Yazı: Prof. Dr. M – Fotoğraflar : O. Metehan Kurt
Çoğumuzun çocukluk hatırasıdır buğulu camı ellerimizle sıyırıp dışarıya göz ucuyla bakmamız. Belki okula, annemiz babamız giydirip çıkmadan .. Yapraklar uçuşurken bir taraftan..Serçeler kaldırımda, bahçe toprağında o günkü nasiplerinin peşinde, mekanik bir sıçramaymış gibi görünen tatlı yürüyüşleriyle gözünüze çarptı mı bilmem. Ama ben , hep fark ettim onları; ne yer ne içerler nerde uyurlar nerde yatarlar.. Kaçımız düşündü bir serçenin bir kumrunun yada bir meydan güvercininin günlük yaşamını. Mahkum mudurlar çatı kuytu köşelerinde yaşamaya, biz mi onların yurdundayız onlar mı bizim tarih ve yurdumuzda, biz hep mi böyleydik yoksa dostça yaşadığımız dönemlerde olmuş muydu kuşlarla. Doğal yaşamın bir parçası olarak saymış mıydık onları kafeslere mahkum etmeden önce. Gri, zevksiz beton yığınlarında yer ayırmış mıydık, ıslak balkon demirinde, kabarmış tüyleriyle etrafı seyreden şehir kuşlarına. Geçmişle ne kadar övünülür ayrı konu ama biz böyle değildik yitirmemiştik ruhlarımızın inceliklerini bir zamanlar .
Anadolu insanı uçabilmeleriyle kuşları meleklere benzetmiş onlar gibi yerle gök arasında gezebilen ilahi varlıklar olarak kabul etmiş, birçok canlıdan öte onlara daha fazla ilgi göstermiş, kendi dünyalarında onlara mimari olarak yer ayırmışlardır.
Ağırlıklı olarak 14.yy den itibaren kendi kimliği ile Türk İslam mimarisinde tüm bu şefkat ve sanat hisleri canlı ve ilahi sevgisi yansımalarda bulunmuştur.
Kuşlara olan bu sevgi medrese, cami, han, türbe, okul, köprü imaret, şifa hane, kışla, kütüphane ve evlerde minyatür yapılar olarak karşımıza çıkmıştır.
Kimi zaman sevdalıları korusun diye kumrulara, kimi zamanda yangından korusun diye kırlangıçlara yuvalar yapılmıştır. Yuvalar bu nazik varlıklar düşmanlarından korunabilsin diye ve hangi kuşa göre yapıldıysa onun girebileceği genişlikte bir kapılı, yüksek ve dik yüzeylere şiddetli rüzgârdan korunaklı güneş gören açılara yerleştirilmiş saçak altlarındaki kornişliklere monte edilmiştir.
Ya duvar içine oyularak kırılan tuğlalar boşa gitmesin diye genişletilerek, duvar içine boşluk bırakılarak yapılmışlardır. Ya da duvara monte edilmiş kabartma, oyma, sıvama teknikleriyle yapılmışlardır. Birde ahşap binalarda konsollar üzerine oturtularak, tutkalla yapıştırılarak yapılmış kuş evleri imar edildiğini biliyoruz. Ancak İstanbul’un meşhur yangın denizlerinden sağ çıkmış bir örneğine rastlayamamaktayız maalesef. Ancak meşhur İstanbul yangınlarından sağ sağlim çıkmış bir ahşaptan yapılma kuş evi örneğine rastlamak mümkün değil.
Duvar içine oyma şeklinde olan kuş evlerinde dıştan görünüşte sadelik hâkimdir. Osmanlı mimarisinin hâkim yapıtaşı olan küfeki taşlarından oyularak yapılmış; kimi dışarıdan sadece bir delik olarak görülen kimi bu deliğin altında bir tünek konsolu etrafında da kabartma bir çerçeve yapılmış haldedirler. Süleymaniye Camiinin ana kubbe kemerlerinin dış üst yüzeyinde bir siteyi andıran asimetrik halde sıralanmış çok delikli haliyle güzel bir örneği bulunmaktadır. Üsküdar ayazma Camisinde çok katlılarla birlikte birçok duvar oyması kuş evi göze çarpar. Yine Fatih Camisi kütüphanesinde, Kapalıçarşı Çuhacı Han’da, Eminönü Yeni Cami kıble duvarında, Üsküdar Yeni Valide Camisi, Üsküdar Abdül Halil Paşa türbesi duvarlarında da bu tarzın güzel örneklerine rastlanmaktadır. Ya da sadece Üsküdar ayazma camisini gezseniz duvar içi oymasından konsol üstü cumbalı cihannümalı kafesli oymalı olanına kadar birçok kuş evi kuş köşkü veya serçe saray görebilirsiniz.
Laleli çukur çeşme hanında kırmızı kiremitten yapılmış tonozların arasında tek gözlü halini görüyoruz. Dört tuğlanın birbirine destek yapmasıyla geniş girişli alt tuğlanın öne doğru konsol gibi uzatılarak giriş çıkışları ve tünemeyi kolaylaştıran bir yapısı vardır. Kapalı çarşı çuhacı handa, Eminönü yeni cami kıble tarafında, Üsküdar Abdülhalil paşa türbesinde, Çakmakçılar büyük yeni handaki bu türün içten oymalı dışta ise kimisinde kabartma çerçeveli, konsol-balkon- girişli örnekleri de vardır.
Diğer örnekleri ise daha ayrıntılı, zarif işçiliği ve sanat değeri yüksek eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birini Beyazıt ta Seyyid Hasan paşa medresesinde görmekteyiz. Baklava dilimi döşenmiş kırmızı tuğla saçakların altında bina cephesinin köşesine yakın, malakari tekniği ile sıvadan yapılmış, dört katlı, en alt kat yuvaları duvar içine gömme,ikinci katı,yanlardan iki önden üç küçük girişli, sıva üstü kaplama oymalı, birinci kattan yükselen, dilimli dört dış sütun üzerine oturtulmuş, tabla üzerinde yan kapılarının önündeki rampalarla, daha geniş ama korunaksız balkonlarla tek şerefeli kabartma sıvadan yapılmış minyatür cami minarelerinde son bulur. Ana ve son kat olan dördüncü katla, ikinci katın arasında yine dilimli ancak sıva üstü küçük bölümlerden oluşan; sanki hane halkından olmayıp ta gelip geçen yolcuların sığınabileceği geniş gözlü önü açık tarzda diğer katlarla bağlantısız yapılmış bir üçüncü kat bulunur.
Boşlukta duran balkonların rampalarla bağlandığı dördüncü kat ise asıl kısmı oluşturur ve sıva üstü, ön kısmı bir cumbayı andıran çıkıntılı, geometrik şekilli sıva oymalı, yan kanatları biraz daha geride çiçek deseni oymalı, üstü kurşun kaplama çatısıyla bu serçe köşkü tam bir sanat eseridir.
Bunun gibi saray görünüşlü sanat ve işçilik değeri yüksek olan darphane binası iç avlusundaki kuş köşkü, Üsküdar yeni valide camii küfeki taşı oyması, nerdeyse kuşlar için yapılmış bir camiyi andıran kuş evi, üzerinde birden fazla ve farklı tarzlarda kuş evleri yapılmış olan Üsküdar ayazma camisindeki kuş sarayı, Nuruosmaniye camisindeki çok katlı, sıva üstü , maşallah hatlarıyla çevrelenmesine rağmen ön cepheleri zamanın tahribatına dayanamamış olan kuş köşkleri de sanat ve işçilik değeri yüksek olan en güzel kuş evi örneklerinden bazılarıdır.
Üsküdar da Selimiye, Doğancılar ve Ayazma Camiileri, Fatihte Fatih Camii ve kütüphanesi, Bali Paşa camii, kapalı çarşı çuhacılar(nesi!), Eyüp sultan camisi kapısı, Yeni cami, Süleymaniye camii, Eyüp Şah sultan sıbyan mektebi, Laleli üçüncü Mustafa, üçüncü selim türbeleri, Çarşı kapı Kara Mustafa paşa medresesi bu eserlerden bir çırpıda sayılabilecek ama İslam mimarisinin zirveye ulaştığı İstanbul içinde denizde damla kalacak eserlerdir. Bu eserler İslam eserleriyle sınırlı kalmayıp kilise ve sinagoglarda da tek tük rastlanır. Balat Ahride sinagogu ve gasil hanesi bunlardan yalnızca birisidir. Günümüze yakın zamanlarda da Bağdat caddesinde ve Eminönü Laleli de gaz beton oyması birkaç kuş evinden haberdarız, ancak bunlar şahsi gayretlerin ötesine geçemeyen eserlerdir.
Köprü, kışla, medrese, camii, türbe, saray, konak, han demeden kuş evi, kuş köşkü, serçe sarayı adıyla bu eserler kamuya ait ya da şahsa ait demeden, şehrin asli unsurları arasında görülür. Kuşlar ve diğer canlıların kendi doğal medeniyetlerini işgal eden insanoğlu bunun eksiklerini gidermeye çalışmış Türk İslam mimarisiyle zirveye taşımış kendisi için istediğini başkası için de isteyebilme olgunluğunu kalıcı mühürlerle geçmişten geleceğe taşımayı bilmiştir.
Anadolu medeniyetinin temelleri, çekirdeği hatta meyvesi sayılabilecek bu eserler bizlerde de yeni bir dönüşümü, tabiata, insan / hayvan / bitki demeden tüm canlılara daha duyarlı bir varlık haline gelmemize sebep olabilir mi? Temennimizdir.
Çoğumuzun çocukluk hatırasıdır buğulu camı ellerimizle sıyırıp dışarıya göz ucuyla bakmamız. Belki okula, annemiz babamız giydirip çıkmadan ..Yapraklar uçuşurken bir taraftan..Serçeler kaldırımda, bahçe toprağında o günkü nasiplerinin peşinde, mekanik bir sıçramaymış gibi görünen tatlı yürüyüşleriyle gözünüze çarptı mı bilmem. Ama ben , hep fark ettim onları; ne yer ne içerler nerde uyurlar nerde yatarlar.. Kaçımız düşündü bir serçenin bir kumrunun yada bir meydan güvercininin günlük yaşamını. Mahkum mudurlar çatı kuytu köşelerinde yaşamaya, biz mi onların yurdundayız onlar mı bizim yurdumuzda, biz hep mi böyleydik yoksa dostça yaşadığımız dönemlerde olmuş muydu kuşlarla. Doğal yaşamın bir parçası olarak saymış mıydık onları kafeslere mahkum etmeden önce. Gri, zevksiz beton yığınlarında yer ayırmış mıydık, ıslak balkon demirinde, kabarmış tüyleriyle etrafı seyreden şehir kuşlarına. Geçmişle ne kadar övünülür ayrı konu ama biz böyle değildik yitirmemiştik ruhlarımızın inceliklerini bir zamanlar .
Anadolu insanı uçabilmeleriyle kuşları meleklere benzetmiş onlar gibi yerle gök arasında gezebilen ilahi varlıklar olarak kabul etmiş, birçok canlıdan öte onlara daha fazla ilgi göstermiş, kendi dünyalarında onlara mimari olarak yer ayırmışlardır.
Ağırlıklı olarak 14.yy den itibaren kendi kimliği ile Türk İslam mimarisinde tüm bu şefkat ve sanat hisleri canlı ve ilahi sevgisi yansımalarda bulunmuştur.
Kuşlara olan bu sevgi medrese, cami, han, türbe, okul, köprü imaret, şifa hane, kışla, kütüphane ve evlerde minyatür yapılar olarak karşımıza çıkmıştır.
Kimi zaman sevdalıları korusun diye kumrulara, kimi zamanda yangından korusun diye kırlangıçlara yuvalar yapılmıştır. Yuvalar bu nazik varlıklar düşmanlarından korunabilsin diye ve hangi kuşa göre yapıldıysa onun girebileceği genişlikte bir kapılı, yüksek ve dik yüzeylere şiddetli rüzgârdan korunaklı güneş gören açılara yerleştirilmiş saçak altlarındaki kornişliklere monte edilmiştir.
Ya duvar içine oyularak kırılan tuğlalar boşa gitmesin diye genişletilerek, duvar içine boşluk bırakılarak yapılmışlardır. Ya da duvara monte edilmiş kabartma, oyma, sıvama teknikleriyle yapılmışlardır. Birde ahşap binalarda konsollar üzerine oturtularak, tutkalla yapıştırılarak yapılmış kuş evleri imar edildiğini biliyoruz. Ancak İstanbul’un meşhur yangın denizlerinden sağ çıkmış bir örneğine rastlayamamaktayız maalesef. Ancak meşhur İstanbul yangınlarından sağ sağlim çıkmış bir ahşaptan yapılma kuş evi örneğine rastlamak mümkün değil.
Duvar içine oyma şeklinde olan kuş evlerinde dıştan görünüşte sadelik hâkimdir. Osmanlı mimarisinin hâkim yapıtaşı olan küfeki taşlarından oyularak yapılmış; kimi dışarıdan sadece bir delik olarak görülen kimi bu deliğin altında bir tünek konsolu etrafında da kabartma bir çerçeve yapılmış haldedirler. Süleymaniye Camiinin ana kubbe kemerlerinin dış üst yüzeyinde bir siteyi andıran asimetrik halde sıralanmış çok delikli haliyle güzel bir örneği bulunmaktadır. Üsküdar ayazma Camisinde çok katlılarla birlikte birçok duvar oyması kuş evi göze çarpar. Yine Fatih Camisi kütüphanesinde, Kapalıçarşı Çuhacı Han’da, Eminönü Yeni Cami kıble duvarında, Üsküdar Yeni Valide Camisi, Üsküdar Abdül Halil Paşa türbesi duvarlarında da bu tarzın güzel örneklerine rastlanmaktadır. Ya da sadece Üsküdar ayazma camisini gezseniz duvar içi oymasından konsol üstü cumbalı cihannümalı kafesli oymalı olanına kadar birçok kuş evi kuş köşkü veya serçe saray görebilirsiniz.
Laleli çukur çeşme hanında kırmızı kiremitten yapılmış tonozların arasında tek gözlü halini görüyoruz. Dört tuğlanın birbirine destek yapmasıyla geniş girişli alt tuğlanın öne doğru konsol gibi uzatılarak giriş çıkışları ve tünemeyi kolaylaştıran bir yapısı vardır. Kapalı çarşı çuhacı handa, Eminönü yeni cami kıble tarafında, Üsküdar Abdülhalil paşa türbesinde, Çakmakçılar büyük yeni handaki bu türün içten oymalı dışta ise kimisinde kabartma çerçeveli, konsol-balkon- girişli örnekleri de vardır.
Diğer örnekleri ise daha ayrıntılı, zarif işçiliği ve sanat değeri yüksek eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birini Beyazıt ta Seyyid Hasan paşa medresesinde görmekteyiz. Baklava dilimi döşenmiş kırmızı tuğla saçakların altında bina cephesinin köşesine yakın, malakari tekniği ile sıvadan yapılmış, dört katlı, en alt kat yuvaları duvar içine gömme,ikinci katı,yanlardan iki önden üç küçük girişli, sıva üstü kaplama oymalı, birinci kattan yükselen, dilimli dört dış sütun üzerine oturtulmuş, tabla üzerinde yan kapılarının önündeki rampalarla, daha geniş ama korunaksız balkonlarla tek şerefeli kabartma sıvadan yapılmış minyatür cami minarelerinde son bulur. Ana ve son kat olan dördüncü katla, ikinci katın arasında yine dilimli ancak sıva üstü küçük bölümlerden oluşan; sanki hane halkından olmayıp ta gelip geçen yolcuların sığınabileceği geniş gözlü önü açık tarzda diğer katlarla bağlantısız yapılmış bir üçüncü kat bulunur.
Boşlukta duran balkonların rampalarla bağlandığı dördüncü kat ise asıl kısmı oluşturur ve sıva üstü, ön kısmı bir cumbayı andıran çıkıntılı, geometrik şekilli sıva oymalı, yan kanatları biraz daha geride çiçek deseni oymalı, üstü kurşun kaplama çatısıyla bu serçe köşkü tam bir sanat eseridir.
Bunun gibi saray görünüşlü sanat ve işçilik değeri yüksek olan darphane binası iç avlusundaki kuş köşkü, Üsküdar yeni valide camii küfeki taşı oyması, nerdeyse kuşlar için yapılmış bir camiyi andıran kuş evi, üzerinde birden fazla ve farklı tarzlarda kuş evleri yapılmış olan Üsküdar ayazma camisindeki kuş sarayı, Nuruosmaniye camisindeki çok katlı, sıva üstü , maşallah hatlarıyla çevrelenmesine rağmen ön cepheleri zamanın tahribatına dayanamamış olan kuş köşkleri de sanat ve işçilik değeri yüksek olan en güzel kuş evi örneklerinden bazılarıdır.
Üsküdar da Selimiye, Doğancılar ve Ayazma Camiileri, Fatihte Fatih Camii ve kütüphanesi, Bali Paşa camii, kapalı çarşı çuhacılar(nesi!), Eyüp sultan camisi kapısı, Yeni cami, Süleymaniye camii, Eyüp Şah sultan sıbyan mektebi, Laleli üçüncü Mustafa, üçüncü selim türbeleri, Çarşı kapı Kara Mustafa paşa medresesi bu eserlerden bir çırpıda sayılabilecek ama İslam mimarisinin zirveye ulaştığı İstanbul içinde denizde damla kalacak eserlerdir. Bu eserler İslam eserleriyle sınırlı kalmayıp kilise ve sinagoglarda da tek tük rastlanır. Balat Ahride sinagogu ve gasil hanesi bunlardan yalnızca birisidir. Günümüze yakın zamanlarda da Bağdat caddesinde ve Eminönü Laleli de gaz beton oyması birkaç kuş evinden haberdarız, ancak bunlar şahsi gayretlerin ötesine geçemeyen eserlerdir.
Köprü, kışla, medrese, camii, türbe, saray, konak, han demeden kuş evi, kuş köşkü, serçe sarayı adıyla bu eserler kamuya ait ya da şahsa ait demeden, şehrin asli unsurları arasında görülür. Kuşlar ve diğer canlıların kendi doğal medeniyetlerini işgal eden insanoğlu bunun eksiklerini gidermeye çalışmış Türk İslam mimarisiyle zirveye taşımış kendisi için istediğini başkası için de isteyebilme olgunluğunu kalıcı mühürlerle geçmişten geleceğe taşımayı bilmiştir.
Anadolu medeniyetinin temelleri, çekirdeği hatta meyvesi sayılabilecek bu eserler bizlerde de yeni bir dönüşümü, tabiata, insan / hayvan / bitki demeden tüm canlılara daha duyarlı bir varlık haline gelmemize sebep olabilir mi? Temennimizdir.
Medeniyet Kuşları Ya Da Medeniyet Kuşları – Bu yazı 2007 yılının mart ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 02. sayısından alınmıştır.