Yazı ve Fotoğraflar: Ülkü Özel Akagündüz
Başlangıçta ne kitap ne de sergi fikri vardı. Yirmi iki yaşındaydım ve artık yurdun dışı neye benzer bilmek istiyordum. Bahtım doğudan yana açıldı, ilk gördüğüm ülke İran’dı… Sınırı otobüsle aştık ve iki günün sonunda Tahran’a vardık. Komşular üzerine, sınırların naifliği ve kültürel ortaklıklar üzerine ilk kelebekler o zaman uçuştu zihnimde, ‘benim şehirlerim’ listesi de belki ilk o zaman oluştu; Tebriz, İsfahan, Kerkük, Bağdat, Şam, Halep, Üsküp, Kahire… Hepsinde de hatırlı bir misafir gibi dolaştım, Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyada nice hoş insanla tanıştım; bir kolumda ‘güzel’ İstanbul’, ‘koca’ Osmanlı vardı, ‘hatırlı’ oluşum da muhakkak bundandı.
Uzunca bir süre topladım; heybemde sesler, renkler, yüzler, neşeli ve kederli hikâyeler ve gördüğüm her şehri, tanıdığım her insanı eksik, gedik yansıtan fotoğraflar birikti. Fotoğraf için gezmedim, gezdiğim için fotoğraf çektim ve yazıyla fotoğrafın birbirini bütünlemesini tercih ettim. ‘Dost Şehirler, Aşina Yüzler’ kitabı işte böyle çıktı ortaya, nice zaman sonra, hepsi de yurdun dışında yapılmış yolculuklardan sonra… Kitap, adı üstünde kitaptı, kelimelerin gücüne, büyüsüne itimat edilerek örülmüş metinler, dünyanın uzak, yakın köşelerinde yaşanan hayatları merak edenlerin insafına, sabrına emanetti. Afganistan’da burka ya da uçurtma ne demekti söz gelimi, Suriye’de bir Dürzî köyünde ağırlanmak, Nijerya’da kaleşnikoflu bir görevliyle çarşıya çıkmak, Moğolistan’da ufuk çizgisini hiç kaybetmeden kilometrelerce yol almak, Mozambik’te suları çekilmiş okyanusta rızkını aramak neye benzerdi? Bağdat’ta mazlum yetimler, Darfur’da yoksul kadınlar, Tahrir Meydanı’nda endişeli devrimciler, Suriye’de ‘terkedilmiş’ Türkmenler… Şehirlerin dost, yüzlerin aşina olduğunu hatırlatan kitap, yirmi iki ülkeden onlarca hayat hikâyesini görünür kılınca bir dost, “Fotoğraflar” dedi, “Boynu bükük kalmışlar sanki, şöyle daha büyük olsalar, bir galerinin duvarında, kendi hikayelerini anlatsalar.” Sergi açmak doğrusu, iddialı bir işti, cesaret isterdi, biraz çekingen durdum önce, içten içe tedirgindim, sonra hikâyelerin gücüne inandığım için belki de razı oldum, o yüzler, evet biraz daha görünür olabilirdi. Geçtiğimiz ay, Üsküdar’da Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde açılan sergi de işte böyle çıktı ortaya, yine ‘Dost Şehirler, Aşina Yüzler’ adıyla…
Kimler ziyaretçi bekledi bu sergide, şövalyelerin üzerine konulmuş, tavandan aşağıya sarkıtılmış fotoğraflarda tabii, hangi şehirlerden kimler görünür oldu?Suriye-Şam
‘Hüsnü hattın bayrağını hep Türkiye taşıyacak’ diyen Hattat Züheyr bin Muhammed, Abid Caddesi’ndeki yarım asırlık atölyesinde çoğunluğu ‘ecnebi’ olan öğrencilerine hat dersi veriyor. Küçük atölyesinin camekanında bir Osmanlı tuğrası görüp de meraka düşünce tanıdık onu ve hat sanatının en incelmiş hali sayılan tuğranın bütün Arap dünyasında sürekli tekrarlanan bir motif olduğunu o zaman öğrendik.
Afganistan-Kabil
Arka sokaklardan birinde kim bilir nereden nereye yürüyen bir Afgan kadını… Ninelerden bu yana giyilen ve bu yönüyle geleneksel bir yönü olan burkaya bürünmüş. Kimileri zannediyor ki onun en büyük meselesi bu mavi örtüdür. Hâlbuki o, evine su gelebilmişse, bir musluğu varsa kendisini talihli saymalıdır.Lübnan- Beka
Türkmen Köyü Şehemiyye’de, avluda oturan hanım teyzeler, bizim için böyle giyinmiş değiller. Yarı açık bir kapının aralığından meraklı bakışlarla avluyu kolaçan etmeseydik, onları hiç göremeyecektik belki de. Lübnan’da Türkmenlerin varlığının yirmi beş yıl önceye kadar bilinmediğini de orada öğrendik.
Moğolistan-Karakurum
Uçsuz bucaksız bir vadide Orhun Abideleri’ni bekleyen ailenin çadırı… Moğol çadırının bunca renkli olduğunu bilir miydik? Dışarıda tipi varken, göz alabildiğine uzanan bir düzlükte yapayalnız kalmışken, bir çadıra buyur edilmek ne saadet! O renkli; ama sade çadır kendi kalabalık evlerimizi düşündürttü bize, bitmeyen ev işlerini, eşyaya köleliği…Mısır-Tur-i Sina
Tur Dağı’nda istirahat… Hz. Musa’ya vahyin indiği dağ ancak böyle olur diyor insan, bu dünyaya ait değilmiş gibi, ürpertici, büyüleyici… Gece başlayan zorlu bir yolculukla çıkılıyor zirveye, bir yerden sonra çıplak ayakla, tıpkı Hz. Musa’nın çıktığı gibi… Bu yan gelip yatmış adam kim peki? Dağdaki umumi tuvaletin bekçisi… Bekçi var, bekçi var değil mi?
Afganistan-Kabil
Bombalanmış bir saray, Afganistan gerçeğini anlatmaya yeter mi? Yetmez! Tarih boyu, iç çatışmalardan, savaşlardan kendini kurtaramamış ülkenin içinde bulunduğu durumu bir Özbek atasözü anlatır belki; ‘Her kelleye bir hayal!”Kenya-Nairobi
Bir milyon nüfuslu teneke evler mahallesi, diğer adıyla Kibera… Çocuklar, bütün sefalete rağmen gülümsüyor, oyunları o mahallede çünkü, oyuncakları ve arkadaşları da… Sıtma, birini alıp götürüyor arada, ama hayat devam ediyor.
Nijerya-Kaduna
Hacera Rahile Muhammed, İngiltere’de siyaset bilimi okumuş, ülkesinde 30 yıl boyunca üniversite hocalığı yapmış ve emeklilik yıllarını İslami konferanslar vererek değerlendirmiş aydın bir kadın. İki torunu yanında, üçüncüsü ise İstanbul’da üniversite okuyor.
Suriye-Suveyda
Kırk yaşından sonra dindar olmuş Dürzi kadınlar… Bundan sonra yalnızca siyah elbise giyinecek ve yalnızca beyaz örtüye bürünecekler. Fakat neşelenmek ve gülmek serbest, her dinde, her mezhepte olduğu gibi…Kenya-Mombasa
Bayram namazı kılan annenin etekleri dibinde bir Mümin ve Mümine… Yaş ortalamasının 45 olduğu bu ülkede, büyüyüp serpilecekler. Eğer talihleri yaver giderse yurt dışında okuyup ülkelerine dönecekler, ağabeyleri, ablaları gibi, memleketin yüzünü güldürecekler.
Mısır-Giza
Ehramların civarında at binmek isteyen hanımlar, salına salına gideceklerini zannetmesinler. Havada şaklayan bir kırbaç sesi ve dörtnala koşan atlar… İşte o yeleleri uçuşan atların resmedildiği tablolardan birinin içindesiniz. Düşmekten korkmayın, çöl kumu yumuşacık, sıcacık sarar sizin…Arnavutluk-Berat
Mardin’de de böyle, uzun kulaklı arkadaşlarımız topluyor çöpleri. Aklın yolu bir demek ki, daracık sokaklar hep aynı çözüm yollarını gösteriyor insana. Orada, o beyaz badanalı evlerin önünde, az önce odun kırmaktan doğrulmuş o adamın yanında ‘yabancı’ der miydiniz kendinize?Kenya-Nairobi
Kibera Mahallesi’nde yaşayan bu küçük kızın görevi, yağmur yağdığında temiz suyu leğene toplamak. Kanalizasyon sularının açıktan aktığı bu mahallede temiz su, hayat demek…
Sudan- Darfur
Güney Darfur’da bir genç kız… Her genç kız gibi, sabunu, temizliği, güzel kokuyu ve aynaları seviyor.Suriye – Suveyda
Dürzi Köyü’nde misafirler için açılan tarihi taş bir kapı… Dürzî hanım ‘Ben acuzeyim’ dese de kapıyı açtı ve derin bir oh çekerek sırtını bu asırlık taşa dayadı. O kapıdan daha önce gelmiş geçmişlerden bir iz, bir hatıra üzerine siner diye belki…Yemen-Sana
Belinde hançeriyle bu adam tipik bir Yemenli… Tabii acemi gezginlerin verdiği bilgiye kanıp bütün Yemen ahalisini bıçaklı adamlar olarak tahayyül etmeyin. O kabzaların içinde ekseri basit teneke parçaları var, önemli olan bir geleneğin devamı… Tıpkı çoğu Yemenli erkeğin bugün hâlâ etek ve elbise giymesi gibi…
Moğolistan
Cengiz Han, Moğolistan’ın atası, kıymetlisi, simgesi… ‘Bozkırın ortasına öyle bir Cengiz Han heykeli dikelim ki dillere destan olsun’ demişler. Yolu oraya düşen her seyyahın fotoğraf albümünde artık bu heykel de var.
Bu yazı 2012 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 61. sayısından alınmıştır.