Perşembe , 18 Nisan 2024

Heybetli Dağların Arasında Saklı Bir Cennet: Umman

Yazı:Erkam Bülbül Fotoğraflar: Erkam Bülbül – Mehdi Öztürk 

Pek çoğumuz Umman’ın haritadaki yerini bile bilmeyiz. Arap yarım adasının nüfus bakımından en küçük ülkelerinden biri olan Umman, etrafındaki diğer popüler ülkelerin arasında saklı kalmış bir cennet gibi. Dubai’nin ismini ya da Yemen’in ismini duymuşuzdur mutlaka. Fakat Umman sanki Arap yarımadasına ait bir ülke değilmişcesine yüzünü Hint Okyanusu’na ve İran’a dönmüş biçimde bekliyor.

THY Maskat Müdürlüğünün davetlisi olarak fotoğraf editörümüz Mehdi Öztürk’le birlikte akşam saatlerinde yola çıkıyoruz. Saat 10’u geçerken uçağımız havalanacak. Fakat Atatürk Havalimanı’nın THY gibi bir kuruma yetmediği ortada. Sadece THY’ye hizmet verse gene de yetmez gibi gözüküyor. Küçük bir bekleme süresinin ardından uçağımız havalanıyor. Bahreyn’de tek stop yaparak Umman’ın başkenti Maskat’a gidiyoruz. Gitmeden önce Umman hakkında özellikle internet üzerinde yapmaya çalıştığımız araştırmalar da nafile. Umman’ı doğru düzgün anlatacak tek bir kaynak bile yok. Ondan sebep burada yazdığım her kelimenin Umman’ı tanıtmak için önemli birer söz olduğunun farkında olarak anlatmaya çalışacağım.

Sabahın erken saatlerinde indiğimiz Maskat Havaalanı’nda THY Maskat Müdürü karşılıyor bizi. Pasaport kontrolünden geçmeden önce vize almanız gerekiyor. Kişi başı 15 dolar gibi bir masrafı var ve kapıdan kolayca alınabiliyor. Yerel kıyafetler içindeki Ummanlılar sizi güler yüzle karşılıyorlar sınır kapısında. Ve hemen hepsi İngilizce biliyor. Vizeleri almadan önce bir süre dolar kurunu anlamaya çalışıyoruz. Zira bir riyal 2.75 dolar olduğu bir ülke Umman. Yani paraları çok kıymetli.  Dolar kurunu çözdüğümüzde ortaya çıkan değer şöyle oluyor. Bir Umman riyali beş türk lirası. Ama gözünüzü o kadar korkutmaya gerek yok. Zira çok pahalı bir ülke değil Umman. Sadece riyal diğer para birimlerine göre çok kıymetli.

Ev sahibimiz THY Maskat Müdürü bizi kentin sayılı otellerinden birine yerleştiriyor. Hint Okyanusu kıyısında muhteşem bir otel. Zannedersem kaldıklarımın da en iyisi. Sadece hizmet, konum olarak değil tasarım olarak da gayet başarılı. Şehri gezmeye çıkmadan önce birkaç saat dinlenmemiz üzerine bir program yapılmış. Tabii biz en küçük fırsatı kaçırmaksızın hemen Hint Okyanusu’nun sıcak sularına bırakıyoruz kendimizi. Kısa vakitte çok iş yapmak istiyorsanız önce uykudan fedakârlık edeceksiniz. Bir gezginin temel kurallarından biri de bu olmalı. Biz de uyumamız gereken vakti  yüzerek ve çevreyi gezerek değerlendiriyoruz.

THY’nin Maskat bürosunu ziyaretle başlıyor turumuz. Sonrasında şehrin birkaç güzel noktasında fotoğraflar çekiyoruz. Bizi gezdirecek olan tur firmasıyla olan gezimiz ise saat 4’te başlayacağı için elimizdeki vaktin bir dakikasını bile boşa harcamadan gezmek niyetindeyiz. Öyle de yapıyoruz. Önce Mutrah denilen deniz kıyısındaki bir semte gidiyoruz. Eski ve çok güzel dizayn edilmiş bir yer Mutrah. Gittiğinizde mutlaka görmelisiniz.

Aslında gezimizin detaylarını yazmadan önce Umman hakkında da bazı bilgiler vermeliyim. Umman’a gidecekseniz beklentilerinizi yükseltseniz iyi olur. Benim daha önce hiçbir Orta Doğu ülkesinde görmediğim kadar temiz, ve nizami bir şehir yapıları var. Dünyada üslup sahibi pek az kent vardır ve o şehirlerin de yeni yapılaşan yerlerinde mutlaka bozulmalar olur. Fakat Maskat tam bir üslup üzerine inşa edilmiş ve öyle inşa edilmeye de devam ediyor. Sadece gözümüze pek çok yerde aynı anda yapılan inşaat çalışmaları çarpıyor. Birkaç yıl sonra çok daha muhteşem bir kent bizi bekliyor olabilir diyoruz birbirimize.

Bu kadar temiz bir kenti beklemiyorduk aslında. Yerde tek bir çöp görmediğimiz ve yaprakların bile dibine düşmeden temizlendiği bu kent başta bizi hayrete düşürüyor. Zaten 2008 yılında Maskat dünyanın en temiz şehri seçilmiş. Hak etmiş gibi de gözüküyor. Darısı İstanbul’un başına diyelim.

Umman’da iki çeşit iklim var. Ve bu iklim çeşitliliği de Umman’ı her zaman gidilebilir bir yer kılıyor. Kış aylarında ideal sıcaklıklarda olan Maskat, yaz aylarında ise tropik bir iklimi olan Salalah görmek için muhteşem yerler. Hem doğayı hem estetiği hem de tarihi tatmayı sevenler için yeryüzünde henüz keşfedilmemiş bir cennet gibi Umman.

Bir de Umman insanından bahsetmeli ki onca ülkeyi görmüş biri olarak böylesi bir insan yapısı daha önce hiç görmemiştim. Hem mağrur hem de mütevazi. Yardımsever ve iletişim kurmanın çok kolay olduğu insanları var. Ama mağrur duruşları da gözden kaçmıyor. Deniz kenarında bir parkta ailesiyle piknik yapanlar, top oynayanlar ve yüzenler iç içe. Yanlarında geçerken aşırı gelebilecek en küçük bir ses bile duymuyorsunuz. Beni bu ülkeye hayran bırakan en önemli noktalardan biri de bu.  Gecenin en geç vakitlerinde bile çok rahatça şehirde dolaşabilirsiniz. Güvenlik açısından çok rahat bir ülke. Ve insanların –trafik dahil– birbirlerine olan saygısı da takdire şayan.

Genel olarak verebileceğim bu bilgilerden sonra gezimizi kaldığımız noktadan devam ettireyim. Bize gezimiz boyunca eşlik edecek olan rehberimiz Hüseyin’le tanışıyoruz önce. Sıcakkanlı ve işinin ehli bir rehber. Klasik tur gezilerinden farklı olarak bir rota çıkarıyoruz kendimize. Önce o mutlaka görmemiz gerekenleri sıralıyor. Sonra biz mutlaka görmek istediklerimizi sıralıyoruz. Bizim için hazırlanan programda bazı değişiklikler yaparak tura başlıyoruz. Geriye kalan iki buçuk günümüzün her dakikasını değerlendirmek istediğimizi en önemli not olarak iletiyoruz. Ve Umman’da kaldığımız  üç gün boyunca da hiçbir dakikayı ziyan etmiyoruz. Öğleden sonra başlayan gezimizin ilk durağı Maskat’ın kapalı çarşısı diyebileceğimiz tarihî bir çarşı. Maskat’a özgü pek çok şeyi rahatlıkla bulabileceğiniz bir yer burası. Dokusu da muhteşem. Çarşının altını üstüne getirip nereye çıktığını bilmediğimiz bir kapıdan dışarı atıyoruz kendimizi. Domino oynayan amcaların arasına karışıyoruz hemen. Birkaç kelime İngilizce, biraz vücut dili; hemen muhabbet koyulaşıyor. Sadece fotoğraf çektirmek konusunda birazcık isteksizler. Biz de kırmıyoruz onları. Birkaç hatıra karesinden fazlasını çekerek rahatsız etmiyoruz. Rehberimiz Hüseyin ise sanki hangi kapıdan çıkacağımızı bilirmişçesine hemencecik orada bitiveriyor. Bana kalsa daha saatlerce oturabilirdim. Fakat daha görecek pek çok yerimiz olduğundan hava kararmadan yola koyuluyoruz.

Rotamız kadim Maskat. Maskat eskiden beri en önemli liman kentlerinden biri olmuş. Önceleri başkenti Zanzibar Adası olan (şu an Tanzanya’ya bağlı) Umman’a artık Maskat gibi önemli bir liman kenti başkentlik ediyor. Ülkenin toplam nüfusunun yarısı da bu kentte. Çok fazla Hint asıllı Ummanlıyı görmek de mümkün. Kadim Maskat dediğimiz bölge de dağların arasında kurulmuş göz alıcı bir bölge. Kent şimdi çok daha büyük. Pek çok tepenin ardında doğru uzamış. Fakat biçimsiz ve rastgele bir uzama değil. Sadece birçok kez kentin bittiği hissini veriyor. Fakat aştığınız dağın hemen ardında başka bir parçası sizi selamlıyor. Kadim Maskat’ta Sultan Sarayı’na gidiyoruz. Kemerlerin ve kubbelerin ihtişamıyla bezenmiş bir yer burası. Etrafında pek çok devlet binası mevcut. Biraz fotoğraf çekip gezindikten sonra Maskat’ın tarihî kapılarına gidiyoruz. Tertemiz bir şekilde restore edilmiş kapıları gezerken Ummanlı çocuklarla da oyun oynamadan geçmiyoruz. Sonrasında ise THY Maskat Müdürü’yle birlikte şehrin sayılı restoranlarından birinde (Turkish Restaurant) akşam yemeği yiyoruz. Tabii ismi her ne kadar Turkish olsa da biz daha çok yerel tatları deniyoruz. Ama bu konuda Umman’ın diğer noktalardaki muhteşemliğini bulamayabilirsiniz. Zira çok geniş bir mutfağı olduğu söylenemez. Yemeğin ardından bizi otelimize bırakıyorlar. Biz otel odamıza eşyalarımızın bir kısmını bırakıp kendimizi tekrar Hint Okyanusu’nun sıcak kollarına atıyoruz. Sonra  da uzun bir yürüyüş ve karpuz suyuyla nargile eşleşmesinden oluşan bir Umman gecesi. Şehrin işlek caddelerinden birinde turistik olmayan, cafe-çay bahçesi tarzında bir yerde gecemizi sonlandırıyoruz.

Sabah erken bir saatte önce Sultan Qaboos Camii’ni gidiyoruz.  Yapımı 2002 yılında tamamlanmış muhteşem bir eser. İslam mimarisinin pek çok farklı tekniği göz kamaştırıcı bir biçimde harmanlanmış. Gündüzleri saat 09.00-11.00 arasında geziye açık. Diğer saatlerde sadece ibadet için kullanılıyor. Özellikle bahçe düzenlemesi ve kemerlerle bezenmiş mimarisi göz kamaştırıcı. Bir ibadethane olarak huzur verici bir yer. Beyaz renk ve temizlik, insanda iç ferahlatıcı bir duygu uyandırıyor. Caminin bu özelliklerinin yanında özellikle iç mekânda klima sisteminin işlemelerin arkasında ve görülemez olması da bu görsel şölenin önemli detaylarından.

Sultan Qaboos Camii’ndeki gezimizi tamamladıktan sonra Maskat’a 200 km mesafede olan Nizwa kentine gidiyoruz. Nizwa kentinde önemli bir tarihî kale var. Restore edilmiş ve biraz da müze havası kazandırılarak ziyarete açılmış. Düz bir alanın ortasında, tarihî, yüksek bir yapı. Tüm kenti görür biçimde. Özellikle alt katlarında müze gibi kullanılan yerlerde Umman kültürüne ait önemli detaylar mevcut. Kaleden çıkışta turistik bir çarşı da var. Fakat bizim kaleyi gezdiğimiz öğlen saatlerinde tüm dükkânlar kapalı. Havanın bu en sıcak saatlerinde tüm halk evlerinde. Biz de Mehdi’yle birlikte çarşıdan alacak bir şeyler bulamadığımızdan şehrin tarihî dar sokaklarına dalıyoruz. Dar sokak sistemi tarihin en eski klima sistemlerinden biridir. Ve Umman gibi sıcak ülkelerin pek çoğundan bunu görmek mümkün.

Nizwa’dan sonra Bahra Kalesi’ne geçiyoruz. Etrafı metruk denebilecek kadar ıssız. Birkaç evden yaşam belirtisi sesler geliyor ama öğlen sıcağında etrafta kimseyi görmek mümkün değil. Kaleyi hızlıca bir turluyoruz. Kaleler neredeyse birbirinin tekrarı biçimde. Sonrasında Jabrin Kalesi’ne geçiyoruz. Gezdiğimiz en büyük kale burası. Bir kaleden çok bir kışla ya da bir tesis gibi değerlendirilebilir.  İçinde pek çok ayrı bölme var. 5 katlı bu toprak yapı, dümdüz uzanan bir alanda epey heybetli duruyor. Kaleyle ilgili anlatılacaklar elbette bir miktar ilgi çekecek fakat benim asıl anılarıma kazınan şey, kale görevlilerinin Türkiye’den geldiğimizi duyduklarında bizim için hazırladıkları hediyelik hurma paketleriydi. Kaleyi gezmeden önce küçük bir muhabbet ederek nereden geldiğimizi, ne iş yaptığımız söylemiştik. Çıkarken de hemen kalenin yanı başında duran hurma bahçelerinden bizim için hazırlanmış hurma paketlerini bize hediye olarak hazırladıklarını söylediler. Kısıtlı kelimelerle ama dostça bir muhabbet oldu.

Jabrin Kalesi’nden sonra Maskat’a geri dönüyoruz. Maskat’ın en ünlü otellerinden biri ya da tatil köylerinden biri olan Shangrila Otel tarafından akşam yemeği için davet edildik.  hem oteli gezdik hem de muhteşem bir müzik ziyafeti çektik diyebiliriz. Otelin sevimli Halkla İlişkiler Müdiresi’nin bir otel tanıtımından öte gösterdiği misafirperverlik için de ayrıca kendisine teşekkür ederiz.

Bu üç gün boyunca Umman’ın ünlü plajlarını görmek pek nasip olmadı bize. Gene gecenin geç vaktinde Hint Okyanusu’ndayız. Hiçbir dakikayı ziyan etmek istemediğimizden gecelerimizi yüzmeye ayırıp, gündüzleri  bir yerleri görmek için koşturuyoruz.

Sabah 08.00’de kahvaltılar yapılmış, ekipmanlar hazırlanmış bir biçimde çöle doğru yola koyuluyoruz. Bu sefer bize mihmandarlık eden rehberimiz ve şoförümüz değişmiş durumda. 4×4 bir jeep gerektiğinden, bir çöl uzmanıyla seyahat ediyoruz. O da tanıdığımız tüm diğer Ummanlılar gibi gayet nazik ve kibar bir adam. 2 saatten fazla süren bir yoldan sonra çöle varıyoruz. Bana yapılan tüm uyarılara rağmen sandaletlerimi çıkarmıyorum ayağımdan. İlk başlarda çok fazla olmasa da sonrasında ayaklarıma sürünen kumlar ve ardından ayaklarımın çöl kumunun içine batmasıyla acı bir feryat koparıyorum. Zannedersem o anda bazı kerametler gösterip kuma basmadan havadan koşmuş olabilirim. Birkaç dakika sonra daha sert bir zemin bularak yoluma devam ediyorum. Ayaklarım artık sıcağa da iyice alışıyor. Lezzetine doyamadığımız kısa bir çöl gezisi yapıyoruz. Mehdi’yle bir sonraki gelişte burada geceleyeceğiz diyoruz. Sonra çölün en zevkli yanlarından birini tatmak için sırayla direksiyon başına geçiyoruz. Pek çok zorlu ve farklı koşullarda araba kullanmış iyi iki şoför olmamıza rağmen, zannedersem bu en zevkli olanıydı. Rehberimiz çölün kurallarını anlatırken biz yollara bağlı kalmaksızın gaza basmaya devam ediyoruz.

Çölde kurulmuş büyük bir bedevi çadırı var. Çadırda size Umman kahvesi ikram ediyorlar. Burada temizlik şartları herkesin içini açmayabilir. Biz lezzet odaklı olduğumuzdan çok da takılmıyoruz. Çadır çok serin. Hurma-kahve eşleşmesi ve bu otantik denilebilecek ortam hele de çölün ortasında ve bu kadar sessizken muhteşem bir sükûnet oluşturuyor bizim için. Tek problem kadınların fotoğrafa izin vermemeleri. Sadece çocukların fotoğraflarını çekebiliyoruz. Arada birkaç kadraja girseler de bunu sorun etmiyorlar. Kahvelerimizi içip, teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz oradan. Tüm Umman’da gördüğümüz güzelliklerin üstünde başka bir güzelliğe doğru gidiyoruz. Wadi Bani Khalid’e. Yolda verdiğimiz küçük bir molada ben hemen karşımızda duran ve adı ‘coffee shop’ olan ama aslında leziz meyve suları yapan bir dükkâna giriyorum. Ardımdan ekibin geri kalanı geliyor. Hangi meyveden içsek diye düşünürken tropikal bir karışık istiyoruz. Gerçekten leziz bir meyve suyu geliyor yarım saat sonra. Bu tarz gezilerde koşturuyorsanız ve hava sıcaksa bol bol gerçek meyve sularından tüketin. Kutuların ve şişelerin içindeki hiçbir şey onlardan daha lezzetli ve faydalı olamaz.

Wadi Bani Khalid’e gelirsek: Ben kanyon ve doğa sporları üzerine kurulan gezilerde pek uzman değilimdir. Bu daha çok Mehdi’nin uzmanlık alanı. Fakat bu kadar muhteşem bir doğa güzelliğinde her türlü sporu ve her türlü geziyi yapmaya da hazırım. Ola ki yolunuz bir gün Umman’a düşerse burayı mutlaka görün. Ve yanınızda yüzmek için ekipmanınız da mutlaka olsun. Orada satılan şortlar hemen yırtılıyor, belirteyim.

Maskat’a 200 km uzaklıkta olan bu kanyona çöl gezimizin ardından geçiyoruz. Önceleri küçük bir dere ve hurma ağaçları sonraları ekilip biçilen bahçelere sonra da dağların hemen bitiminde pırıl pırıl bir göle dönüşüyor. Rehberimizin bizim için hazırlattığı yemeği yiyoruz önce. Mehdi’yle birbirimize bakıp ‘tok karnına yüzülmez aslında, bir iki kulaç atsak bir serinlesek’ derken kendimizi suyun içinde buluyoruz. Derinlik 6 metre civarında. Bembeyaz kayaların ortasında dingin bir su. Koyu mavi-yeşil arası bir renk. Hurma ağaçları ve heybetli dağlar. Birkaç günümü orada geçirmekten çekinmezdim doğrusu. Epey bir vakit yüzdükten sonra ben kanyonun içine doğru yürümek istiyorum. Güzel bir mağaradan söz ediyorlar. Mehdi suyun ve güneşin tadını biraz daha çıkarma telaşındayken ben yola koyuluyorum. Yüzdüğümüz yerden görünen kısmı aştığımda gördüğüm güzellik büyüleyici. Zaten büyülenmiş olmalıyım ki karşıma çıkan ve bana rehberlik teklif eden çocuğun teklifini kabul edip yaklaşık 4 km yolu bir çırpıda yürüyorum.  Her ‘yakın mı’ sorumun cevabı ‘yes’. ‘Uzak mı’ desem ona da ‘yes’ diyecek belki ama bir adamın gidesi varsa ‘yakın mı’ diye sorar. Sulardan kayaların üstünden daracık patikalardan geçip mağaraya ulaşıyoruz. Tabii mağaraya girmek için gereken ekipmanım arabada kaldığından, gün ışığı ve cep telefonu ışığıyla ilerleyebildiğim kadarıyla giriyorum mağaraya. Gerçi böyle bir mağara için yeterli ekipman da yoktur zannedersem. Daracık bir girişten sonra çok büyük bir iç taraf var. Işığımın yettiğince bakıp çıkıyorum. Geri dönerken saat epey gecikmiş, Mehdi beni aramaya çıkmış bile. Allahtan o kanyonun muhteşem güzelliklerini görmeden karşılaştık. Yoksa içindeki izci ateşi bizi tekrar düşürürdü yollara.

Wadi Bani Khalid’e doymadan yola çıkıyoruz. Son günümüz. Gece kalkacak bir uçağımız var. Maskat’a vardığımızda  akşam saat 21.00 suları. Minik bir şehir turu yapıyoruz. Saat 23.00 gibi otelimize bırakıyor bizi THY Maskat Müdürü.  Zaten tüm gezi boyunca bize mihmandarlık ettiğinden onu da epeyce yorduk. Lafı gelmişken THY Maskat Müdürü Ziya Öztürk Bey’e harikulade misafirperverliği, güler yüzü ve ilgisi için teşekkürlerimizi iletelim.

Maskat’ta, şehir merkezinde bulabileceğiniz en güzel otel kesinlikle Grand Hyatt Otel. Şehrin dışında, daha çok tatil köyü niteliğinde yerler var ama hem şehir merkezi hem de hizmet kalitesi diyorsanız Grand Hyatt Otel’i tavsiye ederim. Bizzat kaldık ve test ettik. Otelin mimarisi bile görülmeye değer.

Otelde kısa bir toparlanmanın ardından ‘elimizdeki son birkaç saatte neler yapabiliriz’e bakıp yine sokaklara çıkıyoruz. Sahile nazır bir cafe’de denizin sesiyle birlikte karpuz sularımızı yudumlayıp gezimizin kritiğini yapıp birbirimizin fotoğraflarına sahte iltifatlar yağdırıyoruz. İçten içe ‘aman ben daha iyi çekmişim’ler duyuluyordur elbet… Bizim heyecan ve mutluluk dolu kahkahalarımız Hint Okyanusu’na doğru karışırken isteksiz bir veda da sıkışıyor kelimelerimizin arasına. Hoşça kal heybetli dağların arasındaki saklı cennet. Umarım bir gün yine geliriz…

Bu yazı, 2012 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 64. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir