“Der Beyân-ı Âlet-i Acîbe-i Frengî-i KLİMA ve Fevâidühâ fî Eyyâm-i Bahûr ”
Yazı: Seyyâh-ı Hayrân Ziyâ Çelebi
Cenâb-ı zü’l-celâl Âdem’i halk eyleyüp ânı vü zevcinü cennete iskân eyleyip anlara nice eltâfda bulundukda anlar şeytân aleyhilla‘ne’nin kasemine mâil olub şecere-i memnûadan ekl itdiler. Ba‘dehû Cenâb-ı Hakk anlara itâbda bulunub tevbelerüne tevvâb olup anlara rahm kılub Âdem birle zevci Havvâ vâlidemüzi dahî kürre-i arza emr-i ilâhîden “ihbitû” buyurarakdan inzâl eyledi. Cenâb-ı Evvel hazretleri cümle ervâhı tekvîn eyledüği vakıt cümlesüne suâl eyledü kim “Elestü bi rabbiküm?” -Ben sizün cümlenizün Rabbi değil miyüm?- dedikde ânlar yek-dehen “Belî Yâ Rabb” didiler. “Elhakk, cümlemizün Rabbı sensün kim şol cümle kulcağızlar hep senin ibâdun olurlar ü ahid virürler” deyûben suâle icâbet etdüler. Ol Erhamürrâhimîn dahî şol cümle kâinâtu arâzî vü enhârı, bihâr ü en’âmu, cümle hayevânâtu dahî semâvâtu âdemoğlanına müsahhar kılub dürlü erzâk ü eltâf ile ânı taltîf eyledü. Vü lâkin ol âdemoğlu cümle imkânât ü eltâfu hoyratça tebzîr ü isrâf itmüş, çârçûr eylemiş vü çarh-ı cihânu şirâzesünden ihrâç eyleyüb nizâmı vü berr ü bahri fesâda gark eylemişdür. Binâenaleyh cenâb-ı Mevlâ buyurdılar kim “Nâsın eydinden sâdır olan ef’âl münâsibetiyle berr ü bahrde fesâd zuhûre geldü kim biz ânlara sun’eyledikleri fesâdun netâicini tezvîk ideceğiz…” ilâ âhirih..
Şol cümle ibâdun ef’âli kerîhelerinden sebeb âlem-i hayvânât dahî kaht ü kalaya uğramış, nebâtâtun nesli ebter olmağa meyl itmüş, fusûl-i erbaa dahî takvimdeki mekânlarun azıtmuş, mevsim-i şitâda harâret, mevsim-i sayfde dahî selc ü bürûdet meşhûd olmış, cümle beşeriyyet ol manâzırı engoşt ber-dehen-i hayret seyr eylemekden mâadâ bir işe muktedir olamamışdır. Cümle beliyyelerün elyevm âdemoğlunı ekser meşakkate sokup, dünyâsun zehr eyleyenü dahî, erbâb-ı ilm-i tabîatun, “KÜRESEL ISINMA” didüklerü belâdur kim, âna lisân-ı Encilîzîde “GLOBAL WARMING” dirler.. GLOBE lisân-ı Encilîzîde kürre-i arza dirler kim ol ta’bîr kürre-i arzın haddinden fazla vü sünnetullâhdan ziyâde, kavânîn-i tabîiyyenin fevkinde harâret bulmaklığu dimekdürür… Ol bu harâret-i kürreviyeden mütevellid, âhir seneler bilâd-ı Etrâk’de dahî harâret kesret bulmış, gîceleri nâim olmak günleri dahî kâid ü sâir olmak hayli müşkil hâle gelmiş, semâda tayrân iden tuyûr harâretten arza döşenmiş, harârete metânet kesbitmiş devecikler dahî sekrân olmış, bihârun derûnundaki mâhîler cihât-ı erbaayu nâsî olmışlar, nebâtât va’desünden evvel semerâta durmışdur.
Bu gûnâ bir mevsim-i sayfin evâsıtında hakîr, hânemde nâ-çâr kaylûleye taammuk itmek murâd ider lâkin harâretten nâşî bir dürlü muvaff ak olamaz idim. Teberrüd bulmakçün başumdan aşağı sovuk sular dökmekden hâne derûnunda Âdem baba misillû âneden üryân güzerân idüp seyirtmeğe varana dek nice hâl çâreleri tecrübe ittiysem de binnetîce “mâ bi’l-yedi hîle” diyerek mağlûb oldum. Vü lâkin âdemün dimâğunu nakz iden ol bu harâretten halâs olmakçün bir çâre vardur deyûben tezekküre şurû’ eyledim… Ol vakıt yâduma kadîm yârânumdan Emre Çelebi geldi… Ankaralu Emre Çelebi mukaddemâ mezkûr olduğu vechile Mülkiye-i Frengî mezûnı olmağın Frengî meşrep bir zât olup cümle âlât ü îcâdât vü hiyel-i muâsıraya vâkıf bir kimesnedür. Hakk teâlâ maârifin müzdâd eylesün, Amin.. Hemân hâtif-i cevvâl ilen âna muttasıl oldukda didim ki: “Çelebim, harâretten sebeb kandeyse cinnete uğramış ol bu seyyâh-ı hayrâna tiz bir çâre delâlet idüp müşkilinü halleylegil!”
Emre Çelebi hakîrin feryâdını istimâ idicek, “Çelebim!” didi, “Müşkilinün vü ıztırâbının halli gâyetle âsân olup yüklü meblağ akçe-i Tayyîbî sarf eylemekle harâretten nâcî olmak mukadderdür. Ol bu asırda KLİ- MA deyû zebân-zed bir âlet-i acîbe îcâd olunmuşdur kim ol bu âleti iştirâ idüp hânesüne yâ dükkânına vaz’ itdüren harâretten sâlim olup bürûdet bulur… Hemân mücâvir bir dükkân-ı kehribâiyye bulub ol îcâddan te’mîn eylegil…!
Hakîr, Emre Çelebi’ye hezâr-bâr teşekkür idüp derhâl esvâb-ı beyzâya müddessir olûben taşra çıkdıkda dîdelerim hâneme yarım ok atımlığı mesâfede bir dükkân-ı kehribâiyyeye dûş oldu kim câmında “KLİMA mevcûddürür!” deyû bir tahrîr dahî muallâk idi. Hemân dükkâne dühûl idüp ol âletden hezâr akçe-i Tayyîbî mukâbilinde şirâ eyledüm. Ferdâsı gün dahî âletin te’sîsinden mes’ûl âdemler gelüp âleti hânemin divâruna te’sîs eyledüler. Ol âlet-i KLİMA hatt-ı cereyâna muttasıl oldukda bir darbe-i engoştî ile çaluşan bir âletdür kim muazzam vü bârid bir rûzigâr-ı sun’î tevlîd ider. Sadâsu dahî rûzigâra müşâbihdir. Ânı tahrîk itmek “KUM ANDA” tesmiye olunan pabuc cesâmetinde lâ-silkî bir cihâzla dahî mümkindir. (Arabiyyât ulemâsundan mervî oldu kim KUM ANDA biri Arabî yek diğeri Türkî iki lafızdan müteşekkil bir ism-i âlet olup ma’lûmdûr kim KUM kâme fi’linün emr-i hâzırudur. ‘Kalk’ dimekdür. ‘Anda’ ise ma’lûm bir Türkî kelime olup imdi lafız ‘derhal kalk, çalış!’ ma’nâsunadır. İş bu pabuç cesâmetlü âlet kangı âdemün yedinde bulunursa nirde olursa olsun deh arşûndan KLİMA’ya kumand’eyler. Cânibine varup darbe-i engoştda bulunmak iktizâ eylemez. Ol sebepden KUM ANDA dimişlerdir. Bu asr-ı cedîdde cümle âlât, nev’i şahsına münhasır KUM ANDAlar ile kumand’eylenür kim ol sebebden âdemoğlanınun fıtratu keslâna tebdîl olmuşdur. Gendüsi kıyâm eylemek yirine eşyâyu kıyâm itdirir. Yâ le’l-acep! ) Ol âlet faâl oldukda gûyâ emr-i ilâhîden “Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmâ!” buyurulmuş misillû meclisi bürûdete bırağur. Ol denlü bürûdet neşrider kim eyninde dakîkadan ziyâde kâid olanın nevâzil olması mukadderdür.
Ammâ bu KLİMA ne dimekdür? Müştâk yâ alem olmaklığu husûsında nazareyn vâki’ olup ol reylerden biri, ol ta’bîrin lisân-ı Arabî’den mülhem olmaklığıdur. Ba’zu ulemâ harâretün azlığından kinâye “Kılle-mâ” kelimesinden – kim lisân-ı Arab’da ‘az oldu’ dimekdir- münharif olduğun za’m itdiyse de ol bu kavil Lisâniyye indinde şâz ü merdûd bulunmuşdır. Esah olan îzâh ise lafzın Arabî “iklim” lafzından müştâk olduğudur. Ma’lûmdur kim ‘iklim’ lisân-ı Arabî’de kıt’a-i arz yâhud coğrafya ma’nâsuna gelir. Lisân-ı Türkî’de ise mevsim yâhud fasl ma’nâsunadur. Ol bu KLİMA fusûl-i erbaayu gûyâ nefsinde zabt u rabt eyleyüp murâd olundukda izhâr eyledüğinden mahzâ iklim olup ândan sebep inhirâfen “KLİ- MA” deyû zebân-zed olmuşdur. Ol kelime cümle elsine-i garbda dahî bu telaff uz üzre telaff uz olunur. Elsine-i sitte ulemâsu bu îzâhı musîb ü mu’teber bulmışlardur. Hakîr ferdâsı gün KLİMA’nın eyninde kiriş misillû uzanup yatur iken bir yandan dahî Ankaralu Emre Çelebi’yi şükrân ile yâd iderdim. Vaktâ ki cümle kapusu uruldukda hayâlâttan uyanup kapuya vardum. Kadîm yârânumdan ü eimme-i Üsküdâr’dan Üstâdzâde Ankaralu Abdullâh Ruşdî Hâce hakîri zâir olup ânı içreye da’vet eyledüm. Ruşdî Hâce dîvâna müteveccih oldukda divârdaki âlet-i KLİMAya gözü dûş oldu kim nazar-ı hayret ilen cihâzu süzmeğe şurû’ eyledü. Ba’dehû burûdetten hayretle yedeynin oğuşdurarak “Ey â Çelebim” didi, “Ya sen n’eyledün? Divâra rabt eyledügin şol îcâd-ı şeytânî hücreyi dâr-ı zemherîre tebdîl eylemüş, haste olmak mukadderdür..” Âna ol âleti îzâha gayret eyledümse de Ruşdî Hâce an’ane ehli tabîî bir zât olmağın îzâhâtumu misâl-i utrûş müstemi’ olup tekrâren hitâba ser-âğâz eyleyüp ayıtdı: “Bak a Çelebim, ol bu asr-ı cedîdin kandeyse cümle îcâdâtı âdemoğlunun fıtratuna vü eşyânun tabîatuna aslâ çespân düşmez, sünnetullâha muğâyir nev-zuhûr îcâdâtdur. Tab’a vü fıtrata muvâfık ayş eylemek hayrdürür. Cenâb-ı zî-şân cümlemize tabîatun cevr ü cefâuna mukâvemet kudreti lutf eylemişdir. Şol âlet-i KLİMA’yu isti’mâl iderken dikkatli olasın kim haste olup kudretten düşmeyesin..” Ba’dehû Âşık Seyrâni’nin bir şi’rinü tahrîfen kırâat eyledi.
Şiir: Klima didüğin rûzigâr hisâbı; Ol sıhhat ü hiff eti cândan çıkarır.
Şitâ şöyle dursun azâb-ı zemherîr; Sa’leb ile çakalı inden çıkarır.
Ruşdî Hâce –ziyde kadruh- nush ü va’z ide dursun, hakîr ânı hiç eslemeyüp didiklerüni aslâ gûşmâlime koymadum. Vü lâkin günlerden bir gün âlet-i KLİMAnun eyninde nâim olup kaldukda sabâh kalkduğumda hançeremün sızılayub bâşımın ağrıdığın fehm eyledim kim ne kadar gayret eyledümse de bir harf-i elif telaff uzuna dahî muktedir olamadım. Burnum dahî seyelân ider, bi’l-cümle a‘zâlarum erbaîn sene hammâllık eylemiş misli ağruyub sızılardı kim ol ân Ruşdî Hâce’nün nushları yâduma geldi…
Hakîrin ol hâl-i pür-melâli cümle ahbâb ü yârâna ibret olsun kim âlât ü îcâdât-ı muâsıra-i nev-peydâyı isti’mâl eyler iken tamahkâr olmayalar, fıtratlaruna maraz getirmeyeler, sıhhatlerün itirmeyeler vesselâm…
Cevelânnâme-i Ziyâ, V 10 Teşrîn-i Sânî 1426 Acıbadem, İstanbul
1. Eyyâm-ı Bahûr: Rûmî takvimde Temmuz ayının 19 ve 26. Günleri arası yaşanan aşırı sıcak günler. Bahûr-i Seb‘a. “Garip Frenk icâdı KLİMA isimli aleti ve kavurucu yaz sıcaklarındaki faydalarını izah sadedinde”. 2. Şecere-i memnûa‘: Meyvesi yasaklanmış ağaç. 3. İtâb: Azar. 4. İnbitû: İnin! 5. Yek-dehen: Hep birlikte, tek ağızdan. 6. Kaht ü kala: Yokluk, kıtlık ve buğz.7. Selc ü bürûdet: Kar ve soğukluk. 8. Engoşt ber-dehen-i hayret: Hayretten parmağı, eli ağzında olmak. 9. Cihât-ı Erbaa‘: Dört yön, çâr-cihet. 10. Kaylûle: Öğle uykusu. 11. Müddessir: Kuşanan, bürünen. 12. Dükkân-ı kehribâiyye: Elektrikli alet dükkânı. 13. Bk. Kur’ân-ı Kerîm, el-Enbiyâ 21/69: “Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e” dedik. 14. Dâr-ı Zemherîr: Soğuğuyla azap edecek olan cehennem yurdu. Atıf için bk. Kur’ân-ı Kerîm, el-İnsân 76/13. 15. Utrûş: Sağır. 16. Çespân: Muvâfık. 17. Ziyde kadruh: “Kıymeti artsın” anlamında dua ve taltif cümlesi. 18. Gûşmâl: Kulak. 19. Hançere: Gırtlak. 20. Nush: Nasihat, öğüt. 21. Âlât ü îcâdât-ı muâsıra-i nev-peydâ: Yeni yetme, çağdaş buluş ve aletler.
Cevelenname III – Bu yazı 2012 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 65. sayısından alınmıştır.