Yazı: Mustafa Göleç Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
- Şemsi Paşa Medresesi
Medrese, ders kökünden türetilmiş bir kelime. Ders okutulan yer demek. Kelimenin, ders gören talebelerin aynı zamanda ikamet ettikleri ve yatıp kalktıkları yer gibi bir anlamı da var. Dolayısıyla medreseyi anlamak onu hem bir tür okul olarak hem de bir tür yaşama alanı olarak görmekle mümkün. Özelde İstanbul Medreselerini ise geniş Şark-İslam coğrafyası içinde belli bir coğrafi uzamın ve bu coğrafyanın uzun tarihinde belli bir dönemin ürünü olarak değerlendirmemiz gerekiyor. İstanbul Medreseleri Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler Dönemi ve Kuruluş Dönemi Osmanlı medreselerinin mirası üzerinde teşekkül etti. Bu kurumların öncülleri Abbasiler Devri’nde Beytü’l-Hikme, Darü’l-İlm gibi adlarla faaliyet göstermekteydi. Karahanlılar ve Gazneliler devirlerinde de medrese namı ile anılan müesseseler mevcuttu. Ancak bugün bildiğimiz manada bir kurum olarak “medrese”nin müessisinin Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk olduğu genel kabul görmektedir.
Anadolu Selçukluları döneminde ve onları müteakip Beylikler Devri’nde Anadolu’da pek çok medrese yapıldı. Bugün bu medreseler Anadolu şehirlerinin tarihsel varlıkları içerisinde ön sıralarda gelmektedir. Osmanlı Devrinde ise Konya, Sivas, Kayseri gibi “medrese şehirleri”nin yerini Bursa, Edirne ve İstanbul almıştır. İstanbul’un fethini müteakip Osmanlı Sultanlarının bu şehri bir ilim-kültür ve sanat merkezi haline getirme istekleri burada çok sayıda medresenin inşa edilmesine neden olmuştur.
Bugün İstanbul Medreseleri deyince Fatih’in İstanbul’u fethinin hemen ardından kurduğu Fatih Medreseleri ile başlayan, varlık ve etkinliklerini yirminci yüzyıl başlarına kadar sürdüren, Cumhuriyet Döneminde yerlerini Osmanlı Devleti’nin modernleşme asırlarında kurulmaya başlayan modern okullara bırakan eğitim kurumlarını anlıyoruz.
Halihazırda İstanbul’da ayakta kalan yetmiş kadar medrese var. Burada “ayakta kalan” tabiri üzerinde biraz durmak gerekiyor. Kimi restore edilmiş bu medreselerin, amacına uygun olarak yahut olmayarak hizmete devam ediyor. Kimi metruk bir halde, ilgi ve tamir bekliyor. Kimi de yalnızca bir revak, bir sütun yahut sadece bir duvar ile “ayakta”. Bu yazıda “ayakta kalan” İstanbul Medreseleri’ne dikkat çekmek istiyoruz. Ama önce medresenin düzeni, işleyişi ve medrese elemanları üzerinde duralım; sonra bir kısım “İstanbul Medreseleri”ni seyran edelim.
Medrese-Cami Münasebeti Medreseler genellikle bir külliyenin parçasıdır. Medrese, cami, kütüphane, darüşşifa, imaret, hamam, çeşme ve sebil ile birlikte bir külliyeyi teşkil eder. Cami bu külliyelerin merkezî unsurudur. Mimarisi ve boyutları ile bu niteliğini belli eder. Bir külliye caminin etrafında vücut bulur. Evvelce cami külliyenin diğer unsurlarının işlevlerini de görmekte idi. Mabed olmanın yanı sıra sosyal bir müessese idi. Eğitim-öğretim de burada yapılırdı. İslam’ın ilk döneminden itibaren mescidlerde oluşturulan ders halkalarında bir tür yaygın eğitim verilirdi. Zamanla toplumlar büyüdükçe ve toplumsal yapılar/ilişkiler karmaşıklaştıkça bu işlevler farklı birimlerde yerine getirilir oldu. Camiler büyüdü, külliyeler teşkil edildi. Külliyeler içinde eğitim-öğretim işlerinin görülmesi için medreseler kuruldu.
- Fatih Medresesi
Medrese Elemanları Medrese genellikle bir avlu etrafında dizilmiş hücreler ve bir dershaneden oluşmaktadır. Dışa kapalı bir yapıdır. Küçük bir tür kampüs gibidir. İçeride ilmi faaliyet, dışarıdaki gündelik hayatın gaileleri ile çok fazla meşgul olmak zorunda kalınmaksızın sürdürülür.
Hücreler-odalar medresenin temel birimleridir. Genellikle kare planlı ve kubbeli olup sade yapılıdırlar. Bir medresedeki oda sayısı on ilâ yirmi arasında değişmektedir. Daha fazlası ya da daha azı nadirdir.
Hücreler hem sınıf, hem de yatakhane işlevi görürlerdi. Her hücre bir veya birkaç öğrenciye tahsis edilirdi. Öğrenciler burada yatar-kalkar ve derslerine çalışırlardı. Gündelik yaşamın şartlarına uygun olarak hücrelerde ocak, bacalı şömine hatta bazılarında kurnalı çeşmeler bulunabilmektedir.
Dershane medresenin merkez unsurudur. Kubbeli olup hücrelerden ebat ve boyut olarak daha büyüktür. Bunu bir tür amfi gibi düşünebiliriz. Ders okutulmasının yanı sıra mescid işlevi de görürdü. Dershanelerin kıble istikametinde tasarlanmış olması ve genellikle mihraplı olmaları bunu göstermektedir.
Bütün hücreler ve dershane genellikle revakların çevrelediği bir avluya açılmaktadır. Bu mimari tasarım medrese öğrencisini dışarıdaki hayattan izole eder. Avlu talebe için bir tür sosyalleşme alanıydı ancak bu alan yalnızca başka talebeler ve müderrislerle paylaşılabilirdi. Her medrese için standart bir avlu tipinden söz edemesek de avluda genellikle çeşme, şadırvan, kuyu, su haznesi gibi unsurlar bulunabilmektedir.
Müderris-Mûid-Talebe
Medreseler öncelikle birer okul idi. Ancak bu okullardan mezuniyet bir yere gelmek için yeterli değildi. Mezunlar belli imtihanlardan geçerek ilmiye sınıfına intisap ederler; müderris, kadı yahut müftü olarak vazife alırlardı.
Medreselerde ders veren kimselere müderris denirdi. Kelime Arapça tedris (ders vermek) mastarından türetilmiştir. Medresenin bir yükseköğretim kurumu olduğu dikkate alınırsa müderrisin bugünkü profesöre karşılık geldiği söylenebilir. Müderrisi alim, bilgin vesaireden ayıran özelliği, bilgiye sahip olmasının yanında onu öğretmek ve yaymak için gayret ve mesai sarf etmesidir. Medrese müderris merkezli bir kurumdu. Öyleki medreselerin sınıflandırılması buralarda vazifeli müderrislerin aldıkları maaş esasına göre yapılmaktaydı.
Müderrisler Osmanlı toplumunun münevver sınıfını teşkil ediyordu. Pek çoğunun şair, edip, bestekar, hattat vesaire olduğu; yine pek çoğunun arkalarında telif ve tercüme eserler bırakmış olduklarını biliyoruz. Kariyerlerine baktığımızda her birinin farklı medreselerde müderrislik yaptıklarını, ayrıca müftülük, kadılık, kazaskerlik, şeyhülislamlık, vezirlik gibi vazifeler üstlendiklerini görüyoruz. İçlerinde Fazıl Ahmed Paşa örneğinde olduğu gibi Sadrazam olanlara bile rastlamaktayız. Osmanlı toplumsal ve siyasal düzeni içerisinde ne kadar önemli bir yer tuttuklarını çok sayıda müderrisin cami, mescid, medrese, mektep, kütüphane vs. yaptırabilmiş olmaları da göstermektedir. Mûid, özellikle İstanbul’daki büyük medreselerde müderrisin yardımcısı olarak vazife görürdü. Müderrisin derslerini müzakere, tekrar ve izah ederdi. Müderris ile talebe arasında bir konumu olan muidi bir tür asistan olarak görmek mümkündür.
Talebe ise medresede eğitim gören öğrencilere karşılık olmak üzere kullanılan bir kelimedir. Tâlib kelimesinin çoğuludur. Farsça’da bilgili, kendisine danışılan kişi anlamına gelen danişmend de yüksek seviyeli medrese talebeleri için kullanılan bir başka terimdir. Daha alt seviyedeki talebelere ise suhte (bozulmuş şekli softa) denirdi. Talebe medresede ikamet eder, ilimden başka bir uğraşla meşgul olmazdı. Her türlü ihtiyacı vakıflar tarafından karşılanırdı. Bir medresedeki talebe sayısı medresenin büyüklüğüne göre değişirdi.
- Rüstem paşa Medresesi
Fatih’ten Süleymaniye’ye Şimdi İstanbul Medreseleri’nde küçük bir gezinti yapalım. Fatih ve Eminönü İlçeleri İstanbul Medreselerinin kahir ekseriyetinin yoğunlaştığı bölgeler. Ayrıca Üsküdar, Eyüp ve Beyoğlu ilçelerinde de görece az sayıda medrese ayakta olup ilgili ziyaretçilerini beklemektedir.
Yedi tepeli şehir İstanbul’un ortasındaki iki tepe üzerine kurulu Fatih Sahn-ı Seman Medreseleri ile Süleymaniye Medreseleri arasındaki güzergahı buralardaki medreselerin bir kısmını gezebilmek için takip edebiliriz.
Kabaca söylememize izin verilirse Fatih ve Süleymaniye Külliyeleri arası kuş uçuşu bir, yürüyerek iki kilometre mesafedir. Bu mesafe normal bir yürüyüşle on beş-yirmi dakikada alınabilir. Bu kadar kısa bir mesafede yapacağımız kısa bir yolculuk bize yirmi kadar medreseyi görme olanağı sağlar. Tek başına bu bile Osmanlı İstanbul’unun nasıl bir ilim ve kültür merkezi olduğunu, neden bir “medreseler şehri” olarak anılmayı hak ettiğini gösterir. Gösterileni görmek için başlangıç noktamız Fatih Külliyesi içinde bulunan Sahn-ı Seman Medreseleri olsun.
- Fatih Sahn-ı Seman Medreseleri
İstanbul Medreselerinin çoğu eski İstanbul’un önemli yerleşim yeri olan ve Suriçi’nde bugün Fatih İlçesi sınırlarında kalan bölgede idi. Bugün bunların yirmi kadarı ayakta olup ilgi bekler durumdadır. Bu medreselerin en önemlisi hiç şüphesiz Fatih Medreseleridir. Sahn Medreseleri, Sahn-ı Seman Medreseleri ve Sekizli Medrese gibi adlarla bilinen bu eğitim kurumları Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u bir ilim ve sanat merkezi yapma gayesinin bir ürünüdür. Bu gaye ile Fatih yalnızca bu müesseseleri bina etmekle kalmamış aynı zamanda o zamanın büyük alim ve bilginlerini İstanbul’da toplamıştır. Fatih Medreselerinin mimarı Mimarbaşı Sinanüddin Yusuf Ağa’dır. Bir mühtedi olması hasebi ile Azadlı Sinan, muhtemelen Mimar Sinan’dan ayrılmak üzere Atik Sinan gibi isimlerle anılmaktadır.
Sahn meydan demek olup medresenin İstanbul’un ortasında bulunması yahut medrese hücrelerinin birer meydan etrafında sıralanmaları dolayısıyla bu kelime kullanılmıştır. Seman ise sekiz demektir. Fatih Külliyesi içinde camiyi çevreleyen sekiz adet medreseden müteşekkildir. Bu sekiz medresenin hemen yanlarına sekiz adet de tetimme yaptırılmış olup bunlar bir tür medreseye hazırlık okulları idi. Musıla-i Sahn diye bilinen bu tetimmeler bugün büyük ölçüde ortadan kalkmışlardır. Sahn-ı Seman Medreselerinin dördü külliyenin Marmara cihetindedir. Bunlara Akdeniz Medreseleri denilmektedir. Girişleri Fatih Camii avlusuna açılan bu medreselerin arka tarafı Fevzi Paşa Caddesi’ne bakmaktadır. Kıble tarafındaki medrese “baş kurşunlu”, dershane-mescitleri bitişik olan ortadaki iki medrese “çifte kurşunlu”, kuzeyde kalan dördüncü medrese ise “ayak kurşunlu”olarak adlandırılmıştır.
Medreselerin her birinde on dokuz hücre ve bir büyük dershane-mescit bulunmaktadır. Medrese hücreleri dikdörtgen planlı bir avlunun üç tarafına dizilmiştir. Odalar kubbeli ve nişlidir. Dördüncü cephede ise dershâne-mescit yer almaktadır.
Bugün ne yazık ki boş ve harap bir halde olup kullanılmamakta ve restore edilmeyi beklemekte olan Akdeniz Medreseleri, İlim Yayma Cemiyeti’ne tahsis edilmiş durumdadır. Medreselerin Haliç’e bakan bölümü ise Karadeniz Medreseleri olarak bilinmektedir. Girişleri yine Fatih Camii avlusuna açılmaktadır. Bunların da planı tıpkı Akdeniz Medreseleri gibidir. İlk bakışta görünen tek fark buradaki medreselerin her birinde yirmi hücrenin bulunmasıdır. Bugün Karadeniz Medreseleri’nin üç bloğu faal durumdadır. Fatih’in Eski Eserlerini İhya ve Koruma Derneği’ne tahsis edilmiş olan üç blok Fatih Yükseköğrenim Öğrenci Yurdu olarak hizmet vermektedir. Bir blok ise (Baş Kurşunlu Medresesi) âtıl durumda olup, restore edilmeyi beklemektedir.
Millet Kütüphanesi Ne idi?
Fatih’ten Eminönü istikametinde yürürken solda iki güzel medrese karşılar bizi. Bunlardan ilki Macar Kardeşler Caddesi üzerindeki Feyzullah Efendi Medresesi’dir. Burası bugün Millet Kütüphanesi olarak da bilinmektedir. Meşhur kitapsever ve koleksiyoncu Ali Emîrî Efendi’nin kitaplarını buraya bağışlaması ile bu adı almıştır. Sultan II. Mustafa Devri şeyhülislamlarından, aynı zamanda Sultan II. Mustafa’nın ve Sultan III. Ahmed’in hocası olan Seyyid Feyzullah Efendi tarafından yaptırılmıştır. Ortasında altıgen planlı bir şadırvan ve kuyu bulunan bir avlunun iki cephesinde L çizen on adet kare planlı ve kubbeli hücresi vardır. Yine kare planlı ve kubbeli fevkâni dershâne-mescid ile kütüphanesi güzeldir.
Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi Aynı istikamette yürüdüğümüzde Sofular Mahallesi Eski Saraçhane Sokağı’nda bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi’ne varırız. Bu medrese Osmanlı klasik mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Darülkurrası, sıbyan mektebi, kütüphanesi, U planlı revaklı medrese odaları, avludaki zarif şadırvanı ile etkileyici bir komplekstir. Halen Türk İnşaat ve Sanat Eserleri olarak kullanılan bu medresenin en kısa zamanda ziyarete açılmasını ümit ediyoruz.
- Karikatür Müzesi
Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi’nden Beyazıt istikametine ilerlerken solda Unkapanı yolu üzerinde Bozdoğan Kemeri’ne bitişik Gazanfer Ağa Medresesi’ni görebilirsiniz. Darüssaade Ağası Gazanfer Ağa tarafından Mimar Sinan’ın kalfalarından Mimar Davud Ağa’ya yaptırılan bu medrese de bir külliye içinde yer almayan bağımsız medrese tipinin güzel bir örneğidir. On dört hücre ve bir dershaneden müteşekkildir. Avlusunda altıgen planlı zarif bir şadırvanı vardır. Medresenin hemen yanında Gazanfer Ağa’nın türbesi ve bir de sebil bulunmaktadır. Gazanfer Ağa Medresesi halen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Karikatür ve Mizah Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir.
Ankaravî Mehmed Efendi Medresesi Gazanfer Ağa Medresesi’nden geri dönersek yine Saraçhane Semtinde olup İstanbul Büyükşehir Belediyesi Belediye Sarayı’nın arkasında kalan Ankaravî Mehmed Efendi Medresesi’ni gezebiliriz. Bu medrese hemen yanındaki Hoşkadem Mescidi dolayısıyla Hoşkadem Medresesi diye de biliniyor. Bânisi ardında çok sayıda eserler bırakmış bir şeyhülislam. Ankaravî Medresesi on hücre ve bir dershaneden müteşekkil estetik bir manzume. Çeyrek asır evvel ciddi bir restorasyon gören bu güzel medrese zamanımızda Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından kullanılıyor. Şehzâde Külliyesi’nde Bir Güzel Belediye Sarayı’nın karşısına geçersek Şehzade Külliyesi’ne girebiliriz. Külliyenin içinde yer alan Şehzade Mehmed Medresesi günümüzde ayakta kalan İstanbul Medreselerinin en güzellerindendir.
Kânûnî Sultan Süleyman tarafından genç vefat eden çok sevdiği oğlu Şehzade Mehmed için Mimar Sinan’a yaptırılan bu medresenin girişi caminin yan avlusuna açılır. Bir avlu etrafında geniş tabanlı bir U çizen yirmi bir adet hücreden ve bir dershaneden müteşekkildir. Avludaki zarif şadırvan-çeşme Selçuklu mimarisini hatırlatan yapısı ile bir “Mimar Sinan hoşluğu” olarak görülebilir. Medrese halen Şehzade Mehmed Restoran olarak hizmet vermekte.
Ekmekçizâde Ahmed Paşa Medresesi Bu bölgedeki bir diğer önemli medrese Şehzade Camii’nin arkasında kalan Ekmekçizade Ahmed Paşa Medresesi’dir. Molla Hüsrev Mahallesi’nde, eski Kovacılar Caddesi (şimdi Cemal Yener Tosyalı Caddesi) ile Taştekneler Sokağı’nın birleştiği köşede ve Molla Hüsrev Camii’nin karşısında kalan bu medrese Osmanlı maliyecilerinin en meşhurlarından Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından muhtemelen Sultanahmet Camii’nin de mimarı olan Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. On yedi hücre ve bir dershaneden müteşekkil olan medrese günümüzde İlim Yayma Cemiyeti tarafından İbnü’l Emin Mahmut Kemal İnal Erkek Öğrenci Yurdu olarak kullanılmaktadır.
Bu güzergahtan devam edersek Vezneciler’de Kuyucu Murad Paşa, Seyyid Hasan Paşa ve Bayezid Medreseleri’ni de görebiliriz. O güzergah bizi divanyolu üzerinden Eminönü’ne kadar çok sayıda medreseye götürür.Ama biz vakit ve yer darlığı dolayısıyla Vezneciler’e girmeden sola Süleymaniye’ye sapıyoruz.
Süleymaniye Medreseleri Batıda “Muhteşem Süleyman” diye tanınan Kanuni Sultan Süleyman’ın imparatorluğun güç ve ihtişamını yalnızca siyasi, askeri, iktisadi, idari vs. sahalarda değil aynı zamanda ilim alanında da ortaya koyduğu Süleymaniye Medreseleri gerçek anlamı ile bir ilim ve eğitim kompleksi. Süleymaniye Medreseleri Osmanlı akademik hiyerarşisi içinde en üst noktayı temsil ediyordu. Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan bu eğitim kompleksi dört medrese, bir Darülhadis, bir Darüttıb ve bir de Mülazımlar Medresesi’nden müteşekkildir.
Süleymaniye Medreselerinin Marmara tarafındaki ikisi Evvel ve Sani Medreseleridir. Planları birebir aynı olan iki medresenin ortasından Ayşekadın Hamamı Sokağı geçer. Medreselerin girişleri de bu sokağa açılmaktadır. Her iki medrese de, kare planlı bir avlu etrafına dizilmiş yirmi iki adet medrese hücresi ve bir dershaneden oluşmaktadır. Marmara tarafı medreseleri günümüzde Süleymaniye Kütüphanesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Dershane ise okuma salonu olarak kullanılmaktadır. Süleymaniye Medreseleri’nin Haliç tarafına bakan diğer ikisi Sâlis ve Râbi Medreseleridir. Bunlar Mimar Sinan Caddesi üzerindedirler. Bu iki medresenin planları da birebir aynıdır. Yan yana bina edilmiş, asıl girişleri Mimar Sinan Caddesi’ne açılan ve aralarında boş bir avlu bulunan bu iki medresenin planları da simetriktir.
Sâlis ve Râbi Medreseleri eğimli bir arazi üzerinde konumlanmıştır. Arazinin eğiminin kullanımı Sinan’ın mimâri dehasını ortaya koymaktadır. Arazinin eğimi dolayısıyla kubbeler Haliç’e doğru kademeli olarak alçalmaktadırlar. Medrese avlusu da düz bir zemine sahip değildir. Eğime uygun olarak iki taraça ve taraçaların her iki tarafında basamaklar bulunmaktadır. Medrese hücreleri kare planlı revaklı avlu etrafında sıralanmışlardır. İki medresenin üç cephede toplam yirmişer adet odası vardır. Odalar kubbeli ve ocaklı olup, raf şeklinde bölümlenmiş nişleri bulunmaktadır. Medrese hücrelerinin bazılarının önlerinde, avlunun eğimine uygun olarak sekiler tasarlanmıştır. Bu, başka medreselerde görülmeyen sıradışı bir uygulamadır. Rabi ve Salis Medreseleri sağlam olup günümüzde kullanılmamaktadır. Râbi Medresesi şu anda Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından restore edilmektedir. Yeniden amacına uygun bir biçimde kullanılacak olması sevindiricidir.
- Şemsi Paşa Medresesi
Haliç tarafındaki medreselerin alt tarafında Mülazımlar Medresesi bulunmaktadır. Râbi ve Sâlis Medreselerinden buraya bir geçiş vardır. Medresenin asıl girişi ise Dökmeciler Hamamı Sokağı’na açılmaktadır. Bu medresenin ikisi fevkânî olmak üzere yirmi odası vardır. Kare planlı, beşik tonozlu ve ocaklı hücreler dar bir dikdörtgen avlunun tek cephesinde bir sıra halinde dizilmişlerdir. Süleymaniye Dârülhadîsi de yine Haliç tarafındadır. Darülhadisin ana kapısı Prof. Sıddık Sami Onar Caddesi’ne açılmaktadır. Bu medresenin yirmi iki adet hücresi vardır. Hücreler standart olup dar bir dikdörtgen avlunun bir cephesinde, tek sıra olarak dizilmişlerdir. Dershânesi yoktur. Fevkânî ve çatılı dersiâm odası ilginçtir. Süleymaniye Dârülhadîsi sağlam olarak günümüze gelmiştir ancak orijinal görünümünü kaybetmiş durumdadır. Günümüzde restorasyon şartına bağlı olmak üzere ön tahsisle Aziziye Sosyal Dayanışma Kültür ve Eğitim Vakfı’na teslim edilmiştir.
Süleymaniye Tıp Medresesi ise Marmara tarafında, külliyenin güneybatı köşesinde kalmaktadır. Külliyede tıp medresesi yanında bir de Darüşşifa bulunmaktadır. Tıp eğitimi o zamana kadar darüşşifalar bünyesinde yapılmakta idi. İlk kez Süleymaniye Külliyesi’nde teorik tıp öğretimi bağımsız bir kuruma kavuşmuş ve aynı külliyedeki uygulama ve tedavi yeri olan Darüşşifa ile yan yana fonksiyon görmüştür.
On dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar fonksiyonunu devam ettiren Tıp Medresesi, yeni ve modern tıp okullarının açılmasından sonra önemini yavaş yavaş yitirmiştir. Bugün ise büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Arazisi üzerinde Süleymaniye Doğum ve Çocuk Bakımevi vardır. Tiryaki Çarşısı üzerindeki bir sıra hücre Tıp Medresesi’nin ayakta kalan yegâne kısmıdır.
- Bilâd-ı Selâse Medreseleri
Biz bu yazıda yer ve zaman darlığını bahane edip Fatih’ten Süleymaniye’ye bir yürüyüş yapmakla yetindik. Bugün ayakta kalan İstanbul Medreselerinin tamamını gezebilmek için böyle beş ya da altı farklı güzergah izlenebilir. Bir de eski İstanbul’un bilâd-ı selase denilen üç beldesinde (Eyüp, Beyoğlu, Üsküdar) bulunan medreseler var tabii. Bunları gezmek bilhassa Eyüp ve Üsküdar’ı anlamak için çok önemli. <br/> Kânûnî Sultan Süleyman ile eşi Hürrem Sultan’ın kızları ve meşhur Sadrazam Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Mihrimah Sultan Medresesi Sultantepe’nin eteğinde bugün bir tıp merkezi olarak hala hizmet veriyor. İçine girdiğinizde size eski zaman kokuları duyuracak, uzaklardan haberler verecek bir medrese bu.
Üsküdar’ın bir diğer sembolü olan Mimar Sinan’ın bir diğer eseri Şemsi Paşa Medresesi de öyle. Sinan’ın inşa ettiği en küçük külliye olan bu manzume “mücevher kutusu” diye tarif edilmektedir. Harem sahil yolu üzerinde, deniz kenarında Kız Kulesi’ne nâzır bu medrese görenlerin Evliya Çelebi’nin ifadesi ile “kasr-ı müzeyyen” zannettiği bir eserdir. Halen Şemsi Paşa İlçe Halk Kütüphanesi olarak hizmet vermeye devam eden bu güzel medresede biraz nefes alıp kitap raflarında bir vakit kaybolabilirsiniz. Toptaşı Semti’nde, Valide-i Atik Mahallesi’nde bulunan Atik Valide Medresesi, Ahmediye Semti’nde Gündoğumu Caddesi ile Esvapçı Sokağı köşesindeki Ahmediye Külliyesi içinde yer alan Ahmediye Medresesi, Nuhkuyusu’nda Murat Reis Mahallesi’nde, Çavuşdere Caddesi ile Çinili Mescit Sokağı’nın birleştiği noktada Çinili Külliyesi içinde yer alan Çinili Medresesi Üsküdar’da gezip görebileceğiniz diğer medreseler.
Eyüp’te ise Sokullu Mehmed Paşa’nın türbesinin arka tarafında bulunan, Sultan II. Selim’in kızı, Sokollu Mehmed Paşa’nın eşi İsmihan Sultan tarafından yaptırılan ve halen Sağlık Ocağı olarak hizmet vermeye devam eden İsmihan Sultan Medresesi ile Defterdar Caddesi ve Zal Paşa Caddesi arasındaki Zal Mahmud Paşa Medreseleri görülebilir. Zal Mahmud Paşa Medreseleri halen Eyüp Mehterhânesi, Divan Araştırma ve Eğitim Derneği ile Eyüp Oyuncakçılığı Projesi Eğitim Yeri ve Atölyesi tarafından kullanılmaktadır. Beyoğlu-Beşiktaş bölgesinde ise Beşiktaş Meydanı’ndaki Sinan Paşa Külliyesi içinde yer alan Sinan Paşa Medresesi; Tophane’de Ali Paşa Medresesi Sokağı’ndaki Kılıç Ali Paşa Külliyesi içinde yer alan Kılıç Ali Paşa Medresesi ve Galata’da Kömürcü Aziz Sokağı, Billur Sokağı, Söğüt Sokağı ve Bereketzâde Sokağı arasında bulunan Vâlide Kethüdası Mehmed Efendi Medresesi (kapısının açıldığı sokak dolayısıyla Bereketzâde Medresesi diye de biliniyor) görülebilir.
İstanbul Medreseleri bugün gündemden düşmüş, unutulmuş bir tarihi zenginliğimizdir. Bir şehri geleceğe taşımak o şehrin geçmişine bigane kalarak mümkün olmayacağına göre bu mirası yeniden ele almamız, tanımamız, tanıtmamız, yeniden şehre kazandırmamız gerekmektedir. “Hazineler üzerinde şarkı söyleyen dilenciler” olarak bu konuda ümitli olmak hakkımızdır.
İstanbul Medresleri – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2008 yılının Nisan sayısında yayımlanmıştır.