Cumartesi , 2 Kasım 2024

Jamesville Balon Festivali

İlk veya ortaokul sıralarında iken çok da renkli olmayan fen kitaplarından öğrenmek zorunda olduğumuz onlarca kanun ve kuraldan biri olarak hafife aldığım “Isınan hava yükselir” prensibinin bir yansımasını, sabahın ilk ışık hüzmeleri arasında devasa büyüklükteki rengarenk balonların gökyüzündeki tüyden hafif süzülüşlerinde görünce, en azından fizik kurallarının hafife alınmaması gerektiğini gecikmeli de olsa öğrendim. Öğrendiğim diğer bir şey de balonların nazlı nazlı salınışını,  New York’un her daim nazlı havasının hiç çekememesiydi. Jamesville Gölü Parkında 29 yıldır yapılan Jamesville Balon Festivalini üç yıldır takip etmeme rağmen, programın her seferinde elverişsiz hava şartlarından dolayı ertelenmesi ve daha sonrasında da iptal edilmesi benim de sabrımı taşırmaya başlamıştı. Balonların gökyüzüne çıkmak için hazırlanmasına karşılık, bir anda nereden geldiği bilinmeyen kümelenen bulutlar, gökyüzünü renkten renge bürüyor ve bir anda boşalan yağmurun ardından çıkan gökkuşağı, balonların rengini aslında nereden aldığını biz fanilere gösteriyordu. Sabahın beşinde yataklarından koşup parka gelen çocukların duaları ancak, esen rüzgarı dizginleyebiliyor ve telsizden tamam haberinin alınmasıyla hazırlıklar kaldığı yerden devam ediyordu.

Yazı ve Fotoğraflar: Ferit Orcun

Jamesville Balon Festivali dünyada düzenlenen onlarca festivalden sadece bir tanesi, belki de en küçüklerinden biri. Yalnız, civardaki halkın ve özellikle çocukların gözünde, yapılan etkinliklerden en önemlisi. Zaten uçmak, insan oğlunun yüzyıllardır en büyük hayaliyken, garip ve egzotik şekilleriyle havada  asılı duran palyaçolara,  Nuh’un gemisinden bakan bir zürafanın yanında tebessüm eden bir aslana ya da  koca bir dondurma külahına kim kayıtsız kalabilir ki?

Bundan ikiyüz yıl kadar önce, Fransa’da kağıt imalatı ile uğraşan Montgolfıer kardeşlerin ilk ciddi teşebbüsleriyle kağıt ve kumaştan yaptıkları balonla; bir ördek, bir horoz ve bir kuzuyu uçurmayı başarmalarının ardından, 21 Kasım 1783’te ilk insanlı uçuşu başarılarıyla gerçekleştirmeleri; balonla seyahat yarışının başlangıcı olmuştu. Geçen zaman zarfında daha uzun süre havada kalmak, daha uzun mesafelere gitmek ve daha çok yolcu taşımak için çalışmalar yapıldı.

Temel olarak fevkalade basit bir yapıya sahip olan sıcak hava balonu, bir sepet ve üzerine oturtulmuş brülör ile taşıyıcı halat ve kancaların tuttuğu ters dönmüş yağmur damlası şeklindeki bir zarftan ibarettir. Balonculuk, teknolojinin ilerlemesi ile ekipman kaynaklı kazaların neredeyse hiç olmadığı, ancak nadiren pilotaj hatasından doğabilecek problemlerin yaşandığı bir seviyeye ulaşmıştır.

Her biri birer sanat eseri sayılabilecek olan balon modellerinin dizaynı yüksek hesap bilgisi gerektiren karmaşıklıktadır. İnsanın hayalini kurabileceği her hangi üç boyutlu bir şekil, bir şirket logosu yada bir çizgi kahraman gökyüzünde endam eden bir balona dönüşebilir. Ama en çok kullanılan yağmur damlası şekilli 8, 12 ve bazen 24 dilimden oluşan balon zarfı, naylon ve polyesterden dokunur. Dilimler birbirine dikildikten sonra poliuretan izolasyon kaplama ile gozeneklerin kapatılması sağlanır. Güneşten gelen ultraviyole ışınlar  ve aşırı yükleme, zamanla balon zarfının eskimesine ve hava kaçırmasına sebep olsa da, normalden yüz kat fazla ağırlığı taşımaya dayanıklı üretilen bez yine de korkulacak bir tehlike oluşturmaz. Uçan kuşlar o büyüklükte bir cisme yaklaşmaya cesaret etmezler. Yanlışlıkla çarpmaları durumunda balonun esnek yapısı onları geri itecektir. Balon yüzlerce metre yukarıda yırtılıp içindeki sıcak havayı boşaltmaya başlasa bile, en kötü ihtimalle paraşüt hızıyla alçalıp güvenli bir iniş yapılacaktır.

Balonun tam tepesinde bütün dilimlerin ve dikişlerin buluştuğu yer balonun tacını oluşturur. Buradan aşağıya sallanan ip, dikey doğrultuda manevraya yardımcı olduğu gibi balon yere indikten sonra da sıcak havanın tahliyesini sağlar. Zarfın içine sıcak havayı gönderen brülör, propan gazıyla doldurulmuş paslanmaz çelik tüplere esnek hortumlarla bağlanır. Yanma şiddeti, pilotun tek parmak hareketiyle kontrol ettiği bir manivelayla sağlanır. Zamanla brülörler gelişip daha verimli hale gelseler de; pilotlar  telsizleri, altimetre ve balonun yükselme hızını ölçen variometreleri ve hatta GPS ünitelerini donanımlarına eklemiş olsalar da, geçen iki yüz yılda  balonculukta değişmeyen tek şey kullanılan sepetler olmuş. Fiberglas, naylon ve diğer suni malzemelerin başarısızlığının ardından henüz kimse, hasırdan örülen sepetlerin yerine, inişlerde çarpmaya ve sürüklenmeye daha dayanıklı tamiri kolay ve göze daha hoş görünebilecek başka bir alternatif bulamamış. Bir kişilik, dört veya 24 kişilik sepetlerin yanında engellilerin de hiç ihmal edilmediği Amerika’da, tekerlekli sandalyeyle uçuşa musaade edecek kapısı olan sepetlere rastlanabileceği gibi, tek kişinin balona asılı durduğu sepetsiz modelleri de görmek mümkün.

Pilotlar, merakla bekleyen kalabalığın karşısında, balonları tanıtan uzun konuşmalarını bitirdikten sonra, panelvanlar ve kamyonetlerin arkasında saklanan malzemelerin  üzerindeki brandalar kaldırılıyor ve balon bezleri çimlerin üzerine el birliğiyle gözleme gibi seriliyordu. İndirilen sepetler yan yatırıldıktan sonra balonlara kancalarla takılıyor ben de hiç bir ayrıntıyı kaçırmamak için içimi titreten soğuğa rağmen dikkatle seyrediyordum. Ağzını iki kişinin açtığı balonun içine bir vantilatör olanca hızıyla hava üflüyor. Yer ekibi her fırsatta balonu çekiştirerek havanın eşit miktarda dağılmasını sağlarken, bir yandan da bezi ve dikişleri kontrol ediyor. Pilot artık iyice şişip olgunlaşan balonun içine girip kancaları ve kementleri kontrol ettikten sonra tayfasına son talitmatları veriyordu.

Üç kişi sepeti tutarken, karşı tarafta iki kişi de taca bağlı olan ipi gerdirip, rüzgarın şişen balonu sürüklemesini engelliyordu. Normalde iki kişiden fazlasının taç halatını tutmasına izin vermeyen pilot, halat ekibine yardıma gelen çocukları engellemiyor. Pilot baş parmağıyla tamam işareti verdikten sonra, sepete bağlı brülörün hıslayarak yanan ve gün ağırdıkça görünmez hale gelen mavi alevi, büyük bir gürültüyle masallardaki ejderhanın ağzından çıkan dev bir alev topuna dönüşüyordu. Büyükler coşkuyla çığlık atıp hayretli bakışlar atarken, küçüklerin annelerinin eteğine sıkı sıkı yapışması gözümden kaçmıyor. Balon uçma kıvamına gelene kadar biten bir tüp propan gazını yenisiyle değiştiren pilot, kalabalığa hazır olup olmadıklarını sorarken taç halatını tutanların ellerini gevşetmeleriyle balon yakışıklı halini alıp usul usul salınmaya başlıyordu.

Kafamı kaldırmış ağır ağır yükselen balondaki pilota ve uçma cesaretini gösterebilen diğer üç yolcuya el sallarken, yıllarını balonlarla geçirmiş ve balonlar hakkında kitap yazmış, “…balon çok ağır olsa da, uçtuğum zaman kendimi yavaş yavaş değişen panaroma karşısında efsunlanmış bulur, çoğu zaman tepemdeki devasa balonun varlığını unutup kendimi Alaaddin’in sihirli halısında oturuyormuş zannederim.” diyen John Christopher’ın sözlerini düşünüyordum.

Nasıl ki motorsikletle havayı yarıp gezmenin insana verdiği haz ve heyacanı konforlu bir araba yolculuğunda bulmak mümkün değilse, uçağa binmek de balonla seyahatle kıyaslanamazdı. Yaklaşık bir saati geçen ortalama bir uçuşun ardından iniş yapmak için elverişli bir yer bulmak, balonun istikametini ancak rüzgar tayin ettiğinden her zaman mümkün olmaz. Bazen, pek kıymetli üzümlerin yetiştiği bir bağa, narin lalelerin bahçesine ya da  yarış atlarının çiftliğine iniş kaçınılmaz olabiliyor. Bu ilgi çekici fakat pahalıya mal olabilecek tecrübe  kızgın çiftlik sahipleriyle yaka paça olmadan  dev bir kaktüsün kucak açmasıyla da sonuçlanabiliyor. İdeal bir iniş pistinin özellikleri, ideal bir kalkış pistinden çok farklı olmuyor. Tehlikeli engellerin olmadığı düz, ve balon sönüp de yere serildiğinde kirlenmesi istenmeyeceğinden, yeşilin taşı toprağı ve hatta çamuru örttüğü çayırlara iniliyor. Balonun tacına bağlı olan ipi çektikçe sıcak havayı boşaltan pilot kontrollü bir şekilde iniş için seçilen noktaya tıpkı bir uçak pilotunun yaptığı gibi alçalarak yaklaşıyor. Pilot, sepetin yere ilk temasından sonra yaklaşık on ila yirmi metre içinde durmayı başarıyor.  Bazen bu mesafe rüzgarın hızıyla orantılı olarak 300 metreye kadar çıkabiliyor.

Pilotlar çoğu zaman, gördüğü yerde vurmaya hazır kızgın çiftçilerle baş edemeyeceklerinden ya da en azından kurşun yarası iz bırakacağından; yoldan uzak kuş uçmaz kervan geçmez ekili arazilere inmekten çekinirler. Tüpün içindeki gaz azaldıkça pilotun içindeki ikilem de belirginleşir. Tecrübeli pilot gülümseyerek, bir kere alçalmaya başladıktan sonra haritaya bakmaya fırsatı olmayacağını, ekili tarlalara iniş kaçınılmaz ise balonun zarar vereceği buğdayın mı yoksa şeker pancarının mı daha pahalı olduğunu en kısa zamanda hesaplayıp karar vermesi gerektiğini söylüyor.

Balonculuk, aklı havada bir pilotun yanında, ayağı yere sağlam basan birileri olmadan yapılacak bir spor değildir. Baştan sona çok önemli görevler üstlenen yer ekibi, tüplerin kontrol edilmesinden, balonun şişirilmesinden ve söndürülüp katlanmasından sorumludur. Balon havalanıp da rüzgarın götürdüğü yere doğru süzülmeye başladığında yerde kalan ekip önlerine haritalarını açıp, GPS üniteli dört çekerli araçları ile takibe başlarlar.

Pilot ve yanındakiler aşağıya baktıklarında, gökyüzüne çıkma şerefine nail olamayan yer ekibini oyuncak arabaya binmiş zavallı karıncalar olarak görse de, canı tatlı  eş, arkadaş ve komşulardan oluşan ekip halinden memnundur. Usta bir ekip, üzerlerinde kuş gibi doğrusal bir yolda ilerleyen balonu kaybetmemek için tecrübelerini ve sağduyularını kullanarak,  kıvrılan köy yollarından labirent bulmaca çözer gibi geçerken, nehirleri, köprüleri ve bazen çalışma nedeniyle kapatılmış yolları da hesap ederek balonun ineceğini tahmin ettikleri yere ulaşıp beklemek ve şansları yaver giderse yaklaşan balona el sallamak,  yer ekibinin yegane mutluluk aracıdır.

Park alanında coşkuyla geçen bir kaç saatin sonunda, tekrar yere inen balonların havasının boşalıp yere yığılışlarını izlemek bizleri kendimizden geçiriyor. İçi hala sıcak havayla dolu yığının yanında festivalin hazır bekleyen müdavimleri, ayakkabılarını bir kenara çıkarıp, olanca hızlarıyla koşarak balonun üstüne zıplayıp yuvarlanmaya başlıyorlar. ilk defa katılanlar ise biraz tereddüt ettikten sonra ritüeli kavrayıp, yumurtadan çıkmış denize koşan su kaplumbağaları gibi telaşla, önlerindekilere yetişmeye çalışıyorlar. Balonlar katlanıp sepetler araçlara yüklenirken, izleyenler de akşam yapılacak  konserde tekrar buluşmak üzere parktan ayrılırken, ben de gençlerin yanında dikkatimi çeken kır saçlı pilotla tokalaşıp teşekkür ediyorum. O gün uçup giden balonların aksine yerle irtibatı sağlayan halatını kesmeksizin kısa bir süre yükselip tekrar parka inen yaşlı pilot kulağıma eğilip, “Yaşlı pilotlar vardır, gözüpek pilotlar vardır ama gözüpek yaşlı pilot yoktur.” diyor.

Jamesville Balon Festivali – Bu yazı 2008 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 18. sayısından  alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir