Suriye’nin başkenti Şam 5 milyona yaklaşan nüfusu ile Ortadoğu’nun en kalabalık şehirlerinden biri konumunda. Şehir tarihi dokusuyla her yıl pek çok turisti ağırlıyor. Şam eski zamanlardan beri dini turizmin de en önemli güzergâhlarından biri olagelmiş. Kudüs ve Hicaz’a giden Hac yolları üzerinde bulunan şehre Emevilerden itibaren önemli yatırımlar yapılmıştır. İslamiyet’in yayılışı sırasında bölgeye pek çok sahabenin gelmesi ve burada vefat etmesinin bir sonucu olarak Müslüman hacıların buraya rağbeti de üst düzeyde olmuştur. Fakat şehre asıl akın edenler Şii (bilhassa İranlı) Müslümanlardır. Şam, bu anlamda Irak ve Hicaz bölgeleriyle birlikte en gözde Şii ziyaretgâhlarını barındıran bir muhit konumunda. Hatta Şiiler bazı ziyaretgâhların yakın çevresinde aylarca kalmak için evler kiralıyorlar, bu nedenle buralarda kiralar daha pahalı. Yine buralara yakın yerlerde kurulan pazarlarda konuşulan hakim dil Farsça. Alışverişlerde de İran riyali kullanılıyor. Şam, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in kızları başta olmak üzere Ehl-i beytin önemli isimlerini ve Kerbela şehitlerini misafir ediyor. Yazımızda Şam’daki bu mekânlara birlikte göz atacağız. Ancak öncelikli olarak Ehl-i beyt kavramı ve bu mekanlarının varoluş nedeni olan Kerbela vakası üzerinde durmak gerekiyor.
EV HALKI YA DA EHL-İ BEYT
Aslında bu kavram üzerinde Sünni ve Şii din alimlerinin farklı tanımlar yaptıklarını ve iki mezhep arasındaki en belirgin farklılıklardan birinin de bu görüş ayrılıklarından kaynaklandığını ifade ederek işe başlayalım. Kelime anlamı “ev halkı” anlamına gelse de içerdiği mana çok daha derin. Sünni inancına göre Kur’an’da da zikredilen bu ifadeden kasıt Hz. Muhammed ve onun eşleri ile çocuklarını kapsar. Şii inancında ise ilgili ayet indiğinde Hz. Muhammed abasının altına kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hasan ile Hüseyin’i alarak “Bunlar benim ehl-i beytimdir” dediği için ifade sadece bu 5 kişiyi kapsar. Hatta Şii inancında bu 5 kişiye “Pençe-i âli aba” denir. İfade 12 imam inancındaki Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’den sonra gelen diğer dokuz imamı da içine alacak şekilde genişler. Hz. Ali soyundan gelen bu 12 imama kendilerinden önce gelen tüm peygamberlerin ilimlerinin verildiği ve yine bu imamların masum yani günahsız oldukları, günah işlemedikleri de kabul olunur. Alem de zaten 12 imam yüzüsuyu hürmetine yaratılmıştır. Sünni inancında ise günahsızlık sadece peygamberlere mahsus olup, 12 imama yakıştıran diğer sıfatlar da sadece Hz. Muhammed’e özgüdür. Bu teknik bilgileri kavramadan 12 imama gösterilen tazimin nedenlerini anlamamız pek de mümkün değil
FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK
Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra İslam inancının ciddi tehditlere maruz kaldığı bilinen bir gerçek. Daha Hz. Ebubekir zamanından başlayarak ortaya peygamberlik iddiası ile çıkanlardan, dinden dönenlere varıncaya kadar türlü sorunlar yaşanmıştır. Ancak ilk üç halife zamanında yaşanan sıkıntılardan çok daha ciddisi Hz. Ali’nin hilafeti devresinde yaşandı. Bu dönemde İslamda ilk ciddi görüş ayrılıkları başgösterdi. İslam dünyasının iki büyük mezhebi olan Sünni ve Şiilik arasındaki problemlerin temelleri de bu dönem ve sonrasında yaşanan çalkantılara dayanıyor. Hz. Ali’nin halifeliğine öncelikle Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr muhalefet sergilemiş ve sonrasında Cemel savaşı gerçekleşmiştir. Siyasi açıdan daha ciddi bir rakip ise Şam’dan çıkmıştır. İslam öncesi Mekke’nin en önemli simalarından biri olan Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye bu dönemde Şam valiliği yapmaktaydı. Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırma konusunda gevşeklikle suçlamış ve hilafetine biat etmediği gibi zaman içinde kendi halifeliğini ilan etme yoluna da gitmiştir. Sonuçta Sıffin savaşı ve Hakem olayı yaşanmış Ali oğulları ile Ümeyye oğulları arasındaki husumetin de temelleri atılmıştı. Son savaştan kısa bir süre sonra üç Harici mezhebi mensubunun kendi aralarında anlaşarak İslam dünyasına nifak soktukları gerekçesi ile “Hakem olayı”nın baş aktörü Amr İbnü’l As, Muaviye ve Hz. Ali’yi ortadan kaldırmaya karar vermeleri ve planlarını uygulamaları sonucunda Hz. Ali Kûfe’de şehit edilirken Muaviye ve Amr İbnü’l As suikastlardan ucuz kurtulmuşlardır. Hz Ali’den sonra kimin halife olacağı meseleleri gündeme gelince Muaviye Şam’da Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan ise Kûfe’de halifeliklerini ilan etmişlerdi. Yaklaşık 6 ay sonra ise Hz. Hasan bazı şartlar öne sürerek Muaviye lehine hilafetten feragat etmiştir. Böylece yaşanan sıkıntılar geçici olarak kapanmış gibi görünse de aslında yaşanan fırtına öncesi sessizliktir.
KERBELA VAKASI YA DA FACİASI
Muaviye’nin bir halifeden çok bir saltanat gibi geçen idareciliği sonrasında yerine veliaht olarak oğlu Yezid’i bırakmak istemesi doğal olarak hilafetin saltanata dönüşeceği endişesini doğurur. Üstelik Yezid, halifeliğe yakışmayacak bazı davranışlar da sergilediğinden bu fikir kısa sürede ciddi bir muhalefetle karşılaşır. Hz. Hüseyin’e de bu ortamda Kûfelilerden halifelik için teklif gelir. Hicaz bölgesinde nüfuzu son derece sağlam olan Hz. Hüseyin de bu teklifi kabul ederek Irak’ta bulunan Kûfe şehrine doğru yola çıkar. Kerbela denilen yerde ise yolu yaklaşık 5000 kişilik Emevi birliklerince kesilir. Hz. Hüseyin’den zorla biat almaya çalışan Emevi birliklerinin başında ünlü sahabe Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer bulunmaktadır. Teklifin reddi üzerine 10 Ekim 680’de tam bir katliam yaşanır. Hz. Hüseyin, yanındaki 70 kadar akrabası ve taraftarı ile şehid edilir. Öldürülen kişilerin mükafat almak umuduyla başları da gövdelerinden ayrılır. Yalnız kadınlara ve çocuklara dokunulmaz. Bir de Hz. Hüseyin’in hasta olduğu için çarpışmalara katılamayan ve çadırında yatan oğlun Zeynelabidin’e ilişilmez ki Hz. Muhammed’in soyu kendisinden devam edecektir. Kesilen başlar, İmam Zeynelabidin ile Şam’daki en önemli Şii ziyaretgâhlarından birine adını veren halası Sitti Zeynep’in yanısıra diğer esirlerle birlikte önce Kûfe’ye ardından da Şam’a yollanır. Kerbela’da kalan cesetler ise sonradan çevre köylerde yaşayanlar tarafından gömülür. Aslında gömülen cesetlere şöyle bir göz attığımızda meselenin vahametini ve Peygamber ailesine yapılan saldırının büyüklüğünü daha iyi anlamamız mümkün olur;
Ünlü tarihçi İbnül Esir’in verdiği şehitler listesinde Hz. Ali’nin oğulları ve aynı zamanda Hz. Hüseyin’in kardeşleri olan Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed ve Ebubekir ilk göze çarpanlar. Hz. Hüseyin’in çocuklarından Ali ve Abdullah’ın yanısıra Hz. Hasan’ın çocukları Ebubekir ve Kasım da savaş meydanında hayatlarını yitirmişlerdir. Ayrıca Hz. Hüseyin’in pek çok amcaoğlu da şehitler arasındaydı.
Olayların gelişimini bu şekilde verdikten sonra şimdi Şam’daki ziyaretgâhlar ve bunların önemi hakkında bilgi vermeye başlayabiliriz.
MAKAM-I HÜSEYİN
Şam’ın sembollerinden biri olan Emevi caminin Hamidiye çarşısı tarafındaki kapısından girerseniz caminin öte ucunda tam karşınıza Makam-ı Hüseyin çıkacaktır. Camiyi ziyarete gelen Şii hacıların zaten ilk uğrak yeri de burasıdır. Yalnız buranın girişindeki odaya Makam-ı Zeynealbidin adı veriliyor. İnanışa göre Kerbela’daki katliamdan kurtulan Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin Şam’da kaldığı müddetçe bu yerde ikamet etmiş. İmam Zeynelabidin ve yanındakilerden bazılarına bir süre sonra Şam’ı terketme ruhsatı verilmiş ve imam da Medine’ye dönmüştür.
Bu odacığı geçip sola döndüğünüzde ise etrafı gümüş parmaklıklarla çevrili olan bir makam çıkacaktır karşınıza. İşte yine inanışa göre Kerbela vakası sonrasında Hz. Hüseyin’in kesilen başı burada toprağa verilmiştir. Tam da bu noktada yine kaynaklarımıza dönecek olursak konuyla ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşmamız mümkün olur. İbnü’l Esir ve İbn Kesir’in anlatımlarına göre Hz. Hüseyin’in kesik başı önce Kûfe’ye oradan da Şam’a getirilmiş ve halife Yezid’e gösterilmiştir. Sonrasında farklı rivayetler devreye giriyor. Bir rivayete göre Yezid, peygamber torununa yapılan bu muameleye pek üzülmüş ve oturup ağlamıştır. Lakin bu ihtimal pek mümkün gözükmüyor, zira olayın failleri Yezid tarafından görevden alınmadıkları gibi haklarında herhangi bir işlem yapıldığına dair bilgi de yok. İkinci rivayete göre ise Yezid, eline bir sopa alarak Hz. Hüseyin’in burnuna, ağzına ve dişlerine dokundurmuş, bunun üzerine de huzurda bulunan bazı yaşlı sahabelerce “peygamberin öptüğü burun ve dudaklara karşı hürmetkâr olması” konusuda ikaz edilmiştir. Belki Yezid’e gösterilmesi sonrasında naaşın baş kısmı burada toprağa verilmiş olabilir. Ancak genel olarak kabul gören görüş bu olayın hemen akabinde başın kefenlenerek Medine’ye gönderildiği ve Cennetu’l Bâkî mezarlığında Hz. Fatıma’nın yanıbaşına defnedildiği yönündedir. Bu arada Mısır da dahil olmak üzere Hz. Hüseyin’in başının gömülü olduğuna inanılan farklı mekanlar olduğunu da belirtelim.
Türbeye girdiğinizde görüyorsunuz ki kimsenin bu rivayetlerle ilgilendiği yok. Kadınlar ve erkekler ellerini hazirenin parmaklıklarına sürerek feryat figan ağlarken adeta o günleri yeniden yaşıyorlar. Aralarındaki tek fark kadınların sesli feryatlarına erkekler sessizce fakat sarsılarak ağlamak suretiyle katılıyorlar.
SEYYİDE RUKİYYE MAKAMI
Hz. Hüseyin’in makamına kadar gelmişken ona son derece yakın bir yerde olan kızını ziyaret etmeden olamz. Seyyide Rukiyye’nin makamı Hamidiye çarşısının arka taraflarına düşüyor. Yol üzerinde daracık ve otantik Şam sokaklarından geçeceğiniz için fotoğraf makineniz her daim hazır tutun. Yolda sizi yönlendiren tabelalar da göreceksiniz.
Makamın girişinde geniş bir avlu var ki güneş ışığını çok güzel alıyor, avlunun ortasında ise ince bir zevk işi olan havuz hemen göze çarpıyor. Avlu tertemiz, ayakkabınızı türbenin hemen girişinde yer alan emanet bölümüne gönül rahatlığı ile bırakabilirsiniz. Aslında yapıya türbe demek de pek de doğru değil, zira içi son derece geniş ve cami ebatında bir yapı. Girişte hemen karşınıza bir camekan içinde gayet görkemli bir makam çıkacaktır ki burası Seyyide Rukiyye’nin makamıdır. Hz. Hüseyin’in, teyzesinin adı verdiği kızı burada yatmaktadır. Ziyaretçiler camekanın önündeki gümüş parmaklıklara el ve yüz sürüyorlar, sonra da ellerini şifa amacıyla vücudunun farklı bölgelerinde gezdiriyorlar. Bazıları ise sessizce ağlıyor. İlginçtir ki camekanlı kısıma açılan küçük cepler var. Bunlar ne işe yarıyor diye düşünürken anlıyorsunuz ki hacılar buradan içeri paralar atıyorlar. İçerisi suri ve İran riyali dolu. Ayrıca çıkarken de bağışta bulunuyorlar. Yani mekan tıpkı diğer Şii ziyaretgahları gibi ciddi maddi kazanımın temin edildiği bir yer.
Yapının ortasında bir perde geçirilmiş. Böylece camekanlı makamın bir kısmı erkeklerin ziyaretine bir kısmı ise kadınların ziyaretine tahsis edilmiş oluyor. Türbede kıble sizi şaşırtmasın. Kıble kapıya doğru. Bu nedenle kadınlar yüzlerini Seyyide Rukiyye makamına dönerek namaz kılarken erkekler sırtlarını makama dönüyorlar. Kapının hemen kenarında ise içinde yuvarlak ya da dikdörtgen şekilli taşların olduğu bir kap görürsünüz. İşte kabın içindeki bu taşlar Kerbela toprağından yapılan kil taşlar. Şii ziyaretçiler namaz kılarken secdeye vardıklarında alınlarını bu taşa koyuyorlar. Böylece kutsal Kerbela toprağında namaz kılmış gibi oluyorsunuz. İçeride fotoğraf çekmek serbest. Ayrıca türbe içinde Azeri görevliler de var ki sizinle Türkçe konuşup yardımcı oluyorlar. Ben türbeyi sabah 9’da ziyaret ettim ve herkese de erken saatte ziyareti tavsiye ederim. Zira bilhassa Cuma günleri ve öğle vaktine doğru bu gibi yerlerde izdiham yaşanıyor. Ancak sabahları tek tük ziyaretçiye tasadüf ediyorsunuz. Nitekim türbeden çıktıktan bir süre sonra o bölgeye doğru yürüyen kalabalık kafilelerle karşılaştım.
SİTTİ ZEYNEP
Hz. Ali’nin kızı olan Sitti Zeynep’in makamı Şam’ın biraz dışında kalıyor. Hz. Hüseyin’in teyzesi olup onunla birlikte Kerbela’da hazır bulunmuş ve esir düşmüştür. Bir rivayete göre de yeğeni Hüseyin’in kesik başını taşımak zorunda bırakılmış. İki oğlunu da buradaki mücadelede şehit vermiş. Yani varını yoğunu Kerbela’ya gömmüş bir insan. Bu nedenle de makamı çok rağbet görüyor ve İran devleti burayı çok önemsiyor. Makamın bulunduğu semtte Suriyeli bulmanız çok zor. Sokaklarda çarşaflı kadınlara ya da sarıklı mollalara rastlıyorsunuz. Girişte bir de pazar var. Muharrem ayini cdleri, kokular, kadınlar için çarşaf, Hz. Ali ve 12 imam desenli duvar halıları satılıyor. Kendinizi bir anda başka bir diyarda buluyorsunuz. Türbenin avlusuna bilhassa akşam üstü girmenizi öneririm. Zira kubbe somaki altın (ki 4 ton altın olduğu söyleniyor) ve güneşin batışının avluya düşürdüğü kubbe, minare, insan gölgeleri muhteşem bir silüet yaratıyor. Türbe avlusunda gezinirken Türkçe konuşmalara da tanık oluyorsunuz. Zira Şam turistik amaçla son zamanlarda Türklerin daha çok rağbet ettiği bir mekan durumuna gelmiş. Caferi ya da Alevi kökenli Türk vatandaşlarının bir kısmı ise dinsel vecibe gereği burada bulunuyor. Türbenin içine girdiğimizde ise Seyyide Rukiyye’den çok daha ihtişamlı bir manzaraya hazırlayın kendinizi. Yalnız yazık ki bu ihtişamı fotoğraflamanıza izin verilmiyor. Sanırım bu durumun nedeni içeride zaten bir izdiham yaşanırken bir de insanların fotoğraf almak için yaratacağı kargaşanın önü alınmak isteniyor. Türbeye firuze renk hakim. Irak, Türkiye, Pakistan, Afganistan gibi bölgelerden hacılar da var. Sitte Zeynep İranlılar için çok önemli. Burayı ziyaret eden yarım hacı olarak kabul ediliyor.
BABÜ’S SAGİR’DE EHL-İ BEYT MEZARLIĞI
Şam, sahabe makamı konusunda oldukça zengin bir şehir. Suriyeliler de topraklarında binlerce sahabeyi misafir ediyorlar. Babü’s sagir’de (Küçük kapı) bulunan mezarlık Şii dünyası açısından bilhassa büyük önem taşıyor. Çok eski zamanlardan beri buraya gömü yapıldığı biliniyor. Mezarlık Hz. Muhammed’in müezzini Bilal-i Habeşi’nin yanı sıra yine Hz. Peygamberin eşlerinden bazılarını ve Ehl-i beyt mensubu önemli kişileri ağırlıyor. Bu arada Şam’da hüküm süren ilk halife olan Muaviye’de buraya gömüşmüş, ancak makamını bulamadım. Gelin Şii dünyasınca kabul edilen bu makamları birlikte dolaşalım;
Mezarlığın girişinin tam karşısında Bilal-i Habeşi’nin türbesini görürsünüz. Şubat 2007 yılı itibarı ile tadilatta. Türbeye üç basamakla inilerek giriliyor. Bilal-i Habeşi girişte hemen solda kalan odacıkta en sondaki küçük sandukanın hemen yanındaki büyük sanduka ona ait. Sandukasının üzerinde bir yeşil örtü ve siyah sarık var. Yanındaki küçük sanduka ise Cafer-i Tayyar’ın oğlu Abdullah’a ait.
Bilal-i Habeşi Türbesinden çıktıktan hemen sonra bu türbenin arkasında yer alan makam üç hanıma ait. Bunlar Cafer Tayyar’ın eşi Esma, Hz. Hasan’ın kızı ve aynı zamanda Hz. Ali’nin torunu Meymune ve Hamide binti Müslim b. Akil’in makamları var. Her üç mezara tek makam tasarlanmış. Türbenin sağından merdivenle aşağıya indiğinizde ise her üç kadının mezar taşının olduğu toplu bir mezar alanına ulaşıyorsunuz.
Bu türbenin hemen önüne düşen türbe ise Abdullah b. İmam Cafer-i Sadık’a ait. Hazirede Ehl-i beytin gömülü olduğu tüm türbelerin tepesinde olduğu gibi onun türbesinin kubbesi de yeşil renge boyanmış. Şii makamlarını kubbe renklerinden de takip edebilirsiniz..
Sonraki mezar Fatıma-i Suğraya ait. Kendisi Hz. Hüseyin’in kızı. Makamı hemen girişte ve üzeri siyah bir bezle örtülü. Tavanlarda tıpkı diğer türbelerde olduğu gibi Ehl-i Beyt’in isimleri işlenmiş. Mezar aşağıda. Daracık merdivenlerden indiğinizde kabirle karşılaşıyorsunuz. Camekânın yanına açılan küçük boşluklardan içerisi İran riyali ve suri doldurulmuş.
Gezeceğimiz bir sonraki türbe aynı zamanda bu mezar alanındaki en büyük türbe. Burada Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm ile Hz. Hüseyin’in kızı Sukeyne yatıyor. Teyze ve yeğen aynı türbenin içindeler. Kapıdan girişte karşınıza çıkan Hz. Ümmü Gülsüm, sağ tarafta kalan ise Hz. Sukeyne’nin makamı. Tabii ki mezarları aşağıda. Türbenin içinde Farsça mersiyeler okunuyor. Beş dakika geçmeden hıçkırıklar birbirine karışıyor. Salavat ile mersiye sona eriyor. Alt kısımdaki mezar bölümünde genellikle kadınlar namaz kılıyor. Üst kattaki makam kısmı ise kadın erkek karışık, ancak kadın görüntüsü türbenin geneline hakim.
Buradan çıkıştaki bir diğer makam Hz. Fatıma’nın cariyesi olan Hz. Fudda’ya ait. İlginçtir ki Şiiler ehl-i beyt kabristanının hemen çıkışında bulunan peygamber hanımları Hz. Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe’nin makamlarını es geçerken Hz. Fatıma’nın cariyesinin önünde uzun uzun dua ediyorlar. Bu da Şia’daki ehl-i Beyt kavramının bir yansıması. Ehl-i beyt kabristanın sınırlarından çıktıktan sonraysa biraz önce bahsettiğim iki peygamber hanımının makamına geçiliyor. Her ikisinin de türbelerinin üzerinde II. Abdülhamid tuğralı tamir kitabesinde “Bu makam Abdülhamid han-ı sani tarafından yenilendi. Allah adını yaşatsın 1327” ibaresi okunabiliyor.
Buranın yanındaki bir diğer önemli Şii makamı ise İmam Zeynelabidin’in oğlu Abdullah’a ait olan ziyaretgâh. Büyücek bir avlunun kenarında kurulan türbede Hz. Hüseyin’in torunu yatıyor.
Yazı çerçevesinde gezeceğimiz son türbe”Şüheda-i Kerbela” adını taşıyor. Burası Hz. Hüseyin’le birlikte Kerbela’da şehit düşenlerden on altısının kesik başlarının gömülü olduğu mekan. Bundan dolayı gümüş parmaklıklarla çevrili hazirenin içine bakınca 16 tane yeşil sarık görüyorsunuz. Burası da son derece geniş bir alan. Mescidi de var ancak insanlar genellikle türbede namaz kılmayı tercih ediyorlar.
Velhasıl kelam Şam tıpkı İstanbul gibi içinde daha nice sürprizleri barındıran bir şehir.
EY HÜSEYİN YA DIMAŞK (SENİ UNUTURSAM EY DIMAŞK) – Bu yazı 2008 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 18. sayısından alınmıştır.