II. TÜRKİYE’YE FOTOĞRAFIN GİRİŞİ
Yazı: Dr. Hidayet NUHOĞLU (IRCICA) – Orhan M. ÇOLAK (IRCICA)
III. Selim ve özellikle II. Mahmud ve sonrasının İstanbul’u, Avrupa’yı takibe çalışan, Avrupa’dan haberdar olan bir İstanbul manzarası arzetmektedir. Avrupa’daki birçok şey, 18. yüzyıldan itibaren belirli muhitlerde de olsa, İstanbul’a gelmiş ve yerleşme imkanı bulmuştur. 19. yüzyılın gazetesi Takvim-i Vekayi’de ve buna mümasil diğer bazı yayınlarda, Avrupa’daki icatlar, buluşlar ve benzeri hususlarla ilgili haberleri, Avrupa yayınlarından tercüme sureti ile, hemen hemen aktüel olarak takip etmek mümkün gibi görünmektedir. Öte yandan İstanbul, hâlâ dünyanın büyük devletlerinden birinin başkenti ve özellikle Avrupalılar için Doğu’nun esrarengiz havasının teneffüs edilebileceği bir yerdir. Bazı Avrupalılar için ise ellerindeki yeninin pazarlanması için ilk düşünülecek bir merkez, bir pazar kapısıdır.
İşte bu hava içinde fotoğrafın ilk ulaştığı yerlerden biri olarak Osmanlı topraklarını ve bu arada İstanbul’u görüyoruz. Ağustos 1839’da Paris’te Daguerreotype’in tanıtılması üzerinden çok geçmeden bu buluşun Türkiye’de de tanıtıldığı anlaşılmaktadır. Bu konuda şimdilik elimizde olan en eski belge 19 Şaban 1255/28 Ekim 1839 tarihli Takvim-i Vekayi’deki yayındır. Bu yayında bu icadın tarihî seyri anlatılmakta, teknik özellikleri söz konusu edilmekte ve mucid M.Daguerre tanıtılmakta, ayrıca, İngiliz Talbot’dan da bahsedilmektedir, hattâ o tarih için bildiğimiz kadarı ile başka bir kaynakta zikredilmeyen renkli fotoğrafın imkânından da söz edilmektedir.
Bundan iki yıl kadar sonra 26 Cemaziyelevvel 1257/15 Ağustos 1841 tarihli Ceride-i Havadis’deki bir haberde Daguerre basması (Daguerreotype) tekniğinden sonra, terim türkçeleştirilerek, ateş yazması (photographia)’nın tarifi yapılmaktadır. Buradaki ifadeye dayanarak, fotoğraf kelimesinin 1841’de Türkçe’ye girdiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında dikkat çekici bir noktaya daha işaret edilmektedir. Bu haberde Mösyö Daguerre’in Daguerre, basmasını takdim eden “kitabı dahi İstanbul’a gelmiş ve tercüme edilmiş olmağla bilenlerin malumudur” denilmektedir.
Ceride-i Havadis’in bu haberinde bahsedilen tercüme hakkında, yeni ve açıklayıcı bir bilgiye ulaşılamamıştır. Ayrıca bu konu üzerinde çalışanlar da sadece bu rivayeti nakletmişlerdir. Araştırmalarımızda bu tercümeyi gören kimseye rastlayamadık. Ancak fotoğraf tarihini konu alan bazı yayınlarda, M. Daguerre’in, buluşunun ilânından hemen sonra “Daguerrotype El Kitabı” yayınlandığını ve bu kitaptan, meselâ 3 ay gibi kısa bir sürede 9.000 nüsha satıldığı kaydediliyor.3 Böylece bu yeni icad, yani fotoğraf, haber ve bilgi olarak, hemen Türk kamuoyunda yerini bulmuş ise de fiillen İstanbul’a gelişi, bir gazete ilânına göre, buluşun ilânından sonraki üçüncü yıldadır.
Ceride-i Havadis’in 8 Cemaziyelâhir 1258/17 Temmuz 1842 tarihli nüshasında, M. Daguerre’in çıraklarından M.Kompa (Compas ?) adında birinin İstanbul’a geldiği, fotoğraf sanatını ücret mukabili teşhir ettiği, isteyenlere öğrettiği ve şahıs, grup veya manzara resmi çektiğinden ve fotoğraf için “iktizâ eden âlâtını dahi satacağından” bahseden bir haber ve bir ilân neşredilmiştir. Böylece fotoğraf fiilen İstanbul’a gelmiştir.
Ancak burada, yukarıda bir yıl evvele ait, Daguerre’in kitabının tercümesine yeniden işaret gerekiyor. Eğer fotoğraf, gerçekten, İstanbul’a M. Kompa ile gelmiş ise, daha önce bu konudaki teknik mahiyette bir kitabın tercümesinin niçin yapıldığı sorusuna ciddî ve tatmin edici cevap bulmak gerekiyor.
1839’dan itibaren, yani Daguerreotype’in açıklanması ile beraber, bu tekniği öğrenen pekçok kişi, birbirinden farklı maksadlarla dünyanın dört bucağına “Daguerreotypist” olarak bu “tekniğin icrası” için dağılmış bulunuyordu. Bunlardan M. Kompa gibi bazılarının İstanbul’a geldikleri, bir müddet kalıp sonra bir başka yere gittikleri, gazete ilânlarından anlaşılmaktadır. Böylece bir yandan, daha önceki devirlerin ressamları gibi, çeşitli milletlerden fotoğrafçıların İstanbul seferleri devam ederken, öte yandan, daha fotoğrafçılığın ilk günlerinden itibaren Osmanlı Coğrafyası’nın fotoğraflanmakta olduğu görülüyor.
Parisli Noel Marie Paymal Lerebours’un ekibi, 1839 güzünde yola çıkarak Mısır, Filistin ve Beyrut’un ilk fotoğraf-manzaralarını, daha sonra “Excursion Daguerriennes: Vues et Monuments les plus Remarquables du Globe” adı ile 1840-1843 yılları arasında neşredilecek albüm serisi için tesbit etti.4 Daguerre’in buluşu İstanbul’da gazete haberi olarak neşredildiği zaman Lerebours’un ekibinden Joly de Lotebinière çoktan Nil boyunda fotoğraf çekmeye başlamış, Mısır’ın ardından Filistin, Suriye, Lübnan ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde fotoğraflar çekmişti.5 Bu tür teşebbüsler daha sonraları da devam edecek ve meşhur Yıldız koleksiyonunun teşekkülünde böyle alınmış fotoğraflar önemli bir yer tutacaktı. Goupil Fesquet’nin öncülüğünü yaptığını söyleyebileceğimiz bu müteşebbislerin gayretleri ile 19. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının büyük bir kısmı ve buradaki hayat, çeşitli yönleri ile ve fotoğraf yolu ile tesbit edilmiş bulunmaktadır.
Mösyö Kompa (Compas ?) yolunu takip edip İstanbul’da fotoğrafçılık sanatını ve mesleğini icra edenler arasında Gerard de Nerval7 ve Carlo Naya’yı görüyoruz. Carlo Naya’nın 1845’te İstanbul’da bir stüdyo açtığı ve 1857’de İtalya’ya dönünceye kadar İstanbul’da fotoğrafçılık yaptığı kaydedilmiştir.
1843-45 yılları arasında çektiği sekiz yüzden fazla fotoğrafla Joseph-Philbert Girault de Prangey İstanbul ve Anadolu fotoğrafları konusunda daima hatırlanacak isimlerden birisi olmuştur. Bir başka isim ise Maxime du Camp (1822-1872)’dır. 1848’de Mısır, Filistin ve Suriye’ye yaptığı gezinin fotoğraflarını, yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Revue de Paris mecmuasında seyahat notları ile beraber yayınlamış ayrıca bunları bir albümde toplamıştır.
Bu arada pek çok fotoğrafçının da benzeri gayretleri olmuştur. 1853-1856 yılları arasında iki buçuk yıl süren Kırım savaşı bir yandan harp fotoğrafçılığı gibi yeni bir meslek dalının doğmasına sebep olurken, öte yandan pek çok Batılı fotoğrafçının yolunu İstanbul’a düşürmüş ve yeni yeni İstanbul ve Anadolu albümlerinin meydana getirilmesine yol açmıştır. Bu harbin, Türkiye fotoğrafçılığı açısından mühim olan tarafı ise, 1856’da İstanbul’a gelen kimyager Rabach’ın, İstanbul’da gerçek profesyonel fotoğrafhanelerden birini açmasıdır. Rabach’ın bu stüdyosunun ehemmiyeti, yerli fotoğrafçıların yetişmesinde öncülük etmesinde olmuştur. Fotoğrafçılık tarihinin büyük isimlerinden meşhur Abdullah Fréres (Abdullah Biraderler) bu stüdyoda, Rabach’ın çırakları olarak yetişmişler, 1858’de Rabach’ın Almanya’ya dönüşü üzerine Beyoğlu’ndaki Rabach Stüdyosu da satın alınma sureti ile kendilerine kalmıştır.
Artık Osmanlılar’da yerli fotoğrafçıların devri başlamıştır. Abdullah Biraderlerin en büyüğü, daha sonra ihtida ile Abdullah Şükrü adını alacak olan Vichen fotoğrafçılıktan evvel minyatür ve resim ile de iştigal etmiştir. Fotoğrafçılıktaki başarısında bu yönünün de herhalde bir tesiri olduğu muhakkaktır. Vichen, kardeşleri Kevork ve Hovsep ile beraber, ustaları Rabach’tan kalan stüdyoyu geliştirmişler ve sanatlarındaki başarıları ile de fotoğrafçılığın tanınıp kabul görmesinde ve rağbet bulmasında önemli rol oynamışlardır. Stüdyo çalışmaları yanında İstanbul’daki kültür ve sanat eserleri ile günlük hayatı tesbite de çalışmışlar ve bu teşebbüsleri ile de bir bakıma Yıldız koleksiyonunun nüvesini hazırlamışlardır.
Abdullah Biraderler’in çalışmaları Saray’ca da takdir edilmiş ve 1863’de “Ressâm-ı Hazret-i Şehriyârî” ünvanı ile devrin padişahı Sultan Abdülaziz’in fotoğrafçılığını da üstlenmişlerdir. Bu unvanı, Sultan Abdülaziz’den sonra Sultan II. Abdülhamid devrinde bir ara kaybetmişlerse de tekrar elde etmiş ve bu unvanın bir imtiyazı olarak fotoğraf kartlarının arkasında, bu ibare ile beraber Sultan’ın tuğrasını da bastırarak kullanmışlardır.
1867 Paris Sergisi’ne katılan Abdullah Biraderler’in resimleri teknik ve estetik üstünlükte görülerek takdir edilir. Alâkalı çevrelerin böylece takdirini kazanan Abdullah Biraderler milletlerarası şöhrete ulaşırlar ve resmini çektikleri şahsiyetler arasına İstanbul’u ziyaret eden Galler Prensi ve Britanya Krallığı Veliahdi Albert Edward, Fransa İmparatoriçesi Eugénie, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph, Almanya Veliahdi Prens Friedrich Wilhelm ve Osmanlı şehzadeleri de katılır. Bunların yanında devirlerinin pek çok meşhur şahsiyetinin fotoğraflarını da çekmişlerdir.
Abdullah Biraderler’den ayrı olarak diğer kardeşleri Kosmi Abdullah, 1870’lerde Beyazıt’ta ve yine aynı yıllarda Zilpoşyan ile birlikte İzmir’de ortak bir stüdyo açmıştır. İzmir’deki stüdyoyu ileriki yıllarda Zilpoşyan’a devreden Kosmi Abdullah, Beyazıt’taki stüdyoyu da 1879’da Rum asıllı Anriomenos’a devretmiş, kendisi de Tarlabaşı’nda 1880’lerin sonuna kadar faaliyetine devam etmiştir.
Başarılı bir meslek hayatına sahip Abdullah Biraderler meslekleri itibarı ile madalyalar almışlar, isimleri Devlet Salnamesine geçmiştir. Bu üç kardeşten en büyüğü olan Abdullah Şükrü 14 Temmuz 1902’de vefat etmiş, Hovsep 1 Nisan 1908, Kevork ise 4 Nisan 1918’de ölmüştür.
Abdullah Biraderler’in Saray fotoğrafçısı olarak yerini, yanlarında yetişen bir başka fotoğrafçı Febus Efendi15 almıştır. Gene onların çıraklarından, daha sonra Saray fotoğrafçılığına kadar yükselecek ve fotoğrafçılığı, hareketli ve gürültülü günlük hayatın tesbitinde de kullanacak olan Aşil Samancı, Apollon fotoğrafhanesini kurmuştur.
Osmanlı fotoğraf tarihinde haklı olarak mühim bir yere sahip isimlerden biri de Basil Kargopoulo’dur. Kargopoulo; İstanbul’daki günlük hayatı, Niclaides, Michailidis ve Vafiadis ise mevcud veya inşa halindeki binaları tesbit edip albümler hazırlamışlardır. Rahmizâde Bahattin Bey (Baha Ediz)18 Giritte başladığı fotoğrafçılığı İstanbul’da Resne fotoğrafhanesi ile sürdürmüş ve ayrıca muhtelif yerlerde şubeler de açmıştır.
Fotoğrafçılık tarihinde mühim bir yeri olan Albert Kahn’in “Dünya Arşivleri” projesi çerçevesi içinde ve sahibinin iflası ile bu projenin akim kalmasından önce bu proje için çalışan 4 fotoğrafçı, Türkiye’den 1912-23 yılları arasında 1557 levha çekmişlerdir. Bunlardan Stephanie Passet 1912’de İstanbul’da 85, Auguste Leon 1913’te İstanbul’da ve Bursa’da 143, tekrar 1918’de Bursa’da ve son olarak 1922-23’te Frédérich Gadmer 1306 resim ile “Dünya Arşivleri” projesinin Türkiye kısmına katkıda bulunmuştur.
Bu yazı 2007 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 6. sayısından alınmıştır.