özellikle Fransızlardan askeri ve teknik alanda yardım almıştı. Artan Fransa-Rusya rekabetinden de yararlanmayı bilmişti. Paşa, reformu yavaşlatan bir unsur olarak gördüğü I. Abdülhamid’i de tahttan indirmeye ve onun yerine batıda meydana gelen gelişmeleri takip eden genç şehzade Selim’i tahta geçirmeye kalkışmış, bu konuda önde gelen bazı devlet adamları ile işbirliğine gitmişti. Ancak rakipleri tarafından bu durum sultan I. Abdülhamid’e aktarılmış olacak ki aniden azledilerek Gelibolu’ya sürülmüş, akabinde Habeş eyaletinin idareciliğine getirilmiştir. Yol hazırlıkları yapmak için Bozcaada’da bulunduğu bir sırada ise ölüm fermanı ulaşmış ve burada boynu bedeninden ayrılmıştır. Kesilen başı İstanbul’a gönderilerek padişaha takdim edildikten sonra Karacaahmet mezarlığına defnedilmiş, bedeni ise Alaybey camisinin avlusuna gömülmüştür. Yine sultan Abdülmecid devrinde Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Damat Mehmet Ali Paşa da bu hazirede gömülüdür.

Caminin ise yapım tarihi ise tam olarak belli değildir. Cami adını Miralay Ahmet Ağa’dan alır. Ancak bu kişinin camiyi yaptıran kişi mi yoksa ihya eden zat mı olduğu konusu tartışmalıdır. Gördüğü onarımlar sonrasında iç mekanda sanat özelliği taşıyan pek bir öğe kalmamış. Denilebilir ki sırf haziresi için ziyaret edilse yeridir. Buradaki bazı mezar taşlarında da yatan kişiler için “Bohça adalı” ibaresi kullanılır ki, bazı araştırmacılar bu ismin bozularak Bozcaada’ya dönüşmüş olabileceğini söylerler.

Bozcaada Rum Cemiyeti

Bozcaada denilince yakın bir zamana kadar baskın olan kültür Rumlara aitti. Ancak bugün adada çoğu 60 yaşın üzerinde 15-20 Rum yaşamaktadır. Adada halihazırda ayakta duran tek kilise Kimistis to Theotuku kilisesidir. Kilisenin çok eski dönemlere kadar uzandığı biliniyorsa da mevcut yapı 1860’lardan kalmadır. Kilise, halk arasında “Meryem ana” adıyla bilinir. Kilisenin dört katlı saat kulesini adanın pek çok yerinden görmek mümkündür. Kule, eski kartpostallarda da görülür. 2007 yılında söz konusu saat kulesi başbakanlık tarafından sağlanan ödenekle aslına uygun biçimde restore edilmiştir. Bununla birlikte adada sayıları 25’e yaklaşan çok sayıda küçük manastır da bulunmaktaydı. Haliyle Rum nüfusun yok olma noktasına gelmesi ile birlikte bu mabedler de birer birer kaderine terk edildi.

Adadaki Rum nüfus ise 1950’li yıllardan hızla azalmaya başlar. Bilindiği üzere Gökçeada ve Bozcaada Lozan’da Türkiye’ye bırakılırken, bu adaların ahalisi mübadele kapsamı dışında tutulmuştu. Ancak gerek Yunanistan ve gerekse de Türkiye’nin tarihsel süreç içinde gerginleşen ilişkilerinin faturasını azınlıklara kesme politikalarının bir tezahürü olarak Bozcaada’nın Rum halkı Yunanistan, Kanada, Avustralya, Fransa gibi ülkelere göç etmek zorunda kalacaktır. Bu anlamda Cumhuriyet döneminin en önemli kırılma noktaları 1942 Varlık Vergisi, 1955’deki 6-7 Eylül Olayları, 60 ve 70’lerdeki Kıbrıs hadiseleri gibi gelişmelerdir. 1964’de Bozcaada Karma Rum okulunun kapatılması gibi yıldırma politikaları da Ada halkının göç sürecini hızlandırmıştır.

Ada Rumlarından kalan en önemli yadigarların başında üzüm yetiştiriciliği ve buna bağlı olarak şarap imalatı gelir. Ada’nın misket şarapları son derece meşhurdur. Ada’ya 1764’de gelen İngiliz seyyah Richard Chandler, misket şarabından tattığını ve tadına bayıldığını seyahatnamesinde zikreder.

Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi (BOYTAM)

İlginçtir ki Bozcaada’ya giden pek çok kişinin ıskaladığı ancak mutlak görülüp gezilmesi gereken bir mekan var ki burası Bozcaada Yerel Tarih Araştırmaları Merkezi ya da kısa adıyla BOYTAM’dır. Müzenin kurucusu Hakan Gürüney, İstanbul’da Rum kültürünün damgasını vurduğu Fener semtinde doğmuş. ODTÜ’de fizik okumuş ve sonrasında koleksiyona merak salmış bir isim. Bozcaada’ya ilk olarak 1992’de gelmiş ve adaya vurulmuş. Beş yıl sonrada Ada’dan bir yazlık satın alarak yaz mevsimlerini burada geçirmeye başlamış. 1998’de Bozcaada ile ilgili ilk objesini satın almış koleksiyonu zaman içinde büyümüş. Hakan Bey’i şahsen de tanıma fırsatı buldum. Onu tanıdığımda eşimle aynı Yunanca ders grubunda ders alıyorlardı. Yıllar sonra kurduğu müzeye de gitmek kısmet oldu. Yaklaşık 5000 parçalık bir koleksiyonun sergilendiği müzede yok yok. Müze Bozcaada kaymakamlığı ve Hakan Gürüney’in beraberce imzaladıkları bir protokol sonrasında 2006’dan itibaren hayata geçirilmeye başlamış. Müze tek katlı bir Rum yapısının içinde hizmet veriyor.

Yine Hakan Bey tarafından kaleme alınan “Tenedos’tan Bozcaada’ya Unutulmuş Bir Ada Hikayesi” adlı kitapçıktan öğrendiğimize göre bu bina, Ada’da çıkan 1874 yangınından sonra inşa olunan en görkemli yapı imiş. Ancak zaman içinde terk edildiği ve bakımsız kaldığı için yıkılma tehlikesi baş gösterince üst katları yıkılmış. Müze zemin ve bodrum katından oluşuyor, Zemin kattaki odalarda farklı konularda tematik koleksiyonlar var. Koridorlarda Bozcaada ile ilgili harita ve gravürler asılı. Bir oda ise Çanakkale Savaşı’na dair objelere ayrılmış. Bilindiği üzere bu savaş sırasında Bozcaada, İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş ve bir ikmal merkezi olarak kullanılmıştır. Hatta İtilaf devletleri burada inşa ettikleri havaalanları vesilesiyle uçurdukları uçaklar sayesinde bölgede keşif seferleri de yapabilmişlerdir. Bir başka kısım ise Bozcaada ile ilgili filatelilere yani pul ve damgalara hasredilmiş. Hakan Gürüney’in ilk koleksiyonlarından olan deniz kabukları ise başka bir alanda sergileniyor. Tabii Ada’nın olmazsa olmazlarından olan süngercilikle ilgili materyaller de müzede bolca mevcut. Müze’nin en ilgi çekici kısımlarından biri de Bozcaada ismini taşıyan objeler. Bunlar arasında bazen bir kitaba, bazen bir dergi ya da gazeteye tesadüf etmek mümkün. Çok özenli ve düzgün bir koleksiyon. Küçük bir oda Bozcaadalı Rumların ibadet sırasında kullandıkları objelere ayrılmış. Bir başka alanda Bozcaada hakkında yazılmış Türkçe, Osmanlıca, Yunanca, İngilizce kitaplar sergileniyor. Açıkçası bu küçük ada ile ilgili bu kadar çok eser kaleme alınması insanı şaşırtıyor.

Müzenin alt katı ise adadaki günlük kullanım eşyalarına ve üretilen ürünlere ayrılmış. Burada inşaatçılığa, doktorluğa, marangozluğa, terziliğe, bağcılık ve şarapçılığa, meyhane kültürüne, bakkallığa dair objeler görmek mümkün. Ama benim burada en çok dikkatimi çeken duvarcılık-inşaatçılık kısmında sergilenen tuğla koleksiyonu oldu. Bu tuğlalar arasında ay-yıldız öğesine de, Grekçe ibarelere de rastlamanız mümkün.

Şunu da belirtmek lazım ki bu kadar geniş kapsamlı bir müzedeki objelerin her ne kadar önemli bir kısmı Hakan Gürüney tarafından temin edilmiş olsa da pek çok bağış da yapılmış. Adanın plajı, kumsalı, tarihi dokusu, şarabı, bağları, rüzgar gülleri, kalesi, Osmanlı devri yapıları bir yana, sırf bu müze için dahi Bozcaada’ya gitmenize değer.

gezgindergi-turkiye-canakkale-bogazi-bozcaada (4)
Daha başkaca…

Bozcaada özellikle plajları açısından da tatilcilerin sıklıkla tercih ettikleri bir mekan. Bilhassa Ayazma mevkii hem temiz denizi hem de tarihi-kültürel dokusu açısından sıklıkla tercih edilen bir bölge. Burası adını Aya Paraskevi ayazmasından alıyor. Ada’nın güneyinde bulunan bu ufak kır manastırında her yıl Temmuz ayının 26’sında bir panayır düzenleniyor. Başka zamanlarda da insanlar etrafındaki devasa çınar ağaçlarının altında serinlemek ya da soğuk ayazma suyundan içmek için buraya geliyorlar. Ada’nın mutlak görülmesi gereken bir yeri de Ayazma bölgesinden de görülebilen rüzgar gülleri. Bozcaada’da çok eski zamanlardan beri rüzgar değirmenlerinin varlığı biliniyor. Halihazırdaki rüzgar türbinleri ise 2000 yılında kurulmuş ve Türkiye’nin üçüncü büyük rüzgar enerjisi santrali durumunda. Rüzgar gülleri hemen yanındaki Polente feneri ile harika bir kare oluşturur.
Ada’nın merkezinde ise Türk ve Rum evleri tüm güzellikleri ile sıralanmış vaziyette. Cumhuriyet mahallesinde daha ziyade Rum, Alaybey mahallesinde ise Türk evleri göze çarpıyor. Rum evlerinin bir kısmında Türk evlerinin aksine balkon da bulunur.

Türk evlerinin alt katları erzak deposu olarak kullanıldığından az pencerelidir. Bazı Rum evlerinin ise hemen bitişiğinde mağaza denilen binaya bitişik yapılar bulunur. Bu mekanlar genellikle kış erzağının depolandığı yerler ya da şarap imalathanesi olarak kullanılırdı. Yine Ada’nın merkezinde şarap fabrikalarını da dolaşmanız mümkün. Adada bugün altı büyük şarap üreticisi var ki bunların üçü merkezde. Bu şarap fabrikaları yaz döneminde tanıtıcı turlar da düzenliyorlar. Böylelikle şarabın hangi aşamalardan geçerek üretildiğini en yetkin ağızlardan öğrenme şansını yakalıyorsunuz.

Ada ve Sürgün

Adalar eski zamanlarda ana kara ile bağlantılarının kesik ya da sınırlı olmasından dolayı sürgün yeri olarak da kullanılmıştır. Bozcaada’nın bu konuda yaygın bir şöhreti olmamakla birlikte Atatürk heykellerine yönelik saldırı faaliyetleri ile tanınan Ticani tarikatının şeyhi Kemal Pilavoğlu’nun 1960’lı yıllarda burada sürgün olarak yaşadığını Azra Erhat’tan öğreniyoruz. Erhat’ın ifadesine göre Pilavoğlu, Bozcaada’yı ziyadesiyle benimsemiş, hatta buradan bir bağ satın almıştır. Ada’nın en görkemli evlerinden birinde yaşayan Pilavoğlu, bir fırın bir de mandıra kurmuş, halka buralardan bedava süt ve ekmek dağıtmış.

Adanın Yetiştirdiği Bahriye Nazırı: Hasan Hüsnü Paşa

Ada’nın tarihsel süreçte yetiştirdiği en önemli sima ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde II. Abdülhamid’e uzun süre Bahriye nazırı olarak hizmet veren Hasan Hüsnü Paşa olsa gerek. Paşa, Rusların 1853’deki Sinop baskını sırasında şehit olan Bozcaadalı Piyale Hüseyin Paşa’nın oğludur. Hasan Hüsnü Paşa’nın oğlu amiral Rüşdü Bozcalı da dedesi ve babasının izinden gitmiştir. Rüşdü Paşa’nın kızı ressam Sabiha Bozcalı ise başta Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi olmak üzere pek çok çalışmaya tarihi illustrasyonları ile hayat katmıştır. Sabiha Bozcalı ilk resim derslerini denizci ressamımız Ali Sami Boyar’dan almıştır. Ali Sami Boyar ise resim sanatında Sabiha Bozcalı’nın dedesi Hasan Hüsnü Paşa sayesinde ustalaşabilmiştir. Zira Paşa, Ali Sami Bey’i resim eğitimi görebilmesi için özel izinle Sanayi-i Nefise mektebine kaydettirmiş, sonra da Fransa’ya yollamıştır. Hasan Hüsnü Paşa, kendi sahasında da önemli işlere imza atmıştır. Mesela Osmanlı donanmasına ilk denizaltı onun zamanında alınır.

Deniz Müzesi de Kasımpaşa’daki Taşkızak tersanesinde yine onun girişimleri ile açılır. Paşa’nın Eyüp başta olmak üzere pek çok yerde hayır eserleri inşa ettirdiği de biliniyor. Gelgelelim Paşa’nın Türk denizcilik tarihi açısından pek hayırlı olmayan işlere de imza attığı bir gerçek. Bunları belki de en acısı Ertuğrul faciasıdır. Japonya’ya bir iyi niyet ziyareti olarak deniz harp okulu öğrencilerinden oluşan bir gemi gönderilmesine karar verilir. Paşa, teknik yetersizliklerine rağmen Ertuğrul gemisini bu uzun yolculuğa tahsis eder. Ancak gemi, Japonya’dan dönüş yolunda batar ve yüzlerce öğrenci ile gemi personeli şehit olur. Ayrıca II. Abdülhamid’in Osmanlı donanmasını Haliç’te atıl bırakıp çürümeye terk etmesi de onun nazırlığı zamanına denk gelir.

Bozcaada küçük yüzölçümüne rağmen yaz tatili için ziyaretine gelenlere tabiatı, denizi ve tarihi ile eşsiz bir dinlence vaad ediyor. Siz de benim gibi İstanbul’a sadece birkaç saat uzaklıktaki bu şirin adayı dünya gözü ile bir görmek lazım diyorsanız Bozcaada’nın şimdilerde tam vakti.

Bu yazı 2013 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 78. sayısından alınmıştır.

Yazar : ÖNDER KAYA

1974'te İstanbul doğumlu. Öğretmen, araştırmacı-yazar ve tarihçi. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun olan Kaya, aynı yıl Marmara Üniversitesinde yüksek lisansını yaptı. Öğretmenlik hayatına Robert Koleji'nde devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir