Yazı ve Fotoğraflar: Uğur Biryol
Fırtına Vadisi’ni keşfetmek için derin ormanların içindeki kadim patikalara dalmak gerekir. Yükseklerdeki taş döşeli yolları da unutmamak lazım elbette. Doğayı tanımak, bulutlara yakın olmaktan geçiyor çünkü. Fırtına Vadisi’nde bir zamanlar, araç, yolları henüz bu kadar işgal etmemişken tabiat insanlar uzun uzun yolları aşıp köylerine, yaylalarına giderdi. Gittikleri yolları elleriyle taş ve kütük döşerlerdi ki, yürürken çamurlara bulaşmasınlar. Dile kolay en yakın gibi görünen yaylaya ulaşmak için en az beş, en fazla 12 saat yüründüğü olurdu. Şimdilerde ise bu yolların büyük bir bölümü neredeyse unutulmaya yüz tutmuş, eski yolcularını bekler gibiler.
Yukarı Kavrun Yaylası’ndan Çengnevit göllerine ulaşmak için 3 saat tırmanmak gerekir ki patikaların izinde sizi karşılayacak en güzel şey buzul gölleridir. Kaçkarlar’ı göz alabildiğine seyretmek de çabası. Oradan Ceymakçur’a da yürüyebilirsiniz, Kaçkarlar’ın zirvelerine doğru da.. Her sene Kaçkar zirvesine ulaşmak için gelenler uzun yürüyüşler yapmak durumunda. Ne güzel ki hala yürümeye övgü düzenler var memlekette. Eskiden hemen hemen yaylaların tamamını birbirine bağlayan patikalar mevcutken son on yılda gelişigüzel açılan araç yolları nedeniyle, patikaların büyük bir bölümü zarar gördü, eski yollara da insanlar artık iyice ormanlık alana karıştığı için gidemez oldu. Eskiden beş on yaylanın sakinleri tarafından işleyen yollar, şimdi derin sessizliklerini yaşıyor. Biz çocukken Pokut Yaylası’na köyümüzden sekiz saatlik bir yolu yürüyerek çıkmak durumundaydık. Bugün bile adları hafızamdan silinmeyen rüya gibi bir güzergahla: Tap, Isırlık, Kayabaşı, Akletar, Poşgut, Paşorti, Pilunçut..Arada verilen molalar, soğuk su başlarında yorgunluk atmalar, yaylaya bir an evvel kavuşmak için güç toplamalar, kırık gürgenlerin içine atılan yorgunluk giderici taşlar.. Hepsi bir rüya gibiydi. Ve yaylaya ulaşıldığında, onca yola rağmen futbol oynamaya bulunan derman. Herhalde sevgiden. Geçtiğimiz haftalarda bu yolu tersinden yürüdüm dostlarla, ne yoldan eser kalmış ne hatıralardan. Sular kurumuş, belki her şey bir gün aslına döner temennisiyle tamamladık yolu ama canımız sıkıldı bu sahipsizliğe.
Yüksek Dağlara Doğru
Pokut’u Hazindağ’a bağlayan yer yer taş döşeli, muhteşem gürgen ve çam ormanlarının arasından süzülerek yürüdüğümüz patika da artık yok çünkü modern zamanların şimdiki yaşayanları için zaman çok kıymetli, bir an evvel çıkılmalı, evler yapılmalı ki yayla yaşasın! Ne iyi ki Hazindağ’ı Samistal ve Amlakit Yaylası’na bağlayan patikalar duruyor hala. Samistal’a çıkarken dağın etrafında dolanıyormuş hissiyle, etrafı seyrede ede gidiyorsunuz, geçmiş zaman yayla göçlerinin kalabalıklarını düşünerek. Amlakit Yaylası’na inerken de aynı hisle, ama bu sefer orman içindesiniz ve karşınıza devrilmiş anıt ağaçlar, kırmızı şapkalı mantarlar çıkabiliyor, bu yolun da taş döşemeleri büyüleyici, binlerce yıllık bir ipek yolundan yürüyormuşsunuz gibi, belki de öyledir kim bilir..
Bu ara patikalardan yürürken birden bire araç yoluna çıkıyor olmaksa büyük bir hayal kırıklığı. Neden bu yolların tamamı korunamadı diye düşünüyor insan. Bu hırsın sonu nereye varacak? Belki de insanların kolaycılığı, araç yollarını patikaların üzerinden geçirme gafleti, bu kadim yolları bir daha geri döndürülemez biçimde yok etti.
Köyden Köye Dolaşmak
Yüksek dağların patikaları, aşağı kesimlerdeki patikalara göre biraz daha korunaklı sayılabilir çünkü hala yolların ulaşamadığı yerler var. Köylerin durumu ise daha vahim. Eskiden boydan boya bir vadideki tüm köylere bağlayan patikaların olduğu bir coğrafyanın, bugün patika fakiri olması da düşündürücü. Ama hala kullanılan birkaç patika daha var. Habak köyünden Makrevis’e (Konaklar mahallesi) inen dik ama büyüleyici patika gibi. Bir değirmenin yanından geçip, “peri merdivenlerini” görmek için çok ideal bir yol. Aynı yoldan yukarıdan devam edildiğinde tüm bir mahallenin üstünden Pogina mevkine, oradan da Ortan Köyü’ne çıkılan bir başka rüya patikası daha var. Orada da yolda çeşitli sürprizlerle karşılaşabiliyorsunuz; hiç ummadığınız yere açılan bir kapı gibi. Bazen karşınıza yüzyıllık bir kemer köprü çıkıyor bazen de koskoca bir kayanın altından geçiyorsunuz. Eskiden gurbete gidenler bu yolların muhtelif yerlerine taş duvarlar ördürmüş, o denli özenli ve estetik. Kesinlikle sahip çıkılması, korunması gereken patikalarla ilgili turizm yapanların dikkat etmesi gereken o yollarda yürürken, yolu işgal eden dikenleri kesmeleri! Bu eski yol açma pratiği patikaya nefes aldırır, yolun işlerliğini sağlar. Fırtına’nın patikaları hoyratça yok edilmesin istiyorum ve şu sözle selamlıyorum yolları: “ Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır.”
Bu yazı 2014 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 84. sayısından alınmıştır.