Isparta’nın en yüksek dağı, 2998 metre. Aynı zamanda Batı Torosların buzul barındıran tek dağı olan Dedegöl.
Yazı : Serkan Doğan Fotoğraflar : Barbaros Çağlar
Yine yola düştük. Yoldu varlıktaki yorgunluğu deviren, gidişin amacı ve dönüşün sonucu yoktu, oysa aslolan yoldu. Zirveye erdikse de, bereketli ve kutsal Anadolu topraklarının bu cennet köşesi Dedegöl’de, aynı anda herkesin kendi zirvesi vardı. Bir önceki gece yaylamıza doğan dolunaya tanıklık etmek, ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla zirveye yönelme heyecanı yaşamışken, gölün üzerinde yükselen güneşi izlemek ve zirve yolunda taşla, toprakla ve karla yekvücut olmak bir yana, bambaşka bir aşktı beni oraya götüren. Yerde bir, gökte bir, her yerde bir…
Isparta’nın en yüksek dağı ve aynı zamanda Batı Torosların buzul barındıran tek dağı olan Dedegöl’e, dağın yamaçlarındaki 1750 metre yükseklikte bulunan, Eğirdir’e 63 km. uzaklıktaki Melikler yaylasında her sene Mayıs ayında düzenlenen ve ETUDOSD (Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Sporları Derneği) tarafından organize edilen geleneksel dağcılık şenliği vesilesiyle yolumuz düştü. Zaten daha gitmeden önceki senelerde gidenlerin anlatımları ve büyüleyici zirve fotoğrafları ile hayallerimizi süslemeye başlamıştı Dedegöl. Aracımızdan indiğimizde, bizi birden hafızalarımıza kazınan keskin bir kekik kokusu karşıladı. Bu sene yurdun dört bir yanından gelen doğa ve yürüyüş derneklerine mensup olan 1800’e yakın katılımcının şenlendirdiği festival, yoğun bir dostluk atmosferi ve doğasever unsurları birleştirici özellikler taşıyordu. Derdimizin ve keyfimizin fazlasıyla tanıdık ve ortak olduğu insanların konakladığı festival alanındaki yüzlerce rengârenk çadıra ilaveten, gün boyunca bu zinde kalabalık için hazırlanan yemek kazanlarının bulunduğu açık mutfak, doğa yürüyüşü ve zirve tırmanışı için elzem kabul edilen temel malzemelerin makul fiyatlardan satışa sunulduğu bir stand, prefabrik tuvalet, ufak tefek tüketim malzemeleri için yiyecek ve içecek standları ve festivali düzenleyen derneğin geniş çadırı da göze çarpıyordu.
Pınargözü Mağarası
Ertesi gün öğle saatlerinde yaylaya vardığımızda doğal olarak yaptığımız ilk iş, elbirliği ile çadırlarımızı kurmak ve eşyalarımızı yerleştirmekti. Ardından, alternatif olarak günübirlik Yaka Kanyonu ve Yeşil Göl gezisi seçenekleri de sunulmuşken, biz kolay ve yakın olanı tercih ediyoruz ve büyüleyici doğa manzaraları ve efsunlu rayihalar eşliğinde 4 km kadar uzaklıktaki Pınargözü mağarasına doğru, çam ağaçları arasından, toprak yoldan nispeten kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Dedegöl’ün kuzeyinde bulunan, bilimsel anlamda “speleoloji” adı verilen, mağaracılık bilimi literatüründe önemli bir yeri olan Pınargözü’nün haritalandırma ve keşfi halen sürmekte. Anamaslar’ın kar suları ile beslenip suyu Beyşehir Gölü’ne dökülen ve girişi demir kafes ile kapatılan Pınargözü tahmini 15 km uzunluğu ile Türkiye’nin en uzun mağarası özelliğini taşıyor.
Bununla birlikte, mağaranın içine girilmesi oldukça zor ve tehlikeli. Bu mağaradan çıkan ve içinde alabalıkların yüzdüğü suyun ısısı Ağustos ayında 5,8 derece olarak ölçülmüş. Mağaradan sızan buz gibi soğuk derenin üzerinde ve hemen mağara ağzında bulunan köprüde durduğunuzda, içeriden dışarıya akan hava dolaşımı sayesinde harika bir klima etkisini üstünüzde hissedebiliyorsunuz. Serinlemek için suya ayak sokmak isteyenler, bunu ancak birkaç saniyeliğine başarabiliyorlar. Burada aynı zamanda büyüklü küçüklü piknik alanları, tahta köprüler ve 28,5 metre uzunluğunda ve 660 yaşındaki dev bir çam ağacı bulunuyor. Pınargözü mevkiinden kamp alanımıza döndüğümüzde, yemeklerimiz neredeyse hazırdı. Upuzun bir kuyrukta hoş sohbet ile geçen serince ve yorgun bir zaman diliminden sonra, artık hak ettiğimizi düşündüğümüz enfes yemeklerimizi aldık ve çadırlarımız yakınındaki çayırlara yayıldık. Akşam çökmek üzereydi ve katılımcı doğa derneklerinin her biri kendi çadır sahalarında çay, canlı müzik ve sohbet meclisleri kurmaya koyulmuşlardı, ta ki mahmur simalara o tatlı uyku çökene dek…
Zirveye Doğru…
Son hazırlıklarımızı yapıp, yolda bir şeyler atıştırarak tırmanışa başladığımızda henüz gün doğmamış, çorba kazanımız kaynamamıştı. Önceki gece solumuzdan doğan muhteşem dolunayı bu sefer sağımıza almıştık ki, sol cenahta Beyşehir gölü ufkunda sersemletici bir kızıllıkla gündoğumunu muştulayan o harika manzara karşısında, dillerimiz sustuysa da, zaman zaman fotoğraf makinelerimizin deklanşörleri konuştu. Tam bir “mihr-ü mah”, bir görsel şölen, sürpriz bir motivasyon demekti bu bizler için. Sanki festival daha yeni başlıyordu.
2000 metreye kadar olan yüzeyinin sedir ve kızılçam ormanları ile kaplı olduğu, Beyşehir gölüne yukarıdan panoramik açıdan bakabildiğiniz dağın adı Dedegöl, zirvesi ise Dedegül olarak anılıyor. Söylenceye göre, doruğa adını veren gülleri, erenlerden sayılan bir “dede” dikmiş, zamanla doruk “Dedegül”, dağın genel adı ise “Dedegöl” adını almıştır. Dedegül Anamas dağ silsilesinin en yüksek sivrisidir. Doruğun güneyinde 2335 metrede “Kara Göl” adı verilen küçük bir buzul gölü ve ardında 2220 metrede Yeşil Göl adında bir krater gölü de bulunmakta. Dağın güneyinde “Kartos Suyu” adı verilen bir su kaynağı mevcut. Kartos Suyu Antalya’daki “Köprülü Kanyon Milli Parkı”na adını veren Köprü Çayının başlangıcı olarak kabul ediliyor. Keza, doruğun kuzeyinde “yayla” denilen alanlara yaz aylarında pek çok aile dinlenmek için akın eder. Günümüzde konar-göçer yaşam biçimini bırakarak çekirdek aile olarak yaşayan, pek çoğu Serik nüfusuna kayıtlı bu ailelerin yetişkinleri, yaz boyunca çadır kurarak yörük atalarını ve çocukluklarını anarlar.
Az ve çok dik yamaçlardan, irili ufaklı taşlar arasından, arada kavisler çizerek ilerliyoruz zirveye doğru, sadakatle ve sabırla sıralanıp dizilmiş bir ip gibi. Kampımızı kurduğumuz yayla, renkli üçgen bir vaha gibi görünüyor rakım yükseldikçe. Taş, toprak, çakıl ve buzullar arasından tepe üstüne tepe aşıyoruz.
Ortalama bir yürüyüşle ve pek fazla dinlenmeden, bu mesafeyi 4 saat içinde alıyoruz. Tam zirvede, amaçlarına ulaşmış mutlu ve zinde insanlardan oluşan bir topluluk mevcut. Zirve defterini imzalayanlar, altımızda upuzun uzanan Beyşehir gölü manzarasıyla hatıra fotoğrafı çektirenler, birbirine yanında getirdikleri erzaktan, çay ve kahveden ikram edenler, yedeklerini giyip rahatladığında bir kar kütlesinin üzerine uzanıp keyif yapanlar, bekleyenler ve beklenenler, hep oradalar. Rehaveti çok abartmadan, yavaş yavaş inişe geçme vaktidir artık. Menzildeki yaylayı karşımıza alarak başladığımız iniş 2 saat kadar sürecek. İnerken, karşımızda adeta bir ikiz kule, iki vakur ve nazlı kız gibi bizi selamlayan Davras (2635 metre) ve Barla (2737 metre) dağlarına baka baka atıyoruz adımlarımızı. İçimizde engin bir mutluluk, dışımızda doğanın sevecen haşmeti bu görkemli anı donduruyor ve belleklerimize kaydediyor.
Melikler yaylasına geri indiğimizde, bizi daha önce gelenlerin yorgun gülümsemeleri ile gözleme ve ayran keyfi karşılıyor. Çadırları toplayarak hazırlanmak için fazla vaktimiz yok. Artık biriktirdiğimiz anılarla yavaş yavaş yola koyulmanın vaktidir. İçleri gıcıklayan heybeti ile Dedegöl ardımızda kalırken, biz de seneye bir kez daha bu davete icabet etmek üzere ikircikli bir itidal ve sebepsiz bir dinginlikle selamlıyoruz onu. Şehrin kalabalığına, arkamızda bıraktığımız maksatsız karmaşaya geri dönüyoruz, Dedegöl’ün gülümseyen zirvesini unutmadan…
Bu yazı 2013 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 77. sayısından alınmıştır.