Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz
Kapadokya’da zaman durur, mekan tükenir.. İnsan zamandan ve mekandan soyutlanıp adeta bir mana boyutuna girer.. Gördüğü bir rüyadır kimi zaman, kimi zaman ise bir hayal.. Ama her seferinde duraklar, şaşırır, afallar, hayır der; toprağın, taşın, rüzgarın, yağmurun, suyun hala ötelerden gelen soluğudur der ve kendine gelir..
Bazı mekanlara her gittiğinizde farklı şeyler görür, farklı şeyler hissedersiniz.. Kapadokya da bunlardan biridir.. Kapadokya’da zamanda ve mekanda tekrar yoktur.. Her gittiğinizde sanki ilk kez görüyormuş hissine kapılırsınız.. Sabahın çiy kokusundan, akşam serinliğinin toprak kokusuna kadar size her seferinde huzur verir ve alır başka bir boyuta götürür.
Kapadokya’da tabiat soyutlanır birdenbire.. Bir vadisine girdiğinizde veya bir tepesine çıkıp ovalarını seyrettiğinizde ayrı bir gezegendeymiş hissine kapılırsınız.. Cami ile kilisenin omuz omuzalığı hala duygusallaştırır insanı.. Köy pazarında pekmez ile şarabın paradoksunu yaşarken, turistik kaygı ile can çırpınan gelenek sizi biraz kaygılandırır..
Avanos’ta çömlekçiler, Ürgüp’te üzümcüler, Uçhisar’da pekmezciler, Ortahisar’da halıcılar bir başka uyanır sabaha.. Sabah modern zamanlarla birlikte kentlerde öğle ile başlarken burada hala tan ile başlıyor.. Gündoğumunda her tarafı kaplayan baloncular yurt dışından gelen insanların kuşbakışı bölgeyi seyretmesinin telaşını yaşıyorlar.. Karanlıkla gündüzün kesiştiği demde nefesimizin beyazlığı yüzümüzdeki ayaz turistlerin meraklı ve hayran bakışlarına karışıyor..
Her taraf tablo ve her yer fotoğraf Kapadokya’da.. Kimi zaman sürekli fotoğraf çekerken bizatihi tabiatın kendisini kaçırdığınız oluyor. Çünkü sonuçta kadraja sıkıştırdığınız genel anlamda gördüğünüzün zerresi bile değil..
Avanos’tan Göreme’ye, Ürgüp’ten Uçhisar’a yürüyerek bile gezebilirsiniz bölgeyi.. Uçhisar’dan Ortahisar’a geçerken hisarları kıyaslamadan duramıyorsunuz.. Hangisi daha güzel, hangisi daha estetik, hangisi daha fotoğrafik? Arkasına Erciyes’i aldığında Ortahisar diyorsunuz bazen, bazen de bir eteğindeki evlerin ve mahallelerin duruşundaki akışla Uçhisar diyorsunuz..
Sabahın erken ışıklarıyla üzüm dolu vadilerden geçiyoruz. Aşk vadisi, Gül vadisi, Kızılçukur vadisi.. İsimleri bile ferahlık veriyor insana.. Vadilerden geçerken üzüm bağlarına bizim için bırakılmış üzümlere dalıyoruz.. Buz gibi ve bir o kadar da tatlı.. Orta Anadolu’da kıraç üzüm başka olur.. Üzümde sanki seher yelinin tadı var.. Sabahın ayazı üzümlere öylesine sinmiş ki her üzüm salkımı avucumuza ferahlık veriyor.. Bağlar bozulmasına rağmen rast geldiğimiz bağlarda üzüme doyabiliyoruz.. Bu bölgenin değişmez bir adetini anlatıyor bağında karşılaştığımız Arif amca..
Bağ bozumu yapılırken, kuş hakkı, yolcu hakkı diyerek bazı salkımlar dalında bırakılıyor.. Dolayısıyla buraları gezmeye gelen insanlar sabah yürüyüşlerinde üzümle başlıyorlar hayata.. Kapadokya’da yazın da sonbaharda da aç kalmak imkansız.. Dedemin elmaları toplarken kuş hakkını, yolcu hakkını dalında bırakmasını hatırlıyor, iyi ki hala böylesi insanlar var diyerek, bağ ve bahçe sahiplerinin ikramını ve güleryüzünü düşünerek Ortahisar’a doğru devam ediyoruz..
Ortahisar bir caddenin iki yarısına dağılmış küçük bir ilçe.. Eski şehir hisarın eteğinde kurulmuş.. Son dönemlerde ciddi anlamda restorasyon yapılıyor.. İkametten ziyade turizme yönelik de olsa yapılan restorasyon en azından tarihsel dokuyu canlandırıyor..
Ortahisar’ın kuruluş tarihi kesin bilinmemekle beraber, 11 yüzyıl başında gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Orta Asya’dan Anadolu’ya göçlerin başladığı sırada Özbek Türklerinden olan Hibe Dede, sekiz kardeşiyle Horasan’dan gelerek Ortahisar’a yerleşmişlerdir.
Ortahisar kasabası M. Ö. 1500 yılında Etilerin, M.Ö. 1200 yılında Firikyalıların, M.Ö. 657 yılında Likyalıların ve bir ara Perslerin, M.Ö. 27 yılında Romalıların eline geçmiş, M.S. 395 yılında Doğu Romanın Bizans’a dönüşmesiyle Bizans hâkimiyetine geçmiş. M. S. 10. yılın ikinci yarısına kadar bu hâkimiyet altında kalmıştır.
Bölge ilk Hıristiyanlığın merkezlerinden biri olduğu için yer yer her tarafta eski kiliselere rastlarsınız.. Cambazlı Kilise, Balkan Deresi Kiliseleri, Pancarlık Kilisesi, Kepez Kilisesi, Fırkatan Kilisesi, Saklı Kilise, Sütunlu Kilise ve Üzümlü Kilise bunlardan bir kaçıdır..
Duvarlar, duvarlar, duvarlar.. Neleri saklıyor kimbilir taşlarında, yanaklarında, sinesinde.. Kimisi sahibinden mahrum kalmış sessizce ilgi bekliyor.. Kimisinde ne yanık türküler gizli kimbilir.. En çok taş duvarlar dikkatimizi çekiyor.. Bölgedeki tüm evler taş evler zaten..
Dünyanın bu eşsiz coğrafyasını gezerken bazı trajik durumlarla da karşılaşıyoruz.. Benzeri durumu son Erciyes tırmanışımda da yaşamıştım.. Bir İranlı dağcı zirve tırmanışı dönüşünde etrafa atılmış pet şişeleri ve atıkları topluyordu.. Bu bölgede de maalesef çoğu yerde yer yer pet şişelere ve benzeri atıklara rastlıyoruz.. Güzellikler içindeki çıbanlara benziyor.. Yüzdeki lekeler gibi.. Mangal ve Piknik kültürünün Türkiye’de hala pervasızca-sorumsuzca yapılması toplumsal anlamda sorgulanır duruma gelmedi.. Yürüdüğümüz bölgelerde bilhassa izbe ve sessiz vadilerde topladığımız atıkları yanımızdaki poşetlere koyup en yakın çöp bidonuna atmayı düşünürken; toprağın güzelliğine güzellik kattığımız, onu bir kirden arındırdığımız duygusunu yaşıyoruz..
Ortahisar’da da şüphesiz en önemli ve temel sektör turizm.. Son dönemlerde balon turizmi ve halı sektörü önemli gelişmeler kaydetmiş.. Şüphesiz turistler ve turizm bu bölgenin hem en önemli avantajı hem de dezavantajı.. Turizm parasal getirisiyle birlikte bölgenin yerel dokusunu, kültürünü, geleneksel yapısını hızla tüketiyor ve dünyevileştiriyor.. Bu paradoksal sarmalı farklılaştırabilmek çok zor.. Taş duvarların adeta tebessüm ederek insanı seyrettiği, geçmişten izler taşıyan Arnavut kaldırımlı sokakların hala geçmiş koktuğu ve geleneğin görüntüsünü kaybetmediği mahallelerde, popüler kültür izlerinin gittikçe zamana ve mekana egemen olması insana üzüntü veriyor..
Gezdiğimiz bazı evlerde ve atelyelerde halı ve kilim tezgahlarını görmek bizi heyecanlandırdı.. Turizm amaçlı da olsa bölgede el halıcılığı ve kilimciliği çok yaygın.. Ancak halı dokuyan evlerde ve atelyelerde genç kızların türküleri yok.. Belki de halı ve kilimlerin ruhsuz görüntüsü bundan..
Kapadokya’dan ayrılırken sanki uzun süren bir uykunun uzun bir rüyasından uyanır gibi hissediyorsunuz kendinizi.. Ve ayrıldığınız her vadi, her kasaba size yine geleceksiniz diyor peri bacalarının el sallamaları eşliğinde.. Siz de gördüğünüz her peri bacasına el sallayarak ve gülümseyerek mukabele ediyorsunuz ve yine geleceğiz diyorsunuz..
Erciyesi Bekleyen Kale : ORTAHİSAR – Bu yazı 2014 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 93. sayısından alınmıştır.