Cuma , 4 Ekim 2024

Kelimelerin Gölgesinde Yolculuklar

Büyük bir çoğunluk ya da kimse bilmese de her seferi, Mevlana’nın o rubaisiyle atar ilk adımını yola: Gece üstadıma sordum kaç kez; ‘Bana bildir bu cihan sırrını, tez’ Gülerek verdi cevap üstadım; ‘O ki ancak bilinir, söylenemez.’

Olgun Temiz

Aslına bakılırsa her şeyin onlar yüzünden olduğu söylenebilir. Çünkü durduk yere insanı evinden gayrı tutan ne olabilir ki onlardan başka? Onlar ne mi? Haritalar. Sorulması an itibariyle elzem olmuş bir sorudur: Kişi ilk önce yolu düşünerek mi bir harita edinir ve ona bakıp gideceği yeri seçer yoksa haritaya bakarken mi aklına bir yerlere gitmek, seferi olmak düşer? Tarihi çok eski olan haritalar, seyahat hususunda akla düşebilecek ilk kelimelerden biridir. Öyle yaşlı bir dededir ki harita; Milattan önce 4000’li yıllardan günümüze değin uzunca bir hayat hikâyesi vardır.

İlk haritanın, Babil’e ait, 6000 sene evvelinden günümüze gelmiş, tablet üzerine çizilmiş bir kadastro haritası olduğu düşünülmektedir. Onu tarihsel olarak, Milattan önce 3800’lü yıllarda yapılmış, çağın en ileri uygarlıklarının kurulduğu Mezopotamya’da, Fırat Nehri’nin akışının gösterildiği, balçık üzerine çizilmiş bir başka harita takip etmektedir. O zamandan bu zamana çiziliyorlar da çiziliyorlar. Derken haritalar, bir seyahat için edinilecek ilk şey oluyor.

Peki, seyahat denilince akla haritadan başka ne gibi kelimeler gelir?

Mesela “muhabbet” kelimesi olabilir. Çünkü yolculuğun gösterdikleri; baştan ayağı önünüzde uzanan eski yollar, yolda karşılıklı, göğe el uzatan, yeşili harbi, yeşil aşkı harbi ağaçlar…Etrafta tıpkı geride bıraktığınız gibi belki geride bırakılan evler ve elbette evlerin balkonuna çöreklenmiş aile ehli, belki tarımıyla geçinen bir köydesinizdir de sürülmüş tarlalar, yemişleri rengârenk size bakar, vesaire… Gözün görme işlevi doyasıya yerine getirilmiştir de geriye tortu olarak muhabbeti kalmıştır. Muhabbet ise ağzın görgüsüdür.

Ahşaptan yapılmış, bahçesinin üstü sarmaşıklarla örülü bir kahvede, yolda ayaküstü dinleneceğiniz bir tümsekte, su isteyip helalliğini bahşetmesini eklediğiniz bir evde, … Kısacası nerede olursa olsun, yalnız dahi çıkılsa da yola, muhabbet edeceği bir kimsesi kesinlikle bulunur seferi dediğinin. Ki öyle de olmuştur.

Bakınız tarihimizi yollarla yazan gezgin bilgelerimize. İbn-i Fazlan’a, İbn-i Batuta’ya, Evliya Çelebi’ye… Tarihi yüzyıllar öncesini gösteren seyahatnamelere bakınız hatta. Evet, bu arada, bir kelimemiz de ‘seyahatname’ olabilir. Zira kelime ile seyahati inanılmaz bir aşkla aynı mahfazada tutan yegâne eskizlerdir seyahatnameler. Örneğin; yazı mazimizin karşılaştırılamaz yücelerinden Evliya Çelebi’nin, İstanbul ile başlayıp, arada onlarca şehri, ülkeyi bize o günün olanlarıyla enfes bir biçimde anlattığı ve Mısır ile sonlanan on ciltlik seyahatnamesi. Eski zamanın şartlarında bilmek için en değerli eylem yolları eskitmekse, bunu yerine getirenlerin eskittiği yolları, kendi üsluplarıyla geleceğe armağan olarak neşrettikleri bu eserler, saymakla bitse de okumakla katiyen bitmeyecektir.

Revan olana dayelik eden kelimeleri sıralamaya devam ediyoruz.

Bir başınıza yola çıktığınızı düşünün. Elinizde haritanız, gördüklerini çeşitli biçimlerde yazacağınız boş sayfalar, boş anınızı doluya çalmak adına yanınızda bulundurduğunuz kitaplar vesaire… Peki, müziğe ne dersiniz? Gezinin edebiyatta ne denli bir ağırlığı varsa müzikte de o derece bir ağırlığı vardır.

Yol, ezgiyle gözden alınarak kulağa nakledilirken, bu ameliyatta gözler kapalı ve durduğunuz yerde kim bilir olduğunuz yerin kaç kilometre uzağına gitmişsinizdir. Hele ki yoldaysanız, hele ki yalnızsanız hiç bilmediğiniz yerde hiç bilmediğiniz insanların arasında. Sizinle onlar arasındaki en doğal yakınlık, büyük bir oranda muhabbetle olur ve muhabbetin oraların müziğine dayanmasıyla bu yakınlık cilasını kazanmış olur. Bir onlar söyler siz dinlersiniz; bir siz söylersiniz onlar dinler. Yoksa ne yol biter, ne siz kalırsınız yolu bitiremeden.

Boy boy dağlar, dağların en aşağı bakılmayacak yerindesinizdir, aşağı alelade bir uçurum değil, sanki taşı atıp da düştüğünü kanıtlayacağınız düşme sesinin bi’ türlü gelmediği kara sefalet bir kuyu. Hala yukarısına, hep yukarısına çıkıyorsunuzdur o dağın. Öyle bir şeydir ki bu gezgin durum, en güzel de İlhan Berk’in dimağından fırlayarak, belki Tin ile sevi arafını, yol ile yolcunun mesafesini gözler önüne seriyordur:

”Dün dağlarda dolaştım evde yoktum.”

Zira bir sonraki kelimemiz ise doğallıkla ev olabilir. Çünkü uzaklaşmak gerekiyor ondan yerinde öğrenmek için bir şeyleri. Buradan bahsedilen evden kasıt, rahat olandan, sıcak olandan bir süreliğine ayrılıp da dağ gibi durumlara bakmak, onlarla tanışılması gerektiğidir. Ki yolculuk bu değilse başka nedir? Ama buna bir alternatifimiz elbette ki olur, bu da yolculuk ertesinde mümkündür: Hem dağdayım hem evde; dağlara diktim evimi. Bir düşünün, hangi bilge, bilge olmuştur da gezmemiştir? Yerli ve yabancı birçok kişi akla gelir ve sıralamaya kalksak ne gece kalır ne gündüz. Ve hepsinin de bir nevi evi vardır dağlarda, ağaçlardan yaptığı.

Konu kelimeler ve seyahat iken nerelere geldik. Fakat hep kelimeler vardı ve hepsi de seyahat anlatısıydı. Umarız ki yerlerimiz olur ve oralarda bir ağaca ismimiz verilir. Zira hep anlatılamayacaklardır istediklerimiz.

Gece üstadıma sordum kaç kez; ‘Bana bildir bu cihan sırrını, tez’ Gülerek verdi cevap üstadım; ‘O ki ancak bilinir, söylenemez.’

Kelimelerin Gölgesinde Yolculuklar – Bu yazı 2008 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 18. sayısından  alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir