Pazar , 10 Kasım 2024

Yaşlanmış Asil ve Güzel Bir Kadın Gibi: Havana

Fotoğrafla meşgul olup gezen üç tanıdığımdan birinin ‘Ben gördüm’ dediği; gideceğimi ya da gittiğimi söylediğimde yine her üç kişiden birinin de ‘Ben de görmeyi çok isterdim’ dediği ülke: Küba.

Yazı ve Fotoğraflar: Sevde Sevan Usak 

Benden önce giden arkadaşlarımdan ‘Bu dönem gittin gittin, yoksa bu haliyle ülkeyi göremezsin’ cümlesini o kadar çok duydum ki, bu cümleye ‘Fidel ölmeden git, bak değişim kapıda!’ benzeri cümleler de eklenince tanıdığım arkadaşların olduğu gayet minik bir fotoğraf grubuna katılıp, bir an önce yol almaya karar verdim.

Biletlerimiz neredeyse 6 ay önceden alındığı için heyecanla uzun uzun bekledik. En azından ben kendim için, gün saydım diyebilirim. Bu süreçte de sadece Küba’ya daha önce giden arkadaşlarla konuşup bilgi aldım. Güvenlik, yemek ve olası problemlere dair bilgi edindim ki bu konularda pek problem olmadığına kanaat getirdim. Hangi ülkeye gitseniz karşılaşacağınız türden şeyler…

Küba’ya Türkiye’den direkt uçuş yok. Biz Fransa üzerinden aktarmalı gittik. Havaalanlarında bekleme süresini de hesaba kattığınızda neredeyse 20 saatlik bir yolculuk söz konusu. Gidişte çok zorlanmadım açıkçası, birkaç film seyredip, biraz kitap okudum, biraz uyudum tabii. Küba saatiyle akşamüzeri vardık ülkeye, saatlerimizi de 7 saat geri aldık. Jet lag neymiş ki, beni pek çarpmadı gibi hava atmam işe yaramadı. Çünkü 12 günlük Küba seyahatinden sonra

Türkiye’ye döndüğümde uykusuz geçen gecelerim sonucunda jet lag’ın ne anlama geldiğini keşfetmiş oldum. Mahrum kalmayı tercih edeceğiniz bir keşif kendisi…

Küba’nın başkenti Havana’ya ayak basar basmaz sıcak bir esinti karşılıyor sizi. Kasım ayında -ki Küba’nın kışı sayılıyormuş- 25-26 derecelik bir hava soğuk denilebilecek İstanbul havasından sonra pek memnun bizleri. Havaalanından kalacağımız yere geldiğimizde, yer diyorum çünkü Küba’da yolculuk boyunca kaldığımız hiçbir şehirde otelde konaklamadık.

Kaldığımız yere gelince Türkçe’de pansiyon diye tanımlayabileceğimiz Casa Particular denen, devletten sertifikasını almış, vergisi ödeyen pek ferah olmasa da işletenleriyle rahat ilişki kurup ülkeye dair detaylı bilgi alabileceğiniz sohbet ortamının oluşabileceği, gerçek anlamda halkın yaşam tarzını öğrenebileceğiniz yerler.

Bu arada pansiyon deyince Türkiye’deki gibi algılamamak gerekir. Biz oradayken Küba’lıların mülk edinme haklarına dair yeni değişiklik olduğunu insanların ancak birkaç aydır mülk sahibi olabildiklerini öğrendik. Zaten ülkede normal koşullarda yaşayan birinin mülk edinmesi mümkün değil, zar zor karınlarını doyuruyorlar. Ancak yurtdışında akrabanız varsa ya da devlet eliyle yurtdışına çalışmak için gönderilmişseniz ancak o zaman ev alabilecek kadar paranız olması mümkün olabiliyor, o da yıllar sonra. Daha önceleri istisna olarak bu kadar paraya sahip olsanız da (ki banka üzerinden size ailenizden gelen paranın bir kısmını devlet alıyor) mülk edinmek mümkün değilmiş, artık yolu açılmış. Başınızı sağa sola çevirdiğinizde gördüğünüz her şeyin devlete ait olduğunu bilmek insanı biraz rahatsız ediyor. Bir de neden evleriyle ilgilenmiyor kimse demiyorsunuz artık, bunu öğrendikten sonra. Bildiğiniz gibi Küba’da tek parti egemenliğine dayalı sosyalist bir devlet yapısı var. Karneyle, çeklerle alışveriş birçok dükkanda şahit olduğumuz tanıdık manzaralardı ülke genelinde. Tabii yeri geldikçe pratik hayatta rejimin işleyişi ile ilgili şahit olduklarımıza da değiniriz.

Havana’da pansiyonumuza yerleşir yerleşmek herkesin en büyük isteği uyumak oldu. Yol yorgunluğunu atmak ayrıca enerjik, dinamik, canlı ve heyecanlı bir şekilde ertesi gün Havana sokaklarına dökülmek için. 12 günlük Küba yolculuğumuzun ilk günlerini ve son günlerini Havana’da geçirdik. Neredeyse 5 gün rahat rahat gezdim Havana sokaklarını, rahat rahat fotoğraf çektim ve hatırı sayılır bir miktar da alışveriş yaptım. Diğer günlerde de Vinyales, Matanzas, Varadero, Santa Clara ve Trinidat sokaklarındaydık ama bu yazıda Havana’dan ve ve genel olarak Küba’ya dair notlardan bahsedeceğim. Her bir şehrin dokusu bambaşka ve bir yazıya sığmayacak kadar da detaylı…

İyi bir uykudan, bol meyveyle yapılmış güzel bir kahvaltıdan sonra ertesi sabah Havana sokaklarına adım attık. İlk birkaç saatte bizden önce de 7 fotoğrafçıyla 12 gün geçiren tecrübeli arkadaşımız Zehra ile beraberdik. Havaalanında bizi Türk bayrağı ile karşılayan Zehra’nın alıştırma turlarında bana ilk sorusu, ‘Nasıl buldun Havana’yı, hayalindeki gibi mi?’ oldu.

Açıkçası hemen ‘hayır’ demek istemedim. En azından birkaç saatlik genel bir turdan sonra içimden ‘hayır’ demek geliyordu ama, ‘Dur bakalım neler göreceğiz’ dedim. Zehra’ya tam olarak ne dediğimi hatırlamıyorum… Küba’dan bahseden herkesin sokaklarda çalınan müzik ve her köşe başında edilen ve sizin de dahil olabileceğiniz dans konusunda söylediklerinden olsa gerek neredeyse karnaval havasında bir yer bekliyordum açıkçası. Orada kaldığım 12 gün boyunca bu konuda edindiğim ilk izlenim hiç değişmedi. Evet insanlar gayet neşeli, sıcak ve cana yakınlar ama müzik ve dans eğlenmekten ziyade zor geçindikleri ailelerine biraz daha iyi bakabilmenin bir yolu sadece; turistik bir gelir kaynağı. Müzik ve dans başladıktan birkaç dakika sonra hemen bahşiş için masalar dolaşılıyor ve bu sıklıkla tekrarlanıyor. Bahşiş vermeden kalkabildiğim bir yer hatırlamıyorum; ısrarlılar ve siz de kırsak istemiyorsunuz. Ayrıca o an müzik yapan grubun ya da sanatçının üzerinde e-mail adresleri olan cd’lerde hemen sunuluyor size. Bizim arkadaşlardan alanlar oldu, ülkeyi gezerken yol boyunca dinledik. Müzik güzel, danslar hoş ama anlatıldığı gibi bir şenlik havasında değil…

Havana’da hatta Küba’nın tamamında beni en çok etkileyen ve döndükten sonra da tanıdıklarıma anlattığım şey, insanların ön yargısız ve sıcak davranışları oldu. Kültürden olduğunu düşündüğüm bu yaklaşım tarzının sonucu olan o güzel anılarım yıllarca silinmeyecek zihnimden. Kültür ve insanlar demişken… Nüfusun bir kısmını İspanya’dan, bir kısmını da Afrika’dan gelenler oluşturuyor. Tabii yüzlerce yıl önce gelenler… Bu arada aileden bir İspanyol biri Afrika olanlarsa güzelliklerinden hemen anlaşılıyor. Adanın yerli halkı var mı? diye sorarsanız, İspanyollar adaya geldiklerinde hepsini öldürmüş deniyor. O dönemde az da olsa kalanlar varsa da, günümüzde yok. Afrikalılarda İspanyollara hizmet etmek için getirilmiş kıtalarından… Günümüzde beraberce eşit koşullarda yaşasalar da, biz yine de daha ağır işlerin Afrikalılar tarafından yapıldığını düşündük, tabii elimizde böyle bir veri yok sadece izlenimlerimiz… Bu arada Afro Cuban diye adlandırılan zenciler, Afrika’dan gelirken dinlerini de getirdikleri için bu anlamda bir çeşitlilik var. Farklı Afrika ülkelerinden gelen Afrikalılar farklı farklı dinleri de getirmiş beraberinde. Daha çok çoktanrılı şeklinde tanımlanabilecek, doğanın belli kısımlarına kutsallık atfeden ve onlar için adakların sunulduğu törenlerin yapıldığı yerel dinler.  Bir kısmı da biraz Hıristiyanlıkla karışmış, velhasıl ilgi alanı olanlar için ayrı bir başlık Küba’da dinler… Ben birkaç müslümanla da tanıştım. Küba’lı Müslüman… Biri 12 yıl önce Müslüman olduğunu söyledi. Cuma’ya gideceği için fazla konuşamadık, zaten anlaşmamızda pek kolay olmadı. O İngilizce ben İspanyolca bilmeyince, artık anladığımız kadar. Ama bu konuşmadan Havana’da 3 mescit olduğunu ve minareli hiç cami bulunmadığını anladım. Bir yaşlı kadın da yaklaşık 10 dakika boyunca fotoğraf çekerken beni bekleyip yanına çağırdı. Ben de Müslümanım diye boynuma sarıldı. Adı Ayşe’ymiş. Mekke ve Kabe dedi sürekli, onunla anlaşmak mümkün olmasa da, 40 yıldır görmediği bir dostuna sarıldığı gibi bana sarılmasını asla unutamayacağım. Küba vatandaşlarının yurtdışına çıkma izni yok, yine de bolca dua ettim o hanıma, Hac nasip olsun diye… Belli mi olur?

Evet, biraz önce de dediğim gibi vatandaşları ülkeden çıkış yok. Bir Kübalının ifadesiyle ömür boyu hapis. Tek olasılık bir yabancı ile yapılacak evlilik. Küba’da Türkleri çok seviyorlar ve Türklerin Kübalılarla evlenme oranının yüksekliğini duyunca sebebi bu olabilir diye düşündük. Türk olduğumu öğrenen istisnasız herkes çok mutlu oldu. Hediye çiçekler verenler, ailesi ile tanıştırmak isteyenler, Türkiye hakkında okuduğu kitaplardan bahsedenler, birlikte fotoğraf çektirmek isteyenler ve beni de götür diyenler bir hayli fazlaydı. E-mail veren de çok oldu. Gerçi ülkede internet hala yaygın değil. Ancak belli otellerde var, pahalı ve çok yavaş ve bazı sayfalara da erişim yok.

Bu arada ülkeye iner inmez para bozdururken dikkat etmeniz gereken bir şey var. Öncelikle kesinlikle sokaklarda gördüğünüz ve para bozacağını söyleyen kimselerle böyle bir alışverişe girmeyin, çok dolandırılan duyduk. İndiğinizde hava alanında bozdurabilir ya da şehre indiğinizde bu işi resmi yapan kurumlardan yararlanabilirsiniz. Cumartesi günleri kapalı oluyorlar benim gibi şaşkınlık edip, hafta sonu parasız kalmayın. Para ile ilgili ilk kez karşılaştığım bir uygulama var ülkede… 2 ayrı para birimi söz konusu. Biri turistlerin kullandığı CUC (Convertible Peso) diğere ülke vatandaşlarının kullandığı CUP (Cuban Peso). Farklarına gelince biri diğerinin 24 katı, biz turistler alışverişlerde vatandaşlara göre bir hayli fazla para ödüyoruz yani…

1 CUC yaklaşık olarak 1 DOLAR. Alışverişlerde hesabınızı ona göre yaparsanız, rahat edersiniz. Fiyatlara gelince bizim koşullarımızda turistler için – o kadar uçak parasını verebildiğimize göre durum pek fena sayılmaz- ülkenin çok ucuz olduğunu söyleyebilirim. Bolca hediyelik eşya, el yapımı deri çantalar filan aldım, muhteşem yağlıboya resimler aldım. Bence değerlerinin 5’te 1’i gibi bir fiyat ödedim. Ancak bu bizim gelir düzeyimizle bakılınca böyle. Eğitimli Kübalıların bile aylık gelirlerinin 20 CUC olduğunu duyduğunuzda, sizin için inanılmaz ucuz olan yerin onlar için ateş pahalı olduğunu anlıyorsunuz. 10 CUC ödediğiniz içinde ıstakoz dahi bulunan deniz tabağı sizin için çok ucuzken, bir avukatın yarım aylığı bu para. Velhasıl çalışanların çoğunun zaten para kazanamadıkları neredeyse hiç çalışmak istemedikleri, çalışanların da turistlere yönelik farklı işler yaparak bir ayda kazandıkları parayı bir günde kazanmaya çalıştıkları bir ülke Küba.

Her ne kadar bu yazıda Havana’dan bahsetmek istesem de ülkeye dair şeyleri belirtmeden o şehri anlatmak mümkün olmuyor.

Havana başlıkta da söylediğim gibi yaşlanmış ama hala güzel gibi bir kadın gibi… Binalar olağanüstü bence Havana’da. Evet bir kısmı yaşanmayacak durumda -ki öyle olduğu halde her odasında ayrı bir aile yaşıyor. Fakat mimari o kadar etkileyici ki! Yüksek sütunlar, yüksek tavanlar, dışarıdan gözüken inanılmaz işlemeler ve sıcacık renkler… Özellikle Prado caddesinin sağı solu gözünüzü alamayacağınız bu tarz binalarla dolu. Çoğunun balkonundan ya da camından bakan birileri var. Biraz içeride kalsalar hemen soluğu pencerede ya da balkonda alıyorlar. Defalarca yürüdüğüm Prado caddesinde, her seferinde aynı şeyi hissettim: Bir de bu binalar bakımlı olsalar.

Ben Havana’yı dolaşmaya Prado caddesinden başladım. Defalarca da gittim geldim o yoldan… Caddeyi ortadan ikiye bölen sağından solunda ağaçların olduğu uzuuunca bir yürüyüş yolu. Çocukların oyun oynadığı, ressamların tablolarını, fotoğrafçıların fotoğraflarını sergilediği, hatta berberlerin saç yaptığı, kiminin gazete okuduğu, kiminin sevgilisiyle, kiminin çoluk çocuğuyla biraz dinlendiği güzel bir yürüyüş yolu… Dediğim gibi ben buradan başladım gezmeye ama siz Malecon sahilinden başlayabilirsiniz.  Buradan Plaza De Cathedral, Plaza Armas, Plaza San Francisco’ya ulaşabilirsiniz.  Tabelalar sizi yönlendirecektir. Ben bir gece hariç sürekli yürüyerek gezdim şehri. Sadece bir gece 10 saat yürüdüğüm için olsa gerek yorgunluktan dayanamayıp taksi ile geri döndüm. Hafif bir tempoda yürüyerek bu meydanların hepsine gidebilirsiniz. Çünkü her ne kadar meydanlar büyük olsa da birbirlerine çok yakınlar. Üstelik birbirlerinden çok farklılar. Katedral meydanı yerel kıyafetli, para ile fotoğraf çekilmesine izin veren sanatçılar –ya da devlet memurları- ile zenginleşen bir mekan. Farklı zamanlarda farklı kareler yakalamanız mümkün, fotoğraf için hazırlanan kurgular da değişiyor. Gün içerisinde birkaç kez gitmekte fayda var diyebilirim. Zevkle fotoğraflar çektim orada. Bu arada sanatçılar para vermeden çektiğiniz fotoğrafları fark ettiklerinde makineyi alıp sildiriyorlar, haberiniz olsun…

Yazının çok uzadığının ve böyle devam ederse sizi sıkacağının farkındayım. O sebeple Havana’ya giderseniz hazırlıkla olmanız gerekenleri de ekleyip, yazıya son vereyim diyorum. Meydanları mutlaka görün, ara sokaklarda kaybolun, kaleye mutlaka gidin, Camera Oscura binasına mutlaka çıkın ve yanınızda bolca bozuk para bulundurun çünkü sürekli olarak çocuğuna süt parası isteyen annelerle karşılaşacaksınız. Bazen fotoğraf çektiğinizde de para isteyecekler, çünkü onların bir kısmı bunu iş olarak devlete vergi ödüyor, şaşırmayın. Para isteyenlerin bir kısmı da nasıl olsa bunlar turist parası vardır deyip, şansını deniyor. Israr edenlere rastlansa da, hayır deyince itiraz etmiyorlar. Her yerde puro isteyip istemediğinizi soran insanlarla karşılaşacaksınız onlar da çok ısrarcı değiller ama her yerdeler. Gece kulüplerine giden arkadaşlardan ceplerindeki parayı kaptıranlar olsa da, ben 12 gün boyunca aleni bir şekilde yapılan hırsızlıkla karşılaşmadım. Yalnız gelen faturalı kontrol etmekte fayda var. Can güvenliği konusunda da sıkıntı yaşayacağınız bir yer değil Havana. Günlerce, gecelerce tek başıma dolaşıp rahatça fotoğraf çektim. Siz de rahatça dolaşabilirsiniz…

 

Şöyle bir yazıya baktığımda mekan bilgilerinden çok, sosyal hayata dair bilgiler aktardığımı ama onların da hem Havana’yı, hem de Küba’yı anlatmakta pek yetersiz kaldığını fark ettim.

Belki bir sonraki yazıda Küba’nın başka bir şehrini anlatırken onlara da değiniriz.

Ben de bana söylenenleri onaylayarak size söyleyeyim. Küba’da değişim yakın, bu aralar gittiniz gittiniz, bir daha bu halini göremeyebilirsiniz.

Bu arada arabalardan bahsetmediğimi fark ettim. Fotoğraflarda bolca var ve gerçekten güzeller…

Bu yazı 2012 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 61. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir