Bu seferki mekanımız Denizli.. Neler yok ki Denizli’de; yılar öncesinin güzelliği pek kalmasa da tabi ki Pamukkale, kendine has ötüşü ile meşhur Denizli horozu, açma ekmek üzerine yatırılarak çatalsız servis edilen kuzu tandırları, yöresel Zafer gazozu, kendine has tekstil ürünleri… Denizli üzerine bir yazıda tüm bunlardan bahsetmek isterim ama bunları anlatan pek çok yazı ve televizyon programına rahatlıkla ulaşılabileceğini de biliyorum. Bu yüzden ben size Denizlililerin çok iyi bildiği ama bizim hakkında pek bir şey bilmediğimiz Denizli’nin yerel bir âdetinden bahsetmek istiyorum.
Yazı: Hatice Çizmecioğlu
Denizli’ye geçen haftalarda yaptığım seyahat sırasında şehrin çarşılarında gezinirken koca koca afişlerin üzerindeki ‘okuluk gömlek-okuluk havlu vardır’ yazıları dikkatimi çekti. O an ‘acaba okulluk yazacaklardı da yanlış mı yazdılar?’ diye düşündüm. Meğer okulluk falan değil tam da yazdıkları gibiymiş; ‘okuluk’muş !
Okuluk nedir diye sorunca fark ettim ki ‘bir dokun, bin ah işit’ cinsinden bir konuya parmak basmışım. Neden mi bin âh işittim? Detaylarını anlatayım o zaman…
Okuluk gönderme âdeti, Eski Türklerdeki ‘ok gönderilme’ geleneğinden kalan bir miras olarak sürdürülüyor. Tarihte ok göndermek, siyâsî ve askerî çağırma ya da davet etme anlamı taşımaktaymış. Günümüzde Denizli’de ‘okuluk’, Kahramanmaraş’ta ve Zonguldak’ta ‘okuntu’ denilen bu adet içeriği değişse de yaklaşan düğüne davet etmek için gönderilen nesneye verilen genel bir ad.
Denizli de okuluk bazen bir gömlek, bazen bir kumaş, bazen de bir havlu olabiliyormuş. Düğüne davet edilen kişinin düğün sahibine olan yakınlığı hediyenin maliyetiyle doğru orantılıymış. Yani düğün sahibinin kardeşi, dayısı, teyzesi, amcası, halası gibi yakınlarına en güzel en pahalı hediyeler gidermiş.
Okuluk âdetinin böyle satırlarda tarif edildiği gibi güllük-gülistanlık bir şekilde yapılması pek de mümkün değil. Okuluğun her haneye ayrı ayrı hazırlandığı ve teslim edildiği düşünülürse, bu kültür maliyet bakımından da, sebep olduğu fiziksel ve zihinsel yorgunluk bakımından da oldukça zahmetli bir adet.
Okuluk maddi külfeti klasik matbu davetiye ile kıyaslandığında bir hayli yüklü tutuyor. Düğün sahibinin maddi gücüne göre bazen bir düğün masrafı kadar okuluk masrafını da gözden çıkarması gerekiyor. Bu âdeti hem kız tarafı hem erkek tarafı ayrı ayrı yaptığından, iki taraf da kendi külfetini kendileri çekiyor.
Tabi buradaki incelik, tüm akraba ve yakınların derecelerine göre okuluklarını belirlemek, adilane davranmak. Ama benden duymuş olmayın, bu okuluk yüzünden ne kırgınlıklar ne dargınlıklar ne küskünlükler çıkıyormuş.
Düğünü yaklaşan evlerde paket paket ortalığa saçılan gömlekler, havlular,kumaşlar düğünden makul bir süre önce konu komşuya, eşe dosta ulaştırılmaya çalışılıyormuş. Tüm aile efradı bu iş için seferber olurmuş. Eee, ne de olsa iş yükü oldukça fazla. Her bir haneye teslim edilecek okuluklar ayrı ayrı paketlenip, kime ait olduğu karıştırılmadan teslim edilmeli. Allahtan düğün sahibinin bizzat dağıtması gerekmiyormuş. Bazen vekil tayin ettiği kardeş, evlat, yeğen de bu işi üstlenebiliyormuş.
Okuluk adeti üzerine muhabbet ederken gözlemlediğim bir şey var ki o da ebeveynler bu işin çok yorucu olduğunu itiraf etseler de bu seremoniden ciddi bir gururlanma yaşamaktalar. Bu süreci ailelerine ait bir onur olarak kabul ettikleri, gün boyu yorgunluktan dert yanmalarının arasından bile sezilebiliyor. Fakat ne yalan söyleyeyim, Denizli’de yaptığım sohbetlerde teyzelerin, amcaların okuluğun ne kadar yorucu olduğuna dair bahsettiklerinden biraz da abartıyor olabileceklerini düşünmüştüm. Yani okuluk âdeti sonrası kişinin bir süre maddi-manevi sarsılması gayet normal gelmişti. Fakat sonrasında okuluk kültürü üzerine internette araştırma yaparken, yerel yönetim seçimlerinde seçim vaadi olarak okuluk âdetinin kaldıracağını söyleyen veya okuluğa alternatif olarak düğün davetiyelerinin dağıtılması için belediyenin imkânlarını seferber edeceğini öne süren adayları duyunca okuluk âdetinin ciddiyetine ve zorluğuna biraz olsun ikna oldum. Pek çok yerel blogda da bölgenin gençleri tarafından ‘bu külfetten kurtulmalı’ minvalinde yorumlar var. Gençler artık birçok bölgede uygulanan matbu davetiye sistemine geçilmesinin mantıklı olduğunu düşünüyor.
Aslına bakarsanız her şeyin bu kadar elektronikleştiği çağda matbu, hatta onları bile bırakıp dijital davetiyelere (!) geçmek pratikse pratik, mantıklıysa mantıklı da.. sosyal konularda mantığı kim kaybetmiş de biz bulalım. Üstelik hiç zannedemiyorum ki, Denizlili ‘teyzemlere’ ve amcalara tüm maddi külfetine ve yorgunluğuna rağmen evladının okuluğunu dağıtmadaki duyduğu hazzı o sıradan davetiyelerle de yaşayabileceklerini anlatabilelim. Sorun anlatabilmek ya da anlayabilme değil. Adetleri ve gelenekleri açıklamak ve gerekirse bırakmak için mantığa değil, o âdetin bulunduğu yerde nasıl bir sosyal işleve sahip olduğunu bilmek lazım. Ve o âdeti bir şekilde oradan çıkardığınızda sosyal hayatta açacağı kocaman boşluğu görmek lazım.
Boşluk mu dedim? İki teyzemin ekmek açarken az önce gelen matbu davetiye yüzünden okuluk muhabbetini şöyle eskisi gibi uzun uzadıya yapamaması boşluk olarak yetmez mi?
Denizli’nin Okuluğu : Bir Mekan / Bir Tutam Sosyoloji – Bu yazı 2014 yılının Ağustos sayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 90. sayısından alınmıştır.