Cuma , 29 Mart 2024

Güney Şelalesi

Güney Şelalesi, Denizli ili, Güney ilçesi, Cinlere Koyu sınırları içinde yer almaktadır. Güney ilçesinin yaklaşık 4 km. güneyinden geçen Menderes Nehri’nin kenarındadır.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz Suda ezel fikri, ebed duygusu Necip Fazıl

 Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Denizli’nin adının denizle ilgili olduğunu düşünmüştüm. Hatta bölgedeki su yoğunluğunun çok olmasından dolayı böyle bir isim verilmiş olabileceğini tahmin etmiştim. Ancak Denizli’li arkadaşlar böyle olmadığını söylediklerinde ise niye yalan söyleyeyim biraz da burkulmuştum; keşke su ile deniz ile ilgili olsaydı diye.. Çünkü gezdiğim yerlerin içinde su ile iç içe böylesine bir mekan neredeyse yoktu. Pamukkale’den Kaklık Mağarası’na, Menderes havzasından Güney Şelalesi’ne her tarafı bereket kaynayan bir yer Denizli.

Denizli’li arkadaşlar farklı izahlar yapsalar da; ben yine de Denizli dendiğinde denizi, suyu, pınarları, şelaleleri hatırlayacağım.. Denizli ve su kaynakları dendiğinde akla ilk olarak şüphesiz Pamukkale gelir. Pamukkale bütün heybeti ve gizemiyle bunu hak ediyor da. Ancak Güney Şelalesi’ni gördüğümde bu fikir biraz sarsılmadı değil. Güney Şelalesi bir şelale olmanın ötesinde bir mana ve güzelliğe sahip. Bildiğimiz klasik şelalelerin ötesinde bir estetik boyutu ve görüntüsü var.

Benim suyun mana boyutuyla ilgili ilk karşılaşmam, Kapuzbaşı Şelaleleri’nde olmuştu. Suya can veren tecelliyi orada hissetmiştim. Fuzuli’nin Su Kasidesi’ni orada anlamıştım. Suyun rahmet halini ayne’l yakin orada görmüştüm. Sanki dağları yarıp coşku ile delicesine akan su ile Fuzuli’nin peşine takılmış, ben de başımı taşlardan taşa vurarak, sanki o suyun içinde bir damla olarak Efendimize gitmiştim.

Ben şelaleleri dağların gözyaşlarına, dağların ummanına karışma iştiyaklarına benzettim hep. Çünkü dağların sevdiğini, güldüğünü, inlediğini, yürüdüğünü, ağladığını hissettim ve gördüm. Güney Şelalesine giderken de etraftaki dağlara bakıyordum. Honaz’ın, Karcı’nın, Babadağ’ın, Çökelez’in gözyaşlarını görmeye, onlara eşlik ve şahitlik etmeye gidecektim. Bir anlamda dağlarla, onların sesi, nefesi, gözyaşları vasıtasıyla konuşacaktım. Necip Fazıl’ın deyimiyle “Su’da ezel fikri ve ebed duygusu”nu anlayarak “sudaki gizli yol”dan varlığın hakikatine bir yolculuk yapabilme çabasıydı muradım.

Menderes havzasından geçerken bereketli toprakların kokusu arabamızın camından içeri girerken masmavi gökyüzü, serin rüzgarı ve doygun beyaz bulutları ile varoluşumuzu hatırlatıyor bize. İçinden geçtiğimiz küçük kasabalar ve köyler Anadolu’nun her yerinde aynı. Kahvelerin önünde oturan aynı yüz ifadelerine sahip insanlar her seferinde tüm sıcaklıklarıyla selamımızı alıyorlar. Kiminin yüzünde hüzün, kiminin gözlerinde huzur, çoraklaşmış yüzleri ve kırışık alınlarıyla sıcaklıklarını her zaman gösteriyorlar. Yolda karşılaştığımız çoğu kadın çobanlar dikkatimizden kaçmıyor. Anadolu’da cinsiyet yok. Anadolu’da sadece insan var.

Şelaleden önce gördüğümüz baraj gölünün güzelliği adeta bizi büyülüyor. Tabiatın asli görüntüsünü çoğu zaman belki de tecellisinde görebiliyoruz. İnsan gözü, bütünü her zaman idrak edemiyor; meğerki gönülden bakarsa. Sudaki yansımaları doyasıya çekiyoruz. Gökyüzünün mavisi, dağların yeşili suyun içinde bize huzur veriyor. Vadiler, dereler; toprağın avuçları gibi. Tecelliyi fotoğraflamak ne mümkün? İnsan sevgiyi ne kadar yazabilir, anlatabilir ve yansıtabilirse, tecelliyi de ancak o kadar fotoğraflayabilir.

Ve bir süre sonra sonbahar yapraklarının hüzünlü yollarından içimizdeki vuslat duygusunun en yakıcı haliyle suyla ferahladığımızı hissediyoruz. Çünkü suyun sesini duyduk. Suyun sesindeki serinlik bile insanın tüm yorgunluğunu alıyor ve hasretimizi söndürüyor. Fıtratla baş başayız. Güney Şelalesindeyiz..

Bir insana, bir eşyaya, bir varlığa ya da diğer deyimle herhangi bir şeye aşkla bakarsanız onun hakikatini görebiliyorsunuz. Aşk; belki de bakışla karşıdakine gönüldekini, ruhtakini, kalptekini giydirebilmek ve aktarabilmek. Bunun içindir ki eşyaya aşkı giydirmekte zorlanmıyorsunuz ama insana aşkı giydiremiyorsunuz. Çünkü onun da size aşk ile bakması gerek; sizi görebilmesi için.

Suyu gördüğünüzde su olduğunuzu anlıyorsunuz. Topraktaki suyu hissediyorsunuz. Ve onun çağlayışı gibi sizin de içinizden kelime kelime, cümle cümle çağlayan, akan sudur. Heceler ise suyun nefesi, zikri. İnsan da gönlüyle suya akmadığında suyu idrak edemiyor; suyun hakikatini anlayamıyor. Oysa doğduğumuzda ve öldüğümüzde iki kez yaşarız bu idraki. Suyla gelir suyla gideriz. Ve bu ikisi arasında bir de “olduğumuzda” yaşayabiliriz.

Tabiatı anlamaya başladığınızda yıllardır size giydirilen anlamların hepsi tepetaklak oluyor. Size giydirilen anlamların ne kadar içi boş ve sanal olduğunu tabiatı anladığınızda hissediyorsunuz. Güney Şelalesindeki o benzersiz akışı gördüğümde önce suyun secdesi dedim, sonra dağların secdesi. Su ile toprak arasındaki muhteşem ahenk. Bütünleşme.. Birlik.. Suya can veren, su ile toprağa can veriyor.

Su da insan gibi.Ya da insan da su gibi. Toprağa kavuştukça yüceliyor. Yağmur toprağa yağmıyor aslında, yağmur toprağa secde ediyor. Bir yükseliştir bu, bir miraç. Ağlayan insanın gönlünün, gözyaşının secdesi gibi. Su da secde ederek yükseliyor, yüceliyor. Toprak suyun da miracı. Tıpkı insanın secdesi gibi; insanın miracı gibi. Kavramların görece olduğunu anlamadan, kavramları dogma haline getirip mutlaklaştırarak hiçbir şeyi anlayamayız. Kavramlar duygu boyutunda tepetaklak.. Gökyüzüne çıkarak değil, alnınızı secdeye koyarak yükselir, yücelir miraca çıkarsınız.

Güney Şelalesi’ni gördüğümdeki hayret ve şaşkınlık ancak secde ile izah edilebilirdi benim için. Ben de o an secde etmek, yükselmek, akmak, gitmek, kaybolmak, fıtratıma geri dönmek istedim. Zaten secde fıtrata geri dönmek değil miydi? Su akarak, toprağa düşerek yüceliyor. Suyun miracı düşmektir.

Yol arkadaşımla beraber suyun türküsüne eşlik ediyoruz. Bir yanda kulağımız o türküyü dinlerken, yudumladığımız çay içimizi ısıtıyor ve gözlerimizin bitmek bilmeyen şükür ve secde hali devam ediyor. Su olmak istiyoruz. Fotoğraf makinesine sığdıramadığımız tecellileri gözlerimiz vasıtasıyla gönüllerimize sığdırma telaşında su türküleri çığırarak, su şiirleri okuyarak Güney Şelalesine veda ediyoruz..

Nasıl gidilir?

Güney Şelalesi, Denizli ili, Güney ilçesi, Cinlere Koyu sınırları içinde yer almaktadır. Güney ilçesinin yaklaşık 4 km. güneyinden geçen Menderes Nehri’nin kenarındadır. Denizli’ye 70 km. uzaklıktadır. Güney ilçe merkezinin 3 km. uzağında Cindere dağı yamaçlarından çıkan sularla oluşuyor. B. Menderes nehrine yaklaşık 20 m. yüksekten nazlı nazlı dökülen şelale suyu kireçli, bunun sonucu olarak ta şelale yatağında kalker basamaklar ve çeşitli oluşumlar meydana getiriyor. Gün doğumundan akşama dek izlenmesi gereken Güney Şelalesi gelin duvağı, tül perde, yelpaze biçiminde zümrüt yeşili kadife görünümlü yosunlar üzerinde süzülen su damlaları yıllarca süren akışıyla sarkıt dikitleri olan Damlataş Mağarası oluşturmuş, şelale akış seti içinde oluşan mağara içinde yüzülebilen derinlikte bir de göl saklıyor.

Bu yazı 2014 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 86. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir