Cumartesi , 23 Kasım 2024

Japonya

Japonya… Japonya deyince ilk akla teknoloji gelir. Sonra İkinci Dünya Savaşı ve nükleer bombalar… Ertuğrul Firkateyni de hatırı sayılır bir yer tutar. Japonya’yı çekici kılan Birçok etkenden bazıları bunlardır. Biz bir Japonya yolcusu olarak çok heyecanlıyız. Pasaport kontrolünden geçmek için ilerlemeye başladığımızda ise heyecan arttı. İçimizde hiç uçağa binmeyen veya çok küçük yaşta binenler vardı. Bunlar için iyice heyecanlı oldu. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra uçağın kapısına doğru ilerlemeye başladık. Ve nihayet uçaktayız. Uçak yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Uçak ne kadar hızlanırsa heyecan o kadar artıyordu… Ve kalkışa geçtik. İlk durağımız Katar isimli ülkenin başkenti Doha. Uçak yolculuğumuz sona erdi ve Dohadayız. Japonya uçağımız gece 12 de kalkacak. 6 saat süreyle Katar’da bekleyeceğiz. Ücretsiz bir internet portalında ailemiz ve arkadaşlarımızla tekrar görüştük. Sonra biletimizle ücretsiz yemek yedik. Zaman çok çabuk ilerledi. Bir de baktık saat 11.30. Ve ikinci uçak yolculuğumuz başlıyor.

Yazı ve fotoğraflar: Furkan Taha Yaman

Japonlar ve Japonya Uçakta başladık çekik gözlü görmeye. Uçakta Japon doluydu. Her yerde Japon. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordum. Japonlar ve Japonya… Bu sefer ben de heyecanlanmıştım. O teknoloji devi olarak bildiğimiz Japonya’ya gidiyorduk. Ben bunları düşünürken uçakta kemer takınız işareti göründü. Anladım ki iniyoruz… Yere iyice yaklaştık. Denize çok yakınken uçak manevralar yaparak ilerliyor. Bir an denize düşeceğiz zannettim. Öylece masmavi denize bakarken uçak titremeye başladı. Havalimanının deniz kıyısında olduğu kimin aklına gelirdi ki… Artık Japonya’ya gelmiştik. Japon ağaçları, Japon çiçekleri, Japon binaları… Burası Japonya. Uçaktan indiğimizden itibaren Japonca sesler gelmeye başladı. Kon-nichiwa, (Merhaba) Sayoonara (Hoşçakalın) Gibi şeyler duyuyordum. Yavaş yavaş ilerliyorduk. Ve orada yaşayan bir Türk arkadaşımız bize rehberlik etmek üzere geldi. Bir otobüse bindik ve otele doğru yola çıktık. Bir yandan fotoğraf çekiyorduk, Bir yandan Bize rehberlik eden arkadaşımızı dinliyorduk. Dediklerine göre Japonya’nın insanları biraz soğuk insanlar. İnsanlık ilişkileri Türkiye’ye kıyasla daha geride. Japonya’nın insanları çok kurallı insanlar. Kural ihlalleri çok az. Metrolar, trenler olağanüstü durumlar dışında hep tam saniyesinde gelir. Dinlerini soracak olursak da belirli bir dinleri yok. Ateizm %90’lara varıyor, %10 ise genellikle Budist. Kimse dini ile ilgili konuşmuyor. Bize rehber arkadaşımız bunları söyledi. Yavaş yavaş geziyorduk. Yüksekçe bir bina gördük. Bir Japon hastanesi var yanımızda. Ve havada bir reklam zeplini var. Tepemizde silindir şeklinde bir köprü var. Yanımızda deniz var ve denizde çeşitli tankerler var. Çok yüksekçe bir bina gördük. Binanın tam tepesinde dönen bir platform var. Orası lokantaymış. Bundan sonra da ilgi çekici bir yer göremedik. Evler, binalar, yollar. Ve otelimizdeyiz.

Tokyo’ya doğru… Oteldeki ilk gecemiz güzel geçmekle beraber biraz farklı oldu. Saat farkından dolayı uyuyamadık. Kahvaltı başlamadan 1 saat önce aşağıdaydık. Sonra bir eleman geldi. Bize akşam verilen kahvaltı fişlerini istedi. Biz de verdik. Ve kahvaltımızı yaptık. Çok ilginç yiyecekler vardı. Helal olmaması endişesiyle birçok yemeğin tadına bile bakmadık. Bize rehber arkadaşımız yardımcı oldu. Helal yiyecekleri gösterdi. Onlardan yedik. Kahvaltıdan sonra valizlerimizi topladık. Çünkü biz Osaka’dayız. Tokyo’ya (Japonya’nın başkenti) gideceğiz. Valizlerimizi topladık. Dışarı çıktık ve 5 dakika yürüdük. Metroya bindik ve en sonunda tren durağına geldik. Bu trenin adı Shin-Kansen. Dünyanın en hızlı treni. 410 km hız yapabiliyor. Raylarındaki mıknatıs sayesinde havada gidiyor. Sarsıntı da yok. İlgimi çok çeken bir olay da böyle şehirlerarası bir trenin gelmesiyle gitmesi 10 dakikayı buluyor. Ve trenin içine girdik. İçi Türkiye’deki trenler gibi. 1 sırada 5 koltuk var. Tek farkı bu. Ben etrafa bakarken tren harekete geçti. İlk başta ray sesleri vardı. Bir süre sonra sarsıntı ve sesler bir anda geçti. Tren havaya kalktı. Sadece bu kadarını görebildim. Sonra gecenin yorgunluğuyla yolculuğun sonuna kadar uyudum. Tren durdu. Hepimiz indik. Hayal gibi. Tokyo ayaklarınım altında. Japonya gezisi başlıyor.

Tokyo’daki ilk gün Yavaş yavaş ilerliyorduk. Otobüsümüze gidiyorduk. Otobüse bindik. Otobüs ilerlerken etrafta çok güzel bir şehir manzarası vardı. Yüksek binalar, alışveriş merkezleri, restoranlar… Sonra çok güzel bir parka geldik. Parkta gezdik, dolaştık. Sakura çiçeklerini (Japonya’nın ulusal çiçeği) gördük. Sıradaki durağımız Tokyo kulesi. 100 metre bir kule olmasına rağmen bütün şehir kulenin tepesinden gözüküyordu. Kulenin tepesindeki yerde küçük bir şeffaf yer vardı. Üstünde yürümek cesaret istiyor. O kuleyi de gezdikten sonra otelimizin yolunu tuttuk. Burada 150 metre gibi bir yüksekliğe sahip olan bir dönmedolap gördük. Otelimize geldik. Osaka’daki otelimizdeki odalar çok küçüktü. Burada kapıyı açtığımızda saray yavrusu gibi bir odayla karşılaştık. Bu da bizim işimize geldi. Odamızda biraz oturup erkenden uyuduk.

Tokyo Disneyland Birkaç yerden duymuştum Disneyland’ı. Disney’in karakterlerinin tanıtıldığı, büyük bir lunapark şeklinde duymuştum. Bir Disneyland da Tokyo’da var. Gezimizde bir günü de buna ayırdık. Sabah bir metro yolculuğu ile Disneyland’a geldik. Dışı şato şeklinde otel gibi bir yer vardı. Burası gerçekten de bir otelmiş. Aylar önce rezervasyon yapıp gelinebiliyormuş bu otele. Bunları bize rehber arkadaşımız söyledi. Biraz yürüdükten sonra girişe geldik. Biletleri aldıktan sonra içeri girdik. Oyun yerine benzer bir yer görünmüyordu. Etrafta satıcılar, kuruyemişçiler, patlamış mısır satıcıları vardı. Biraz yürüdükten sonra karayip korsanları yazan kapalı bir yere girdik. Sıraya geçtik. Yanda birbiri ardına dizilmiş birkaç tane boş ufak tekne vardı. Sıra bize geldiğinde bu teknelerin birine bindik. İlerliyorduk. Yanlarımızda birsürü hareketli maket vardı. Bazı yerlerde top atışlarının ortasında kaldık. İki yerde top maketleri var, patlama sesleri geliyor, su dalgalanıyordu. Her şeyin bir sonu olduğu gibi buranın da sonu geldi ve bitti. Buradan sonra oradaki en kalabalık yere gittik. Bir tren. Tatilya’ya gidenler bilir; oradaki hız treninin yolunun 4 katı daha uzun bir yola sahip hızlı tren. Buradaki sıranın bitmesi bir saat sürdü. Ama çok eğlenceliydi. Bu Disneyland’ın ortasından küçük bir ırmak geçiyordu. Bir tahta motorlu kayıkla burayı geçtik. Karşıda Tatilya’daki su kayağına benzeyen bir yer gördük. Buna binmek için sıraya girdik. İki arkadaşımız tehlikeli görüntüsü nedeniyle buna binmedi. Bunun sırası da bir saate yakın sürdü. Buna da bindik. İlk başta etrafta hayvan figürlerinin olduğu yerlerden geçtik. Sonra ufak yükseltilerden hızla aşağı indik. En sona geldiğimizde ise iyice heyecanlandık. Ve çok büyük bir hızla büyük bir yükseltiden aşağı indik. Çok eğlenceliydi. Hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Buradan sonra Bir kayığa bindik. Bu kayık 20 kişilikti. Biz kürek çekiyorduk. Bir yandan da yağmur yağıyordu. Kayıktan indiğimizde buradan dışarı çıkıp yemek yedik. Bir yeni Zelanda lokantasında güzel bir hamburger yedik. Yeniden içeri girdiğimizde Space Mountain (uzay dağı) isimli yere girdik. Ne olduğunu bilmiyorduk. Değişik bir hız trenine benziyordu. 10-15 tane 8 kişilik tren vardı. Sıra çok hızlı akıyordu. Biz de bindik. Biraz yol aldıktan sonra karanlık bir yere girdik. Tren çok aşırı hızlanmaya başladı. Bayağı bir ilerledikten sonra yine başladığımız yere geldik. Mükemmel bir şeydi. Ve ona tekrar bindik. İlki kadar güzel olmasa da ikincisi de güzel olmuştu. Buna 3 defa bindik. Bu arada da hava kararmıştı. Su kayağına tekrar binmeye gittik. Hiç sıra olmamasına rağmen sıra bekleme yerinde bile 2-3 dakika yürüdük. Tekrar bindik. Bu da ilkini aratmadı. Ama bir şey için ne kadar sıra beklediysen eğlencesi de o kadar artıyor. Buna hiç sıra beklemedik. Buradan sonra her yer tek tek kapanmaya başlamıştı. Hava kararmıştı. Aşırı derecede yağmur yağıyordu. Bir metro yolculuğunun ardından yeniden otele gelebildik. Yorgunluğumuz ve yarınki gezi nedeniyle hemen uyuduk.

Tokyo Camii Yine geziyoruz. Bu kez gezimiz Japonya’daki bir camiye. Bu caminin özelliği ne diyorsanız ülkedeki iki camiden biri. Bu ülkede maalesef sadece 2 camii var. Biz de bunlardan birini ziyaret edeceğiz. Yine bir metro yolculuğu ve biraz yürümeyle camiye ulaştık. Caminin alt katı salon sayılabilecek bir yer. İbadet yeri ise üst katta. Bize o caminin sorumlularından bir kişi camiyi anlattı. Camii sadece Cuma namazlarında doluyormuş. Her ay ortalama 2 kişi Müslüman oluyormuş. Sonra bize kek ikram ettiler. Çay da içtikten sonra abdest aldık ve namaz kıldık. Namazdan sonra biraz oralarda durduk ve yine metro durağının yolunu tuttuk. Bu kez yolumuz bir Türk okulu. Biraz sonra oraya da geldik. Oturmamız için yer gösterdiler. Bir türk görebilmiştik sonunda. Bu okulda eğitim İngilizceymiş. Çeşitli türk kültürleri öğretiliyormuş. 3 yaşından 13 yaşına kadar çocuklar bu okulda bulunuyormuş. Biraz konuştuktan sonra okulu gezdik. Sınıflar çok güzel. Çok büyük bir okul. Yemek yapmanın öğretildiği sınıflardan tutun, büyük davulların olduğu müzik sınıflarına kadar her şey var. Buraları da gezdikten sonra bir elektronik eşya satıcısına girdik. Burası da 7 katlı ve büyük bir yer. Burada fazla alışveriş yapamadık. Çünkü elektrik uyumu sorunumuz vardı. Çeşitli oyuncaklar, aletler aldık. Buradan sonra ise bir Türk lokantasına girdik. Burada güzelce karnımızı doyurduk. Japon yemeklerine alışamayan ve yiyemeyenlerimiz için çok güzel oldu. Buradan sonra otele gittik. Tekrar Osaka’ya gidecektik. Ertesi sabah kahvaltı yaptık ve yine Shin-kansen’e bindik.

Dev Tapınaklar… Shin-kansen Osaka’da durmadı. Daha ileride Kyoto’da durdu. Tapınaklar kenti Kyoto’yu gezecektik. Altın kaplama bir tapınağa gittik önce. Kaplaması ve tarihi özelliğinden dolayı içeri giremedik. Sonra eski Japon hükümdarları Shogun’ların birinin sarayına girdik. Yerler tahtaydı. Camla kaplanmış alanlarda çeşitli saray çalışanlarının heykelleri vardı. Ayrıca camla kaplanan alanlardaki duvarlarda eski altından yapılan resimler vardı. Bu Tapınaktan çıktığımızda bir şeyler yemek için bir yer aramaya başladık. Kyoto kültürel bir şehir olduğu için oranın yöresellerini yapan bir lokantadan başka bir yere gitme imkânı yoktu. Bir lokantaya girdik. Masalarda ufak ocaklarda pişen karides ve hiç alışkın olmadığımız yiyecekler vardı. Bir kapta ise Şekilleri çok değişik olan jelimsi yiyecekler vardı. Farklı masalardan gelen hayvansal gıda kokuları ve bu yemeklerin kokusu birleşince ben dâhil bazı arkadaşların orayı terk etmesi kaçınılmaz oldu. Dışarıdaki bir otomattan bir kola alıp içmekten başka bir çözüm yolu bulamadık. Oradan çıkınca uzun bir yol alarak tekrar otobüsle Osaka’ya gittik. Otelde yediğimiz yemek pilav ve oranın yöresel bir yemeği olsa bile bizim için çok makbule geçti. O akşam da saat farkına alışmamız nedeniyle 1 gibi erken bir saatte uyuduk. (Erken diyorum çünkü ilk gün hiç uyuyamamıştık.)

Son geziler Dönüş yolu yavaş yavaş göründü. Yarın buraları terk edecektik. Bugün son gezi günümüz diyebilirdim. Dünkü gibi yine bir tapınağa gittik. Bu tapınağın farkı bahçesinin çok büyük olması ve bahçesinde serbestçe geyiklerin dolaşması. Önce geyiklerle biraz vakit geçirdik, geyikleri sevdik ve bisküvi alıp geyiklere yedirdik. Bir geyik arkadaşımızın cebindeki kâğıdı aldı ve yedi. Geyikler ne de olsa ilginç hayvanlar. Sonra tapınağa doğru yol aldık. Tapınağın dışında küçük bir onların abdest alma yeri, ve yağa batırılıp yakılan bir tütsü. Yağa batırıyorlar, yakıyorlar ve oradaki kuma gömüyorlar. Tapınağın içinde dev heykeller ve başka tapınakların maketleri vardı. Buradan çıktık ve 4-5 kilometre aşağıda alışveriş merkezleri ve çeşitli dükkanların olduğu bir yere girdik. Buradaki Mc Donald’s da hamburger yedik. Domuz içermediğinden emin olduğumuz tek tük yerlerin içinde burası olduğu için burada yemek yemek zorunda kalıyorduk. Burada sadece tavuk yiyebiliyorduk. Burada ilgimizi çeken bir diğer olay ise 80 yaşlarındaki bir kadının garsonluk yaptığını görmemiz oldu. Buradan da çıktık ve otobüse yol aldık. Otobüste bir kişinin eksik olduğunu fark ettik. Ne kadar arasak da bulamadık. Yine geyikli tapınağa gittik ve otobüsün kalktığı yerde bulduk unuttuğumuz kişiyi. Bir öğretmendi; dolayısıyla öğretmen mantığı ile hep aynı yerde beklemiş. Ama oradan Saat 12.00 da çıkacağımız halde 12.10 da çıktık ve bir kişi hala eksikti. Şans eseri birisi fark etmişti de bulmuştuk yine. Oradan çıkınca yine bir tapınağa gittik. Burada da onların ulusal çiçeği olan sakura ağacındaki çiçeklerden çok fazla vardı. Bu çiçek kiraz çiçeğiydi bizim dilimize göre. Bu tapınakta da olağanüstü bir şey yoktu. Yine heykeller ve mumlar, tütsüler. Buradaki bir ayrıntıyı atlamayalım; Buradaki ateizmin yüksek olmasının bir nedeni de girdiğimiz her tapınakta kişi başı 12-13 dolar gibi bir para alınması olabilir. Bir de bu tapınaklara bağış yapmak zorundasın. Ücretlerden bahsetmişken metroların ücretleri de çok yüksek. 20 durak gibi bir mesafe kat edebilmen için 30 dolar gibi bir para ödemen gerekiyor. Bir tapınakta ibadet edip çıkmak bir kişiye 30 dolara mal oluyorsa Ateistlik nüfusun yarısından fazlasını kaplayacaktır normal bir şekilde. Biz konumuza dönelim… Bu tapınaktan yine otele gittik. Yarınki uçak yolculuğu için erkenden ülkemize dönmenin sevincinin yeniden zorlu hayata dönmenin üzüntüsüyle birleşmesinden oluşan bir duyguyla uyuduk.

Yeniden uçağa bineceğiz… Yaşantımızda belki ilk ve tek Japonya gezisi olacak bu gezi. Bu gezi de sona erdi. Şu an Japonya’nın tarafsız bölgesindeydik. Uçağa binmemize dakikalar kalmıştı. Bizi bir otobüs uçağa götürdü. Bu uçakta bir konsol da vardı. Bu da uçaktaki can sıkıntısını büyük ölçüde hafifletti. 16 tane de oyun vardı. Yakın bir zamanda uçakta evimizdeki bilgisayarlardan daha yeni ve konforlu bir bilgisayar bulacaktık sanırım. Kısa bir bekleyişin ardından uçağımız kalktı. Hayatımda o zamana kadar 12 defa uçak kalkışı gördüğüm için heyecanlı değildim. Yolculuğumda 6 saat kadar uyumuştum. Zamanımın geri kalanı ise yemek yemek, oturmak, karşımdaki ekran ve yanımdaki konsolu kullanmakla geçti. Ve yeniden Katar’dayız… Japonya’ya giderken beklediğimiz gibi tekrar 6 saat bekleyeceğiz. Biletimiz sayesinde bu sefer de yemek yedik. 6 saat yine çabuk geçti. Türkiye’ye dönüyorduk. 12 saat yolculuk yaptığımız için 4 saatlik yolculuk bize az gelmişti. Ve Atatürk Havalimanı… Uzunca bir yürüyüşten sonra pasaportlarımızı gösterdik ve artık Türkiye’deyiz. Beni karşılamaya babam gelmişti. Ve tekrar eve geldik. Hayatımızda bir deneyim olacak bu Japonya gezisi de burada son buldu.

Bu yazı, Gezgin dergisinin 2008 yılının Eylül sayısında yayımlanmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir