Endülüs’ün Muhteşem Saray Şehri: Endülüs’ün altın çağı olarak nitelendirilen Endülüs Emevi yönetimi döneminde III. Abdurrahman (Abdurrahman en-Nâsır) tarafından bir kır sarayı olarak inşa edilen Medinetü’z-Zehra, surlarla çevrili bir tepede yer alıyordu.
Altı yıl evvelki Endülüs gezimizde Medinetu’z-Zehra’nın varlığından haberdar olmuş ancak görme fırsatımız olmamıştı. Hala, Medinetu’z-Zehra, tur programlarında pek yer almamakta… Medinetu’z-Zehra hakkında bilgi edindikçe, orayı görme isteğim çoğalıyordu. Geçtiğimiz Ekim ayında nihayet orayı görme fırsatım oldu. İbretlik, trajik, muhteşem bir olayla karşı karşıyaydım!
Yazı ve Fotoğraflar: Yaşar Şadoğlu
Washington Irwing, Elhamra sarayını anlattığı eserinde, muhteşem sarayların trajedisinden söz eder. 19. Yüzyılın ortalarında ziyaret ettiği Elhamra’yı, dilenci ve serkeşlerin istilasına uğramış harabe halde görür. Kitabında, bir zamanlar ihtişamlı ve çok kibirli yaşamların sürdüğü çoğu sarayların, daha sonra, dilencilerin ikametgahına döndüğünü çok defa müşahede ettiğini yazar. Medinetu’z-Zehra da bir zamanlar dillere destan bir sarayken, bir isyan sonucu yerle bir ediliyor. Ancak yüzyıllar sonra keşfedilip gün ışığına çıkma imkanı doğuyor. Ve ortaya çıkan tablodan, Endülüs medeniyetinin bütün güzelliklerini yansıtan bir şaheser olduğunu görüyoruz.
Endülüs’ün altın çağı olarak nitelendirilen Endülüs Emevi yönetimi döneminde III. Abdurrahman (Abdurrahman en-Nâsır) tarafından bir kır sarayı olarak inşa edilen Medinetü’z-Zehra, surlarla çevrili bir tepede yer alıyordu. Sarayın yeri, Kurtuba’nın (Cordoba) kuzeybatısı tarafındaki Vadi’ül-Kebir (Guadalquivir) nehrine bakmaktadır. Kulelerle takviye edilmiş surlarla çevrilidir. Kurtuba şehir merkezine 5 km mesafede bulunmaktadır.
937 yılında yapımına başlanan saray, son şeklini 977 yılında II. Hakem döneminde almıştır. Başka bir ifadeyle sarayın tamamlanması yaklaşık 40 yıl sürmüştür. III. Abdurrahman bu saraya, gözde hanımı Zehrâ’nın ismini vermiştir.
Etrafı surlara çevrili olduğu ve devasa büyüklüğü nedeniyle “şehirsaray” olarak nitelendirilir. Üç teraslı bir şemaya göre düzenlenen kompleksin en üstünde halifenin sarayı, aşağılarda ise devlet daireleri ve köşkler yer alır. Orta kısımda geniş bir avlu ve bahçelerden oluşmaktadır. Aşağıda güney tarafında ise Zehrâ Câmii inşaedilmiştir.
İlk namaz, 22 Ocak 941 Cuma günü, III. Abdurrahman’ın da iştirakiyle Kadı Ebu Abdullah b. Ebu İsa tarafından kıldırıldığı rivayet edilmektedir. Camide, son derece ihtimamla ve estetik zevkle dekore edilmiş sütunlardan meydana gelen beş koridor bulunuyordu. Bu caminin kalıntılarına 1960’lı yıllarda yapılan kazılar sırasında rastlanmıştır. Bu kazı sonuçlarına göre planı ortaya çıkmıştır. Caminin onarımına yeni başlanmıştır.
Tarihçi Makkari’nin verdiği bilgilere göre; Sarayın genişliği 1.500 zirâ (750 metre), uzunluğu ise 2.700 zirâ (1500 metre) olarak tespit edilmiş olup dikdörtgen biçimindedir. Sarayın biri köşke ait, diğeri ise umûma açık olan iki hamamı vardır. Makkarî, yaklaşık 4300 sütundan oluşan sarayın 15.000 kapısı olduğunu ve içinde havuzlar bulunduğunu söyler. Sarayda kullanılan malzemelerin (sütunlar, mermerler…) önemli bir kısmı komşu ülkelerin hediyelerinden oluşmaktadır. Nitekim sütunlardan 140 tanesi Bizans imparatoru tarafından hediye edilmiştir.
Yine Makkari, saraydaki nüfus ile ilgili şu rakamları vermektedir. “Sarayda görevli gençler (fetâ) toplam 13.750 kişidir. Ayrıca 6317 küçük büyük kadın hizmetli çalışmaktadır. Hizmetlilerden 3950’si Sakâlibe (Slav köleler)’dendir. Hergün saraya 10.000 ekmek girmektedir. Sarayda tüketilen günlük et miktarı kuş, tavuk ve balık eti hariç 3000 Ratl’a (2500-3000 kg.) ulaşmaktadır. Sarayın ihtiyacı için 25 yıl boyunca harcanan tutar 300.000 dinardır. Şehrin yapımı için 10 bin işçi ve 1800 yük hayvanı çalıştırılmış ve yıllık ortalama 2 milyon dinar harcanmıştır. Burada önemli bir husus, işçilerin ücretle çalıştırılmasıdır. Oysa, bilindiği gibi ortaçağ ekonomisinde, bu gibi işlerde köle kullanılırdı.
Şehrin, bilim, sanat ve kültür hayatında ileri düzeyde olan bir toplumun kabiliyetlerini sergilediğini söylemek abartı olmaz. Modern temizlik anlayışı, kanalizasyon sistemi, aydınlatma ve odaların ısıtılması gibi hayret uyandıracak uygulamaları başarmışlardı. Şehirdeki tuvaletlerde sürekli akan su tertibatı vardı; o tarihte bir başka yerde böyle bir uygulama bilinmiyordu. İki hamam vardı; birisi sultanın ev halkı için, diğeri de halk içindi. Suni göl ve şehir deposu her zaman temiz suyla dolduruluyordu.
Arap tarihçiler Medinetu’z-Zehra’dan övgüyle bahsederler. Burayı ziyaret eden coğrafyacı El İdrisi ‘’Ez-Zehra kat kat, şehir üzerine şehir olarak kurulmuş büyük bir siteydi. Öyleki, yukarı şehrin tabanı, orta şehrin; bunun da tabanı aşağı şehrin çatıları düzeyine düşüyordu. Her üç şehir de surlarla kuşatılmıştı. Yukarı kısımda saray yükseliyor, orta kısımda yemiş bahçeleri yayılıyor, cami ile şahıslara ait evler de aşağı kısım da bulunuyordu.’’ Diye yazmıştır.
Burada insanı şaşırtan birçok yeni şeyler de vardı. Saraydaki kabul salonunun, mermer kolonlor üzerine oturtulmuş inci ve yakut kakılarak süslenmiş dairevi bir kubbesi vardı. Salonun ortasında mermer bir civa havuzu vardı. Güneş ışığı vurduğunda bu havuzun mekanik olarak döndürülmesiyle güzel görünüşler elde ediliyordu.
Sarayda, etrafı bir hendekle çevrili olan ve içinde vahşi ve garip hayvanlar bulunan hayvanat bahçesi bile varmış. Devletin idari mekanizması tamamen buraya taşınmıştı. Zamanla, Medinetu’z- Zehra’da başta Sultan olmak üzere devlet ileri gelenleri ve yakın çeveresi ‘’Binbir Gece Masallarını’’ andıran bir hayat sürerken, Kurtuba halkı ise o eski güzel günlerden gittikçe uzaklaşmaktaydı. Bütün güzellikleri yanında, Medinetu’z-Zehra’daki debdebe, özellikle bağnaz Berberi askerleri çileden çıkarıyordu. Endülüs dönemindeki iç çekişmeler, müslümanların birbirleriyle savaşması çok geniş bir konudur.
Bu çekişmelerden biri olan, 1013 yılında başlayan isyan sonucu Medinetu’z-Zehra yerle bir edildi. Yüzyıllarca esamesi okunmadı. 1910 yılında İspanyol mimar Valesquez Bosco’nun yaptığı arkeolojik kazılardan sonra Medinetu’z-Zehra tanınmaya başladı. Sarayın kalıntıları yıllarca süren kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Ağır yürüyen restorasyon çalışmalarının neticesi son yıllarda daha net ortaya çıkmaya başladı. Günümüzde ziyarete açık olmakla birlikte restorasyon çalışmaları devam etmektedir.
Bugün, ören yeri ve müzeden oluşan Medinetü’z-Zehrâ Arkeolojik Kompleksi çok iyi tasarlanmış turistik mekanların en önemlilerinden biridir. Ören yeri müzeden takriben 2 km yukarıda Sierra Morena dağı eteklerinde bulunmaktadır. Müze otoparkından her yarım saatte bir kalkan otobüslerle servis yapılmaktadır. Özel arabalarla ören yerine (yani sarayın bulunduğu alana) izin verilmemektedir.
Müzede satış biriminde, endülüs hakkında yazılmış kitaplar ve hediyelik eşya satılmaktadır. Elhamra Sarayı ve Kurtuba Camii’nden sonra, muhteşem bir medeniyet abidesini görmenin mutluluğuyla, fakat Medinetü’z-Zehrâ’nın trajik hikayesinin hüznü, yine bizi tarifi zor duygular içinde bırakıyor.
Bu yazı 2013 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 71. sayısından alınmıştır.