Hepimizin ilkokul hatıraları arasında yer alır izcilik. Ama aslı itibariyle oymak beyi ile çıkılan lay-lay-lom bir piknik gezintisinden çok daha derin ve önemli bir işleve sahiptir. Eskiden izcilere keşşaf derlerdi. İnsanlarla ve doğa ile kendilerini yeniden keşfedenler…
Fotoğraflar: Mehdi Öztürk Yazı: Rümeysa Şişman
Teknoloji insanların tabiatla ve birbirleriyle olan ilişkilerini günden güne azaltıyor. Eskiden yaz tatillerini şehirlerin sokak aralarında ya da köylerde ninesinin yanında geçiren, gün boyu koşturup oynayan çocuklar, bilgisayar ve televizyonun başından kalkmaz oldular. O kadar ki bilgisayar oyunlarında bile birbirleriyle değil makinelerle yarışmaya başladılar. Kendilerini ve hayatı, yaşamın getirdiği güzellikleri ve zorlukları en iyi tecrübe edebilecekleri yaşlarda bir odaya hapsolup zaman geçirmelerine şaşırmaz olduk.
Tabiat ile iç içe bir ortamda, kendi mahiyetlerine, var olma nedenlerine bir nebze olsun yaklaşmalarını sağlayacak; kendileri dışında birini düşünmenin, birlikte bir iş ortaya koymanın zevkine varabilecekleri fırsatlar bulmak çok da zor değil aslında. Bu açıdan özellikle izcilik büyük bir fırsat!
İzci andı ve türesinin evrensel ahlak ilkeleri ile örtüşmesi ve bu ilkeleri desteklemesi de bunun en büyük göstergesi olarak kabul edilebilir. İzcilikle çocuk ve gencin karakterinin, zekâsının, pratik yeteneklerinin, sağlık ve kuvvetinin, başkalarına hizmet duygularının geliştirilmesi amaçlanır.
Benim izcilikle tanışıklığım, on iki sene önce oymak izcisi olarak bir kampa katılmamla başladı. En yakın arkadaşlarımı kazandığım, tabiatta vakit geçirmekten zevk alır hale geldiğim bu on iki senenin son beş yılında ise, artık ben de izcilere ufak tefek de olsa bir şeyler vermeye çalışan liderler arasına katıldım. İzciliğin bana kattıklarını tam anlamıyla tespit edebilir miyim bilemem; ama kampa katılan çocukların her geçen sene hallerindeki değişimleri gözlemem çok da zor olmuyor. 6-7 yaşındaki çocukların kendi bakımlarını yapabilir hale gelmeleri, liseye giden gençlerin kendilerinden habersiz yaşayıp giderken, hizmet eden, kendine güvenen, sorumluluk almaya hazır hale gelmeleri gözden kaçması pek mümkün olmayan değişiklikler… Üç senedir DSİ Çamlıca İzci Kulübü ile Bayrampaşa İzci Kulübü’nün birlikte düzenlediği yaz kamplarına katılıyorum. Düzce Pürenli Yaylası’nda 110 kişinin katıldığı kamp bu yaz 3-11 Temmuz 2010 tarihleri arasında gerçekleşti. Kampımız ağaçların arasındaki düzlük bir alana kuruldu. Liderler de, küçük izciler de, ambulansın sağlık görevlisi de hepimiz çadırlarda kaldık. Barınmak için kullandığımız her şeyi kendimiz yapmak zorundaydık, mutfağı bile… Etrafı ve üstü brandalarla çevrili bir alana kurulan sahra ocakları ve odunlardan yapılan birkaç rafla mutfağımız kullanıma hazır hale gelmiş oldu. İlk akşam kazanlarda pişen, aş kaplarıyla izcilere dağıtılan yemeklerle paylaşılan sevgi ve bir arada olmanın heyecanı birbirine karıştı.
İzciliğin en önemli katkısı grup olarak hareket edebilme kabiliyetini geliştirmesidir, aslında. İzciler obalar halinde gruplanır ve bütün değerlendirmeler, ödüller ve cezalar oba üzerinden yapılır. Kıyafetten tutun da zamana uyuma hatta yemek yemeğe kadar vardırılabilir bu ortaklık… Aynı Üç Silahşörler’in sloganı gibi: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” Hele ortaya konulan bir ödül varsa, kazanabilmek için bir izcinin kendi obasındaki arkadaşlarını kurallara uymaya teşvik etmesi gerekir. İşbirliğini, takım çalışmasını “oba ruhu” adı altında öğrenir ve becerileri arasına katar. Bu şekilde paylaşmayı öğrenen çocuk, bakkaldan aldığı gofretini arkadaşlarından sakınırken; yeri gelir kamp ortamında (bulunması güç olduğu için) çok daha değerli olan gofretini obasındaki arkadaşıyla paylaşır.
Kampta yaşadığımız alanı daha konforlu hale getirmek için mümkün olduğunca doğal malzemeler kullanarak yapılan bütün işlemler tesislik olarak adlandırılır. Mesela yırtıcı hayvanlardan korunmaktan çok; yabancı insanlara ve özellikle yaylanın sınır tanımaz ineklerine karşı bu sene kamp alanının çevresi çitlerle çevrildi. İp ve odunlarla, çivi kullanmadan ayakkabılık, sefer taslarını koyacak raflar, çöp kovası, askılıklar gibi eşyaları tasarlamanın sınırı yok. Bazı obalar kaşıklarını koyacakları ipten kaşıklık bile tasarladılar. Bu kampta DSİ Çamlıca İzci kulübünden Aziz lider kamp alanını gözlemek üzere yaklaşık 8 metre boyunda bir gözetleme kulesi inşa etti. Altı ağacı hiç çivi kullanmadan birbirine bağlayarak yaptığı bu kuleye, ip merdivenlerle çıkılıyor ve kamp alanının çevresini gözlemek mümkün oluyordu.
İzcilerin çivi kullanmadan bu tesislikleri yapabilmeleri için düğüm çeşitlerini de öğrenmeleri gerekir. Bu yüzden eğitimleri esnasında kazık bağları, camadan, sancak, sekizli, şişe bağı gibi pek çok düğüm çeşidini öğrendiler. Kampta belli bir disiplin dâhilinde birlikte hareket etmeyi öğrenen izcilere, her sene olduğu üzere dağcılık, okçuluk gibi uzmanlık eğitimleri de verildi. Emniyet kemeri, karabina, sekizli gibi profesyonel dağcılık malzemeleri ile uzman liderlerin gözetiminde 5 metreden yüksek bir ağaca tırmanış yaptılar. Aynı zamanda futbol, voleybol ve badminton gibi diğer spor dallarından da faydalanma fırsatı buldular. Bunlarla beraber sürekli kamp alanında bulunan sağlık görevlilerimiz de izcileri ilk yardım konusunda bilgilendirdiler.
Yağmur sanılanın aksine izcilerin hareketini engelleyen bir şey değildir. Kamp alanında kapalı bir mekan, muhkem bir bina olmasa da her türlü duruma hazır olan izcinin her zaman alternatif bir planı vardır. Bizim de vardı. Henüz yağmur başlamadan tedbirli davranıp gerdiğimiz brandalarımızın altında ıslanmadan yemeklerimizi yedik; istasyonlarımızı yaptık. Yağmurda yürümenin tadının çok daha başka olduğunu öğrendik. Sırtlarında yağmurlukları, ayaklarında botları, sırt çantalarında acil durum malzemeleri ve erzaklarıyla yağmur çamur demeden yürüyen izciler Pürenli, Hıra, Balıklı gibi civar yaylalara uzun yürüyüşler ve keşif gezileri yaptılar. Bir izci marşında geçen “Yağmur çamur ne olsa da yürürüz dizi dizi / İzciliğin ateşi de yakıyor içimizi” sözlerinin gerçekliğini tekrar gösterdiler.
Bu keşif gezilerinin en lezzetli kısmı ise uzun yürüyüşlerde izci menemeninin yapıldığı yemek molalarıdır. Her obanın kendi yaktığı ateşte domatesin içini oyarak kırdığı yumurtasını pişirmesi ile aldığı lezzet her halde tarif edilemez. Hele bir de yanına hamuru şişe dolayarak yapılan izci simidi ile ateşte közlenmiş patates eklenirse…
Ergin izciler, yani liseye giden izciler için hike’a çıkmak önemli bir eğitim aşamasıdır. 4-6 kişilik bir izci grubu yanlarına uyku tulumu, mat, üzerlerine gerilecek bir branda ve sırt çantalarıyla kendilerine verilen kroki ile yola çıkıp kampın uzağında bir yerde kendi başlarına kamp kurarlar. Kamp yerinde ilk yapacakları şey ateş yakmaktır. Yanlarında çok şey götüremeyecekleri için kap kacak kullanmadan yemek hazırlarlar. Yine izci menemeni ya da közde patates. Gece boyu sırayla nöbet tutarlar. Bu kampta üç ekip hike’a çıktı.
Gece ,güvenlik açısından ara ara liderleri onları uzaktan kontrol etmiş olsa da tek başlarına bu eğitimi tamamlayıp dönmeleri, hayatları boyunca unutmayacakları bir tecrübe oldu her biri için.
Geceleri nöbet tutmak da izci kamplarının olmazsa olmazlarındandır. Karanlıkta ormanın içinden ve yanmakta olan ateşten gelen çıtırtıları dinleyerek iki saat boyunca ayakta kalmak ilk zamanlar korkutsa da nöbet arkadaşları ile yapılan sohbetin tadıyla sonraları çok özel bir anlam kazanmaya başlar. Tüm kamp, hatta orman uykudayken sessizliğin verdiği ürperti ile kendi içinde bir seyre dalar insan… Tabii bu seyre kendini fazla kaptırmamak lazım, çünkü rüyada da devam edilebilir ki sonuçları pek de hoş olmaz. Uykunun en tatlı yerindeki arkadaşını nöbete uyandırıp çadırın içinde gecenin seslerini dinlemeye devam ederek uykuya dalmak ise özlem ve sabırsızlıkla beklenen zamandır.
Kamp ateşleri izciliğin vazgeçilmez faaliyetlerindendir. Her akşam yakılan ateşin etrafında bütün obalar toplanır ve her oba kendisine verilen konu ile ilgili bir skeç hazırlar. “İzciler Japonya’da”dan reklamlara, Türk filmlerinden lider taklitlerine kadar farklı konulardaki küçük oyunları her gece ateşin çevresine toplanan bütün kamp ahalisiyle birlikte izledik ve eğlendik. Kendi maharetlerini bir topluluğun önünde sergileyen ve her obanın ardından izci alkışları ile liderleri tarafından taltif edilen çocukların özgüvenlerinin her gece biraz daha arttığını açıkça görebiliyorduk.
Bütün bu faaliyetler sırasında ağzımızdan düşmeyen izci marşlarının ana teması, neşeli olmanın, her zaman her türlü zorluk karşısında şen kalabilmenin izciliğin bir gereği olduğuna işaret ediyordu. Bunu, kampın ortamını bilmeden düşündüğünüzde size çok âfâkî gelebilir. Bu marşları asıl anlamlı kılan nedir derseniz; kendi bulaşıklarını dökme su ile yıkarken, çadırda uyurken, sahra tuvaletlerinde kullanılan musluklu su bidonlarını doldurmak için kova kova su taşırken, teftiş öncesi oba sahalarını düzenlerken ya da uzun bir yürüyüşten dönerken de samimi bir şekilde söyleyebilmektir.
İzciler, eski adıyla keşşâflar, tabiatla iç içe kamp yaparken, birbirleriyle uyum içinde yaşamayı öğrenirken aslında kendilerini keşfetmeye devam ediyorlar.
Hayatı Keşfin İlk Adımları: İzcilik – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2010 yılının Eylül sayısında yayımlanmıştır.