Pazar , 10 Kasım 2024

Maldivler, Male ve Meeru Adası

Yaz Tatili Cenneti Maldivler, Male ve Meeru Adası’na bir yolculuk.

Yazı: Özhan Yiğitler Fotoğraflar: Özhan Yiğitler – Halit Ömer Camcı

Yıl boyunca o kadar yoğunduk ki, yaz boyunca bile başımızı kaldırmadan çalışmıştık. Bir baktık, denize bir kere ayağımızı sokmadan kış kapıyı çalıvermiş. Koskoca bahar ve yaz mevsimlerini geçirmiş, güneşli ve güzel havaları kaçırmış, insanın içini boğan soğuk ve karlı günlerle karşı karşıya kalmıştık. Ama biz yaz tatili yapmak istiyorduk; üstelik kış mevsiminin ortasında. Çok düşünmemize bile gerek yoktu; uzun zamandır aklımızda olan yere gidecektik: Maldivler…

Neredeyse üç yıldır tatil yapmadan çalıştığımızdan, harcanmamış tatil bütçemizi ve tatil zamanımızın tümünü bu yaz tatilinde tek bir tatilde kullanabilirdik. Uzun olduğu kadar değişikliklerle dolu bir tatil olacaktı; bir yandan dinlenecek, diğer yandan heyecanlı deneyim ve etkinliklerle kendimizi zihnen ve bedenen yenileyecektik.

Tarihlere karar verir vermez uçak biletlerini aldık. Ardından, kalacağımız tatil köylerini araştırmaya başladık. Yüzden fazla ada tatil köyünün olduğu Maldivler’de araştırmamızı her şey dahil, tam ve yarım pansiyon ölçütlerine göre yapmıştık. Kazanan üç ada oldu: Meeru, Karamathi ve Komandoo. Bunların üçü de farklı atollerde bulunuyordu. İstediğimiz konaklama ve konfor düzeyi yanında yaparken insanı heyecanlandırıp canlandıran pek çok etkinlik de sunuyorlardı.

Dünyanın En Küçük Başkenti Male’ye Hoş Geldiniz

Male şehrinin yakınındaki bir ada üzerinde bulunan İbrahim Nasır Uluslararası Havaalanı’na uçağımız inip te güneşin altında gümrüğe yürüdüğümüzde, üzerimizdeki kışlık giysiler yüzünden aşırı terlemeye başladık. Artık soğuk kış etkisi geride kalmıştı. Gümrükten çıktıktan sonra bizi ilk gideceğimiz Meeru Tatil Köyü ve Kaplıcasının müşteri sorumlusu Nihat karşıladı. Aslında Nihat onun soyadıydı; ilk adı Ahmet’ti. Maldivler’in tamamı 1153 yılına dek Budist inancına sahipken, efsanevi bir olayın ardından topluca İslamiyete geçtiği için bundan sonra karşılaşacağımız tüm Maldivliler’in bildiğimiz Arapça kökenli adları yanında güleryüzlü ve konuksever olmaları, yabancı bir memlekete gelindiğinde hissedilen o garip durumu ortadan kaldırmaya yetmişti; artık evimize gelmiş kadar rahattık. Nihat bizi Male’ye yolcu götüren hızlı teknenin iskelesine yönlendirdi. 5 dakikada Male’ye ulaştık. Bir gece kalacağımız Male’deki otelimizi bulup hemen yerleştik. Maldivler’e gelip dünyanın bu en küçük başkentini gezmemek olmazdı.

Hemen üzerimizi değiştirdik ve iklime uygun yazlık giysilerimizle lobide rehberimiz Hamza ile buluştuk. Şehri yürüyerek gezecektik. Güneş tepedeydi ve sürekli gölgelikten gideceğimiz için sıcağın bizi çok etkilemeyeceğini söylüyordu Hamza. Biz yine de yanımıza şapka ve koruyucu kremleri aldık. Halkın arasında dolaşıp camileri ziyaret edeceğimiz için uzun pantolon ve gömlek giymiştim. Kız arkadaşım da güneşten koruyacak ve merak uyandırmayacak kadar kapalı ve ince bir giysi seçmişti. Maldivliler, yıllardır ülkelerini ziyaret eden yabancıların giyim özgürlüğüne alışıktı, ancak biz turist gibi görünmeyi sevmiyorduk. İlk iş olarak uygun bir dövizciden bize o gün gerekecek kadar Maldiv Rufiyası bozdurduk. Kredi kartı pek çok yerde geçiyor olsa da küçük alışverişlerde gereksiz yere işlem masrafı ödemeyi sevmiyordum.

Dar Male sokaklarında motosiklet ve bisikletin arabalardan çok kullanılması çok akıllıcaydı. Ustalıkla kullanılan bu iki tekerlikli araçlar, küçüklüğüne rağmen arabayla dolu şehrin sokaklarında adeta bir rahatlık sunuyordu.

Havaalanından kiraladığım Maldivler SIM kartını akıllı telefonuma taktıktan sonra hemen Internet bağlantımı yaptım. Önce harita üzerinde Male’de nerede olduğumuzu gördüm; geri dönüşümüz kolay olur diye kaldığımız oteli işaretledim. Ardından Maldivler gezimizle ilgili araştırma yaparken çok yararlandığımız gezegence.com gezi sitesini açıp deneyimlerin listesinden ilk gideceğimiz yer olan Medu Ziyariye Türbesi’yle ilgili bilgilere bakmaya başladım.

Maldivler’in topluca İslamiyeti benimsemesine aracılık eden Faslı gezgin bilge Ebu el Bereket-ül Berberi adına eski Male şehrinin orta yerinde yaptırılan Medu Ziyariye Türbesi’nin küçüklüğü ve mütevazılığı çok şaşırtıcıydı.

Arkamı dönüp sağıma baktığımda, eski ortaçağ kulelerini anımsatan mimarisiyle Male’nin en eski camisi olan Cuma Camisi (Hukuru Miskiy) ile karşılaştım. Kocaman bir pastaya benzeyen geniş ve alçak minaresi de tıpkı caminin asıl binası gibi mercan kayasından inşa edilmiş. Dış duvardaki ince işleme taş işçiliği ve içerideki hat sanatı gerçekten görülmeye değer.

Cuma Camisi’nden batıya doğru cadde üzerinde yürüdüğümüzde, içinde çeşitli tropik ağaçların bulunduğu yemyeşil bir yer olan Sultan Parkı’na vardık. Eski Sultan Sarayı’nın bahçesine yapılan bu parktaki bir Banyan ağacının gölgesinde oturup soluklanırken, rehberimiz Hamza, bize yakındaki bir başka ağacı işaret ederek, “bu ağacı Mahatma Gandi kendi elleriyle dikmiş” diyerek şaşırtıcı bir bilgi verdi.

Sultan Parkı’nda biraz dinlendikten sonra hemen batı köşesinde bulunan Ulusal Müze’ye kısa sürede vardık. Kişi başı 50 Rufiya (6,5 TL) giriş ücretini ödeyip içeriye girdik. Aralarında, bölgedeki İslamiyet öncesi Budist inancın kutsal emanetleri ve pek çok tarihi el sanatları eserlerinin de bulunduğu değerli bir koleksiyona sahip müzeyi, büyük bir merakla gezmeye başladık. Rehberimiz Hamza, yakın zamana dek müzede daha çok eser bulunduğunu; ancak müzeye düzenlenen bir saldırıda sanat eserlerinin parçalandığını söyledi. 2012 yılının Şubat ayında ülkedeki iktidar boşluğunun neden olduğu toplumsal olaylarda, bir grup fanatik dindar, müzeye saldırarak çok değerli Budist dönem heykellerini, putperestlik simgeleri diyerek paramparça etmiş. Gözü dönmüş saldırganların yok ettiği sanat eserlerinin bir daha geriye kazanılamayacak olduğunu duymak bizi gerçekten şok etti.

Ulusal Müze’yi etraflıca gezdikten sonra dışarıya çıktık. Sağımıza dönerek şehrin kuzey yönüne doğru yürümeye başladık. Şimdiki durağımız, Maldivler’in en büyük camisi olan İslam Merkezi Camisi’ne doğru yürümeye başladık. Caminin altın renkli kubbesi ve köşeli yüksek minaresi harika bir görüntü sergiliyor. Aynı anda 5,000 kişinin namaz kılmasına olanak veren bu büyük cami ayrıca gelen turistlerin de ziyaret ettikleri önemli yerlerdenmiş. Caminin içinde gördüğümüz hat sanatının güzel örnekleri de hayranlık uyandırıcıydı.

İslam Merkezi Camisi ziyaretimiz bittikten sonra, bulunduğumuz yolda kuzeye doğru biraz daha yürüdüğümüzde, Cumhuriyet Meydanı’nın batı köşesine geldik. Meydanın diğer köşesinde, yüksek bir bayrak direğinde dev bir Maldivler bayrağı dalgalanıyordu. Burada gölgede bulunan banklardan birine oturup meydandaki Maldivlileri izlemeye karar verdik.

O sırada midemizden gelen sesler, acıktığımızı da bize anımsattı. Baharat ve malzeme kullanımı konusunda Hint mutfağına büyük benzerlikleri olduğunu gördüğüm Maldiv yemeklerini denemek için sabırsızlanıyordum.

Rehberimiz Hamza, bizi önce daha çok turistlerin gittiği kıyıdaki bir lokantaya götürmeyi teklif etti. Buna gülerek itiraz ettim, “bu kadar yolu dün yediğim yemeklerin aynısını burada da yemek için gelmedim” diye. Sonra da ekledim “biz gerçek Maldiv yemekleri tatmak istiyoruz.” Hamza, şaşkınlıkla ama mesajımızı anlayarak bizi geleneksel çayhanelerden birine götürdü. Çoğunluğu erkeklerden oluşan müşterilerin gürültülü sohbetlerini bölmeden bir masa bulup oturduk ve hemen Hamza bize orada Kalhu adıyla bilinen kara çay ve Hedika denilen atıştırmalıklardan sipariş etti. Çayla taze hamurişi ve diğer atıştırmalıklar çok iyi geldi. Biraz sohbet edip çevreyi izledikten sonra hesabı ödeyip kalktık.

Şimdiki durağımız, karnımız açken ziyaret etmememiz gereken Halk Pazarıydı. Balıkçı teknelerinin ve adalara mal getirip götüren mavnaların bağlı olduğu kıyıdan yürüyerek Halk Pazarı’na ulaştık. Burası perakende ve toptan olarak meyve sebze, kurutulmuş balık ve kuruyemiş satılan bir pazardı. Ancak Asya pazarlarında satılan renkli yiyecekleri gördüğümüzde, yutkunarak ve bunların genzi dolduran kokularını içimize çekerek pazarı gezmeye başladık. Alışverişi genellikle tatil dönüşüne sakladığımız için, giderken yanımızda götüreceğimiz taze köri yaprağı, değişik baharatlar ve kurutulmuş balık gibi yöresel lezzetleri listeye ekledik. O sırada puroya benzeyen ve görünce hemen denemek istedim. Tadı o kadar hoşuma gitti ki tatil boyunca öğün aralarında açlığımı yatıştırmak için hemen birkaç tane satın alıp çantaya attık.

Halk Pazarı’nın hemen karşısında Balıkhane vardı. Balıkçılar, ellerindeki küçük balıkları sepetlerde, büyükleri de fayansla döşeli olan yere yayarak satıyorlardı. Büyük ton balıklarını, değişik renkteki tropikal balıkları incelemeye koyulduk. Büyük balıklar olduğu gibi satıldığı gibi fileto halinde de satılıyordu. İç taraftaki bölümdeki hummalı çalışma, satın alınan balıkların yenmeye hazır hale getirilmesi için temizlenmesi işlemlerini içeriyordu. Hint Okyanusu’ndan tutulan bu taze ve büyük balıkları görmek, iştahımızı daha da kabarttı.

Balıkhaneden çıktığımızda hava karardığı için, otelimize dönmeden önce akşam yemeğini yemek için kıyıdaki kafelerden birine oturduk. Maldiv halkının da severek yediği geleneksel yemekleri tatmanın zamanı diyerek önce ton balığı çorbası Garudiya siparişi verdik. Esas yemek olarak da, Hamza’nın çok methettiği hindistancevisi sütlü körili ton ızgarayı söyledik. Az sonra siparişlerimiz beyaz pirinç ve roshi ekmeğiyle geldi. Afiyetle tabağımızdaki tüm yemekleri mideye indirdikten sonra tropikal meyvelerden oluşan bir meyve tabağıyla akşam yemeğini noktaladık. Sonrasında, kaldığımız otele dönüp ertesi gün başlayacak tatilimiz için dinlenmeye çekildik.

Meeru Adası Tatil Köyü ve Kaplıca

Ertesi sabah, gideceğimiz ilk tatil köyünün hızlı teknesi bizi kuzey iskelesinden aldı. Bir gün önce geldiğimiz için güzelce dinlenmiş ve tazelemiştik kendimizi. Tekne, havaalanı iskelesine yanaştığında, az önce uçaktan inen ve tatile gelmek için saatlerce uçmuş olan tatilcilerin bitkinliklerini görmek, bizimkine tezat kışlık giysileri içinde şaşkın şaşkın çevrelerine bakındıklarını izlemek garip bir deneyimdi. Yola çıktıktan kısa süre sonra çoğu yorgunluktan ve hava değişiminden romantik bir şekilde uykuya daldığından, onlarla tanışma olanağı bulamadık. Zaten tekne bir saat sonra adaya varmıştı bile.

Kuzey Male Atolünde bulunan Meeru Adası’nın tamamı tatil köyü ve kaplıcaydı. Teknemiz jeti dedikleri iskeleye vardığında, karşılaştığımız manzara doyulmazdı; anlatılamaz, ancak yaşanır türden. Hayal ettiğimden de öte bir cennet içeriği vardı bu manzarada. Büyük bir ada beklerken, iyice tembelliğe gelenlere sunulan küçük elektrikli arabalarla (buggy) taşıma seçeneği olsa da her yere yürüyerek kolaylıkla gidilebilen bir tatil köyü adasıydı karşılaştığım. Odalarımıza yerleştikten sonra hemen bir ada turu yapmaya karar verdik. Gördüklerimiz bizi daha da şaşkınlığa uğratsa da fazla gecikmeden hemen tatilimize başlamak için Farivalhu lokantasında bize ayrılan masada öğle yemeğimizi yemeye oturduk. Kaldığımız süre boyunca hep aynı masa bize ayrılmıştı; bu sayede oda anahtarını giderken masada bırakıyor, döndüğümüzde yine masadan alıyorduk.

İlk yemeğimizin ardından resepsiyona gidip kalacağımız süre boyunca bol bol dinlenmek dışında bizi canlandırıp enerjimizi artıracak olan heyecan dolu etkinlikleri seçmeye başladık.

SCUBA’yla Yıllar Sonra Yeniden Buluşma

Yıllar önce, ODTÜ’de taze bir araştırma görevlisi olarak çalıştığım dönemde, Sualtı Topluluğu’nun tüplü dalış eğitimlerine gitmiştim. Uzun süren teorik eğitimin ardından sıra havuz antrenmanlarına geldiğinde, ODTÜ maceram beklenmedik şekilde sonlandığından, tüplü dalış macerama uzun sürecek bir ara vermiştim. Yıllarca dalgıç arkadaşlarım çok ısrar etmelerine karşın, çeşitli bahanelerle kaldığım yerden ilerleyemedim. İlk tüplü dalışımı Maldivler’de yapacağımı söyleseler, sanırım inanmazdım. Gelin görün ki, durum aynen böyle oldu.

Ertesi gün sabah adanın yetkili dalış merkezi olan OceanPro Dalış Merkezi’ndeydik. Merkez’de bulunan Alman dalış öğretmeni Klaas bize hızlandırılmış bir şekilde temel kuralları teorik olarak anlattı. Klaas da tüplü dalışa benim gibi 30’undan sonra başlamıştı ve büyük bir hızla dalış eğitmenliği sertifikası alıp usta bir dalgıç olmuştu.

Eğitim sırasında, eski bilgilerim de yeniden su yüzüne çıkma fırsatı buldu. Ben daha neler vardı diye anımsamaya çalışırken, Klaas çoktan tüplerimizi ve ekipmanı arabaya yükleyip bizi keşif dalışının yapıldığı kumsala götürmüştü bile. Ekipmanı kuşandık ve az sonra gereken dengelemeleri yaparak 4 metre derinliğe inmiştik bile. Daldıktan bir dakika sonra sualtında sakin bir şekilde nefes aldığımı fark ettiğimde, kendime şaşırdım. Yıllarca şnorkel dalışında nefesi tutup sualtı güzelliklerini izledikten sonra yeniden nefes almak için yüzeye çıkmak zorunda kalmak gibi değildi bu. Artık biz de sualtı canlıları gibi, suyun altında nefes alıp verebiliyorduk. Bize 5 dakika kadar kısa gelen 30 dakikalık dalışımızda tüpteki havayı solumuş bitirmiş yüzeye mutlu yüz ifadelerimizle çıkmıştık. Artık SCUBA ile olan maceramızın bu deneyimle sınırlı kalmayacağından daha da derinleşeceğinden emindim.

Günün kalanında sahilde güneş altında yatıp dinlendik, yürüyüş yaptık ve güneşi böyle batırdık.

Maldivler’de Maldivli Gibi Yaşamak

Şehir hayatının keşmekeşinden fena derecesinde bıkanların “satıp savıp kimselerin olmadığı uzak yerlere” gitmek istediğini duymuşsunuzdur. Ama sorun gitmek değil elbette. Gidilen yerde o sakinliğe ve sessizliğe alışmak. Gidilen yer ıssız bir ada olmadığı sürece insanlarla olan en düşük derecedeki ilişki bile kişideki huzursuzluğu tetiklemeye yeterli olabiliyor. Bir tatil havası dışında gerçek bir Maldivler adasının nasıl bir deneyim olduğunu merak ettiğimizden, buraya kadar gelmişken Meeru’nun hemen yanındaki Difuşi (Dhiffushi) adasına yapılan günlük kültür turuna katılalım istedik. Balıkçılık ve turizmle geçinen ada sakinlerinin çoğunluğu, okulların tatil olması dolayısıyla yakındaki komşu ülkelere tatile gittiğinden olacak, Difuşi Adası daha bir sakin geldi bize.

Adanın eski ve yeni camisi, okulu ve sokaklarında gördüklerimiz, hayatın gerçekten acele etmeden de yaşanabileceğinin bir kanıtı gibiydi. Mercan kayalarından yapılan ev duvarlarının güzelliği bir yana, sokakların sürekli olarak kadınlar tarafından süpürüldüğü için temiz olması gerçekten hayranlık uyandırıcıydı. Herkes kendi kapısının önünü süpürse, sokaklar tertemiz olabiliyormuş, bunu yaşayarak gördük.

Adadaki her hane, içme suyunu kuyulardan temin ediyor. Suyu azalan ya da kuraklık yüzünden bitenler, belediye tarafından imece usulüyle kurulan su toplama merkezindeki çeşmeden para ödemeden içme sularını alıp evlerine götürebiliyorlar. İnsanların evlerinin önündeki hamaklarında sakin ve hiç acelesiz bir şekilde sohbet ederek zaman geçirmeleri, günün her anında kendini bir şey yapmaya zorunlu hisseden şehirli insanların kolay alışamayacağı bir zihin durumu olsa gerek.

Difuşi Adası’ndan döndükten sonra kalan zamanda dinlenirken, sakin bir hayatın sanıldığı kadar kolay yaşanamayacağı üzerine düşünmeye zamanım oldu. Durmadan bir şey yaparak mutluluğa ve huzura ulaşacağına inandırılmış olan bizler, hiçbir şey yapmadan yalnızca kendi içlerindeki huzuru yaşayan Maldivlilerin durumunu anlamakta zorlanıp onları kendi değerlerimizle tembellikle ve çalışmamakla suçlama kolaylığına da sığınabiliyoruz. Oysa onlar yalnızca kendi içlerinde keşfettikleri huzurun getirdiği o zihin halini hiç itiraz etmeden kabul edip yaşıyorlar.

Adanın Mercan Resiflerine Dalarken

Tüple keşif dalışında su çok berrak olmadığından mercanları ve sualtı canlılarını tam olarak görememiştik. Sonrasında kiraladığımız şnorkel ve paletlerle daldığımızda gördüğümüz manzara bizi gerçekten büyülemişti. Dahası olduğunu, lagünün sınırları içinde daha görkemli ve renkli mercan resifleri olduğunu öğrendiğimiz anda gitmek için yazıldık. Ertesi gün, sabah tekneye bindiğimizde, bir gün önceki Difuşi gezisindeki rehberimiz Zaim’in burada da şnorkel dalışı grubuna rehberlik edeceğini gördük. Daha önceki tanışıklığımız ve ilgimizi bildiğinden bizi yakınına çağırdı. Tekne hareket ettikten sonra herkese mercan resiflerine şnorkelle dalışta nelere dikkat edilmesi gerektiğini kısaca anlatıldı. Kolayca balıkları tanımamız için tanıtım kartlarını da dağıttı ve tüm deneyimle ilgili plan ve rotayı anlattı. Mercanların çok sığlaştığı yerlere girmemizi kesinlikle önermiyordu Zaim. Panikleyip üzerinde ayağa kalkmaya çalışırken mercanlara zarar verebileceğimizi hatta kendimizi de yaralayabileceğimizi söyledi. Ne kadar hoşumuza gitse de hiçbir deniz canlısına ve mercanlara dokunmayacaktık. Mercanlara zarar verdiğimizi görürse, yasanın verdiği yetkiyle, 500 ABD Doları para cezası kesmek zorunda kalacağını konusunda da özellikle uyardı. Maldivler’in doğal güzelliklerini korumak konusundaki bu kararlığı gerçekten takdir ediciydi. El Nino sırasında renkleri açılan mercanların hızla kendine gelebilmesi için insanların yaratacakları zararı en aza indirmek istiyorlardı.

Tekne suya gireceğimiz yere vardığında, heyecanla maske ve paletleri takıp suya atladık. Ardından, daha önce de söylenildiği gibi yüzmeye ve dipteki mercanların güzelliğini seyre başladık. Sualtındaki yaşam inanılmaz güzeldi. Bayrak balıkları çift olarak yan yana yüzerlerken aniden birbirlerini kovalamaya başlıyorlardı. Birçok çeşidi olduğunu öğrendiğim kelebek balıkları da sürü halinde yol alıyorlar, topluca mercanlarda buldukları yemeklerini yiyorlardı. Bir tane mavi cerrah balığının peşine takılıp gruptan sığlığa doğru yüzmeye başladım. Hem fotoğraf çekiyor hem de videoya alıyordum gördüklerimi. Mavi cerrah balığı 50 kadar arkadaşının arasına karıştı ve ben de sürüyü takip etmeye başladım. Arada gördüğüm pikaso tetik balığı gibi renkli ve ilginç olanlar, görüntüyü daha da çekici kılıyordu. Kendimden geçmiştim. Farkına bile varmadan, gruptan ayrılmış, sığlık mercan kayalarının üzerine sıkışmıştım. Bir yandan maskemin içine su girmişti, hortumum suyla dolmuştu. Suyu hızlı bir nefesle dışarıya fışkırttım ve ayağa kalkmamam gerektiğini içimden tekrarlayarak paletlerin mercanlara çarpacağından korkarak yalnızca ellerimle suyu iterek derinlere doğru yavaş yavaş ilerledim. Güvenli derinliğe ulaştığımda, maskemdeki ve hortumumdaki suyu boşalttım. Toplanıp tekneyle geriye dönerken, bu ilk sualtı görüntü avcılığı deneyimimin bana nasıl heyecan getirdiğini düşünüyordum.

Duniye Kaplıcası’nda Biz Bizden Geçtik

Şnorkel dalış grubunda tanıştığımız yeni evli çiftle akşam yemeğinden sonra canlı müzik dinlemeye gittiğimiz Dhoni Bar’da sohbet ederken, gerçekten bedenimizi ve ruhumuzu rahatlatmak istiyorsak, adadaki Duniye Kaplıcası’nda mutlaka Bali masajı yaptırmamız gerektiğini söylediler. Bu fikir çok hoşumuza gitti. Ertesi günün akşamı randevu aldık. Güneş batmadan az önce adanın kuzey ucundaki Duniye Kaplıcası’na ulaştık. Buradaki Jakuzili Su Üzeri Villaları’nın yanı başında yine su üzerindeki kaplıcayı görünce, hayran kaldık. Terapi öncesi bize nasıl bir uygulama istediğimiz soruldu. Merak ettiğimden ben derin dokuya canlandırıcı masaj istediğimi söyledim. İkram edilen meyve sularını içtikten sonra terapi odasına alındık. Yan yana iki masaj masası vardı. Masaj için soyunup hazırlanmanın ardından önce yüzüstü şekilde masalarımıza yattık. Odanın sakinliği, çalan müziğin hoş sadası ve yakılan tütsünün güzel rahatlatıcı kokusu, bir dinginliğin kollarına bırakmıştı bizi. Sanki başka bir alemdeydik. Yüzüstü yatarken, gözüm yerdeki camdan görünen balıkların hareketine takıldı. O sırada Bali stili masaj terapisi de başladı.

Sürekli masa başında oturmaktan boyun ve sırt bölgelerim hassaslaşmıştı. Özellikle o bölgeye odaklı bir terapi istediğimi söyledim. Hem kaslarımın gevşemesini hem de ellerin bedenimde kolayca kaymasını sağlayan masaj yağını sürdükten sonra, sırt bölgemde avuçiçi, dirsek ve el ayasıyla uygulanan baskılı masajları hissetmeye başladım. Kas ve tendonlarıma uygulanan baskı giderek artıyordu. Refleks olarak karşı koymak yerine her doz artışında bir kademe daha gevşediğimde, bedensel gerginliğimin giderek azaldığını hissediyordum. Ulaştığım bu aşırı rahatlık durumunda uykuya dalmayı beklerken tersine bir canlılığın içimde yayılmaya başladığını hissettim. Derin bir gevşeme ve rahatlama sonucunda, zihnim daha aktif bir konuma geçmiş, duyu organlarım daha keskinleşmişti. Son olarak başıma ve boynuma odaklı terapiyle beraber bu keskinlik iyice zirve noktasına ulaştı. Terapi tamamen bitip de dinlenme salonuna alındığımızda sunulan zencefil çayı, yaşadığım deneyimin bedenimde sırlanıp kapatılmasını sağlayan bir iksirdi adeta.

Hint Okyanusu’nda Büyük Balık Avı

Sabahın 5’inde bizi iskelede bekleyen Dhoni’ye binerken, benim tatilde bu kadar erken (Türkiye saatiyle sabahın 2’si) ne işim var burada diye söyleniyordum. Akşam aldığım masaj terapisinden sonra gittiğimiz bardan geç saatte çıkıp odaya gece yarısını biraz geçe varmıştık. Çok fazla uyumaya bile ihtiyaç duymadan, bizi Hint Okyanusu’nda büyük balık avlamaya götürecek olan yerel tekneyi beklemek için jetiye gitmiştik.

Açıkçası uzun yıllardır balık tutmaya gitmemiştim. Genelde sahilden attığım kamış oltadaki yeme aldanan birkaç şaşkın balıktan öteye anlatabileceğim büyük av maceram olmamıştı.

Ancak buraya gelince, böyle bir deneyimi yaşamadan dönmenin büyük bir kayıp olacağına inandığımızdan, tüm ada hala uyurken biz avlanacağımız sahaya doğru hızla ilerliyorduk. Ben, bir yere gidip orada olta atacağımızı sanırken, sahilden açılalı daha 1 mil bile olmadan elimize kamış oltaların tutuşturulmasına şaşırmıştım. Üstelik bu alıştığım küçük oltalara da hiç benzemiyordu, kalın misinalı, en az 10-15 kiloluk balıklar için olan büyük bir oltaydı.

Teknede bizim gibi balığa çıkan diğer çift de ancak bizim kadar bu konuda deneyimli görünüyordu. Teknedeki kaptan ve diğer iki mürettebatın işlerini çok iyi bildiklerinden emindim. Gayet güleryüzlü ve neşeliydiler, sabahın bu saati olmasına rağmen. Ben teknede yarım saat önce tanıştığımız genç damatla balık tutmanın erdemleri üzerine konuşuyordum. Her şey kişinin bekleme ve sabretme faziletlerini geliştirmesiyle ilgiliydi. Bu, insanla avı arasında eşit koşullarda bir savaştı. Bu savaşı kazanan da genelde balığı yapay yemlerle kandırıp oltaya saldırmasına neden olan insanoğluydu. Bana kalsa bu derin sohbeti daha sürdürecektim; ancak oltamda büyük bir gerilme oldu. Hemen oltayı bana hazırlayıp vermiş olan görevliye geri vermek için hamle yaptıysam da tersine oltayı daha çok sarılmam ve yakalanan balığı çekmem için işaret etti. Üstelik bir de kamışın temelini daha sağlam yere oturtmam ve gücümü daha iyi kullanmam için bana olta kemeri takıldı. O zaman balığı tekneye benim çekeceğimi anladım ve makarayı sarmaya devam ettim. Aramızdaki mesafe azaldıkça balık daha da kuvvetli asılıyordu. Balık başka yöne doğru salvo yaptığında kamışı yukarıya doğru çekip aradaki boşluğu alıp daha hızlı misinayı sarıyordum. En sonunda balık suyun üzerine sıçradığında, hepimizden bir sevinç çığlığı yükseldi. Tekneye aldığımız, bir metre uzunluğunda, Wahoo adıyla bilinen bir tropikal balıktı. Hayatımda yakaladığım en büyük ve en uzun balıktı. Barakudayla karıştırılan bu balık türü, tropik suların en hızlı balıklarındandı.

Kısa süre sonra bir heyecanlı haykırış da, sohbet ettiğimiz genç damattan yükseldi. Zorlu bir çabanın ardından o da benimkinden biraz daha küçük bir Wahoo’yu tekneye almayı başardı. Hemen ardından eşinin oltasına bir balık takıldı. Genç kız ummadığım bir çeviklikle kamışa asıldı ve misinayı büyük bir güçle sarmaya başladı. Sonradan yakaladığı balığın, 3-4 kiloluk küçük bir Tunny balığı olduğunu görünce, bu işin nasıl bu kadar kolay üstesinden geldiğini anladım.

Avın sonunda, teknedeki herkes bir balık tutmuştu ve mutluydu. Önceden hazırlanmış hafif kahvaltımızı yedik ve geriye döndük. Bu kadar büyük bir balık tutabileceğimi hiç umut etmiyordum. Yakaladığım balığın akşam yemeğinde bana servis edilmesi için görevlilere rica ettim. O gün bütün günüm balığı nasıl yakaladığımı konuşmakla ve dinlenmekle geçti. Akşam olup da Wahoo’nun kocaman 4 bütün dilimiyle süslü tabağı gördüğümde, akşam yemeğimi alın terimle avlamış olmanın getirdiği o ilkel güdüyle daha iştahla yemeğimi yedim. Laf aramızda, insanın kendi yakaladığı okyanus balığını yemesi gerçekten büyük bir zevkmiş.

Lezzetli Uzakdoğu Deniz Ürünleri

Hint Okyanusu ortasında bir adada tatildeyken, doğal olarak günlük öğünlerde deniz ürünlerini tercih ediyorduk. Ancak yine de akşam olduğunda bir alakart lokantada farklı lezzetleri tatmayı da buraya geldiğimizden beri istiyorduk. Adanın en güney ucunda, denizin üzerine inşa edilen büyük Asya Wok lokantasının bu isteğimizi yerine getirecek bir yer olduğunu duymuştuk. Burada çok başarılı bir Teppanyaki ustasının da olduğunu duyduğumuzda, uzun zamandır peşinde olduğumuz bu deneyimi gerçekleştireceğimiz yerin burası olduğunu anladık.

Japonlardan çok yabancıların sevdiği bir yemek pişirme yöntemi olan Teppanyaki, ilk olarak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir Japon lokantaları zincirinde ortaya çıkmış ve oradan dünyaya yayılmış. En büyük özelliği de düz bir ve geniş bir pişirme alanının önünde özel gösterilerle yemeğin pişirilip eğlenceli bir şekilde sunulması. Küçükken beğenmediğim yemeğimi çatalımla değişik şekillere sokup yemediğimde, “yemekle oyun oynanmaz” diyerek beni teşvik etmeye çalışan büyüklerimin Teppanyaki’yi o zamanlar bilmemelerini doğal karşılıyorum.

Ancak, Meeru Adası’ndaki son gecemizde ne yazık ki Teppanyaki masasında yer ayıramamıştık. Çok popüler olan bir masa için en azından 24 saat öncesinden yer ayırtmak gerekiyordu.

Biz de bir gün önceden istekte bulunmadığımız için masa başka bir müşteri tarafından ayrılmıştı. Hayal kırıklığımızı bir kenara bırakıp, yine Japon yemekleriyle devam etmeye, güzel bir Japon akşamı deneyimlemeye karar verdik.

Lokantaya girdikten sonra ortamı biraz inceledikten sonra bize ayrılan masaya oturduk. Yemekte başlangıç olarak Japon usulü Miso Çorbası istedik. Güney Kore’nin başkenti Seul’de Miso adında bir geleneksel tiyatro olduğunu bildiğimden, çorbanın bu şekilde adlandırılması bana gülünç de geldi. Bizdeki tarhanaya benzer şekilde yapılan Miso macunu, kurutularak saklanıyor ve etsuyu ile birlikte inceltilip isteğe göre birçok malzemeyle karıştırılıp servis ediliyor. Lezzetli çorbalarımızı bitirdikten sonra yine Japon usulü deniz ürünleri tabağına karar verdik. Izgara karides, kalamar ve tropik balıklardan oluşan ana yemeğimizi bitirdikten sonra Tempura dondurma ve Tempura muz’dan oluşan tatlılarımızla lezzet turumuzu tamamladık.

Asıl sürprizi hesap geldiğinde yaşadık. Bu kadar renkli, çeşitli ve lezzetli yemeğin bu kadar ekonomik fiyatlarda servis edildiğini görünce çok şaşırdım ve çok da sevindim. Lokantadan mutlu ve tatmin olmuş şekilde ayrıldık.

Ertesi sabah, sonraki ada olan Kuramathi’ye gitmek için Meeru Adası’ndan hızlı tekneyle Male’ye gittiğimizde, yeni heyecanların bizi beklediğini bilmiyorduk. Bu upuzun Maldivler tatilimizin kalan bölümünü sonraki sayıda anlatacağız. Hayatın güneşli yanıyla yeniden görüşmek üzere şimdilik hoşça kalın.

Bu yazı 2014 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 83. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir