Nasıl bir gezginsiniz? 3-4 gün tek bir şehri yaşayarak gezenlerden mi ? Yoksa 7-8 gün de görebileceği kadar şehri görerek gezenlerden mi? Benim için hangisi daha doğru henüz karar vermesem de her gezi planımızda bu ikilem arasında kaldığımızı söyleyebilirim. Her defasında “bu sefer koştur koştur gezmeyelim” desek de farklı yerler görme isteği, koştururken yaşanan maceralar, bizi bir şekilde kendisine çekiyor. İspanya gezisi de tam da söylediğim gibi oluyor. Madrid’e kadar gitmişken Toledoyu görmeden dönmek olmaz diyoruz ve Madrid’deki son günümüzü Toledoya ayırıyoruz.
Çok modern bir tren istasyonunun içindeyiz. Atocha tren istasyonu gelmeden once fotoğraflarını da görüp merak ettiğim bir yerdi. Fotoğraflarını gördüğümde botanik bahçesini andıran bu yerin bir tren istasyonu olduğuna inanamamıştım.Şimdi o botanik bahçesinin içinden gecerek Toledo trenimize yetişmeye çalışıyoruz.
70 kmlik yaklaşık yarım saat sürecek Madrid-Toledo treninin içindeyiz. Biz eşyalarımızı yerleştirip tam sohbete yeni başlamışken yolculuk bitiveriyor. Ne çabuk geldik şaşkınlığı üzerimizde kendimizi dışarı atıyoruz. Karşımda duran tren istasyonu zihnimde bir film sahnesini canlandırıyor. Sanki bir zaman tünelinden çıkmışız gibi hissediyorum. Çok modern bir tren istasyonunda başlayan yolculuğumuza sanki orta çağda devam ediyoruz.
Büyük ahşap kapı aralanıyor uzakta duran pencerelerden sabah ışığı içeri sızıyor, tren istasyonunun içi hafif karanlık ve puslu bir anda tekrar Orta çağa geri dönüyorum. Bir banka oturuyorum.”Madridden once İspanyaya başkentlik yapmış bu şehrin kapıları acaba bu tren garıyla yıllar öncesinde kimlere açıldı? “diye düşünüyorum.Yaşanmışlıkların olduğu her yer gibi burası da hepimizi çok etkiliyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile .Etrafımıza baktığımızda kimse kalmamış .Trenden indiğimiz kalabalık grup çoktan gitmiş. Elimizde bir Toledo haritası düşüyoruz yollara.Siesta vakti.. Sağlı sollu kapalı dükkanların olduğu bir yokuştan çıkıyoruz.Geçtiğimiz yollar bize şehir merkezden uzaklaştığımızı söylüyor ama biz inatlaşıyoruz.Şu yokuşun sonu o meşhur manzara diye diye yola devam ediyoruz. Ayaklarımız bize dur diyene kadar Toledonun arka sokaklarında kayboluyoruz. İnatlaşmayı bırakıp caddede açık olan ilk dükkana kendimizi atıyoruz.Belki tüm bu yorgunluk,kayboluş bu anı yaşamak, bu kişiyle tanışmak içindir dediğimiz bi anı yaşıyoruz. Dükkanın sahibi önce şehir merkezinden ters yöne gittiğimizi söyleyip bize yol tarif etmek için büyük bir çaba harcıyor sonra anlamayan gözlerle ona baktığımızı görüp dükkanını kapatıp otobüs durağına kadar bize eşlik ediyor. 5-10 dakikalık otobüs yolculuğunu boyunca birbirimize “Ne kadar iyi insandı.” demekle geçiriyoruz.
Kenti iki sıra sur çevreliyor.Dıştaki surlar Araplar tarafından yapılmış biraz daha şehir merkezine yakın olan surlar da Vizigotlar döneminden kalmış. Vizigotların yaptığı surlar uzaktan görünüyor. Otobüs Toledonun 4 giriş kapısının biri olan Bisagra kapısından şehre giriş yapıp Zacovader meydanına ulaşıyoruz. Pastaneler, restaurantlar, hediyelikçiler vb dükkanlarla çevrelenen Zacovader meydanı, şehrin en merkezi konumu.Şehri gezdiren tur otobüslerinin de başlangıç noktası.Meydanın tam karşısında şehrin siluetini oluşturan Alkazar Sarayı yer alıyor. Dört kulesi olan bir şato görüntüsü veren Alkazar günümüzde Savaş müzesi olarak kullanılıyormuş. Ayrıca içinde İspanyanın en büyük kütüphanesini de barındırıyormuş.
Geziye kaybolarak başladığımız için kaybedecek vaktimiz yok. Sokaklardan birine adım attığımız an Toledo, labirent yüzünü bize gösteriyor. Eldeki harita kafamızı karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor ve rafa kaldırıyoruz.Bu seferde sokaklarında kaybolarak gezelim diyoruz.İyi ki de kendimizi daracık sokaklara emanet etmişiz. Gelişigüzel dolaşırken ansızın karşımıza çıkan küçük meydanlar, ortaçağdan fırlamış binalar, kaybolup tekrar tekrar geçtiğimiz aynı yollar Toledo gezimize ayrı bir keyif katıyor. Bir yerde okumuştum “Toledo sokaklarına kendinizi bırakın ve kaybolun.” diye .Bu sözü tam da yerine getiriyoruz.
Sağlı sollu hediyelik eşya dükkanlarının sıralandığı dar bir sokak bizi şehrin tarihi binaları içinde en dikkat çekeni Toledo Katedralinin olduğu meydana çıkarıyor. İspanya’nın en büyük 3.katedrali olan bu yapıda Velasquez, Rubens, Goya ve El Greco gibi ünlü ressamların tabloları da bulunuyormuş. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olarak bilinen katedralin giriş kapısı gerçekten etkileyici. Katedralin içinde bulunduğu birkaç büyük ağaç ve az sayıda bankla döşeli meydan; öğle saatinde biraz sakin.Bizde ağaç gölgesi düşmüş tarihi bir binanın merdivenlerine oturup hem kapıyı yakından inceliyoruz hem de soluklanıyoruz.
Kapıyı incelerken aklıma Toledoyu araştırıken karşıma çıkan “Tarihte, üç dinin birlikte yaşandığı büyük şehir” sözü geliyor. Toledo; 761 -1085 yılları arasında bir Endülüs kenti , bin yıldır da bir İspanyol kenti olarak, orta çağ havası hiç değişmeden tarihi yapısı korunarak günümüze kadar gelmiş. Bu yüzdendir ki tamamı açık hava müzesi ilan edilerek UNESCO tarafından ”Dünya Kültür Mirası Listesi”ne eklenmiş.Gerçekten açık hava müzesi sözünü sonuna kadar hakkettiğini söyleyebilirim. Vakit kaybetmeden tarihi sokaklarda kaybolmaya devam. Girdiğimiz her sokağın bizi nereye çıkaracağını bilmeden yürüyoruz. Elimizde ki harita da yakınımızda bir cami olduğunu görüyoruz. Şimdi bir hedefimiz var.Labirent gibi sokaklarda bir türlü aradığımız sokağa ulaşamıyoruz. Nasıl bir yapıyla karşılacağımızı da bilmediğimiz için bulmak daha da zor oluyor.Sonunda sorduğumuz birinden aldığımız tarifle önündeyiz. Minaresi olmayan, dışı restorasyon nedeniyle görünmeyen bu yapıyı sormasak bulamayacağımız kesinmiş. Endülüslerden kalma küçük ama görkemli Bab-Ül Merdum Camisi tüm özellikleriyle korunarak kiliseye dönüştürülmüş Şimdi ki adıyla Cristo de la Luz “Bin yıl öncesinde (999 yılında inşa edilmiş) “Burda kimler kimler yaşamış” dedirtiyor. Üç dine ev sahipiği yapmış sözünü doğrulayan son yapılar da nehre yakın Yahudi mahallesinde ki sinagoglarmış. Onları görmek kısmet olmuyor.
Caminin yanından ayrılıp tekrar kendimizi Toledo sokaklarına atıyoruz.Dar sokaklardan biri nispeten geniş bir alana çıkarıyor. Meydan da çan kulesinden güzel bir Toledo manzarası olduğunu öğrendiğimiz bir kilisenin önüne çıkıyoruz. Kiliseye girme istediğimiz hoş hatırlayacağımız bir anıyı hafızalarımıza yazıyor. Yorgunuz ayrıca gezinin son günleri olduğu içinde az kalan paramızla gezimizi bitirme niyetindeyiz .Özgeyle çan kulesine çıkmak için kilisenin içindeyiz. İçerdeki görevli bizi durduruyor. İspanya da çok sık karşılaştığımız bir durum tekrar bizi buluyor.İngilizce bilmeyen görevliler.. İspanyolca bir şeyler söylemeye çalışıyor. En son Çan kulesine çıkmanın 5 € olduğunu söylediğini anlıyoruz.Hem adamın tavrından hem de bilinmez bir neden le 5 euro vermek istemediğimizden çıkmaktan vazgeçiyoruz. Biraz yorgunluktan biraz da sıcaktan bunalmış bir şekilde kilisenin merdivenlerine oturup elmalarımızı yemeye başlıyoruz.Tam bu sırada yanımıza yaklaşan Meksikalı olduğunu sonradan öğrendiğimiz amca içeri neden girmediğimizi soruyor. Şaşırıyoruz paralı olduğu için diyoruz.Amca yanımızdan ayrılıyor.Özgeyle niye sordu acaba diye düşünürken 5 dakika sonra Meksikalı amca eşiyle beraber yanımıza geliyor ve kollarında ki kırmızı bileklikleri bize veriyor. 20 € luk kırmızı bilekliklerle 7-8 tane müzeye ücretsiz giriş hakkı olduğunu öğreniyoruz. Büyük ihtimal öğrenci sanıp bize bu iyiliği yapan çift unutulmaz anılarımız arasında kendilerini yer buluyolar. Bilekliklerimiz kolumuzda yüzümüzde kocaman gülümseme tekrar sokaklardayız.Sokaklardan biri bizi El Greco’nun Evi isimli müzeye çıkarıyor. İspanya’nın en ünlü ressamlarından biri olan El Greco uzun yıllar Toledo’da yaşamış. Girit’te doğan ve Yunanlı köklerinden dolayı “El Greco” ‘Yunanlı’ adını alan ressamın, en ünlü yapıtının Orgaz Kontu’nun Cenaze Töreni tablosunun gezerken yanından geçtiğimiz Santo Tome Kilisesi’nde sergilendiğini öğreniyoruz.
Labirent gibi sokaklarında gezerken vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız için dönüş treninin vaktinin yaklaştığını o an farkediyoruz. Hiç kullanamadığımız ama değeri ve anısı büyük kırmızı bilekliklerimiz kolumuzda Toledonun en merkezi noktası Zacovader meydanına doğru yola koyuluyoruz.Bu sefer kaybolacak vaktimiz yok gözlerimiz duvarlardaki Zacovader meydanı tabelalarında takipteyiz, yürüyoruz. Sağlı sollu hediyelik eşya dükkanlarıyla sıralanmış sokakta kendimize birer hatıra almak için hızlıca dükkanlara girip çıkıyoruz. Toledo; özel bir sır olan çelik alaşımdan yaptıkları kılıçlarıyla da ünlüymüş. Hatta Hollywood’un meşhur savaş filmlerinin kılıçları burada yapılıp yollanmış. Benim de tekrar tekrar izlemekten hiç sıkılmaycağım Yüzüklerin Efendisi filminin kılıçları da burda yapıldığı için her yer çeşit çeşit boylarda Yüzüklerin Efendisi kılıçlarıyla dolu. Ben kılıçları geçip tren garında gördüğüm Endülüs tarzını yansıtan işlemelerle süslü bir ayna alıp Toledo hatırası hakkımı kullanıyorum. Dükkanlara bakınırken bir anda kendimizi Zacovader meydanına çıkıyoruz.
Tren garına bu sefer otobüsle değil yürüyerek ulaşacağız.Yürüyüş yolunun başında, bizi bir heykel bekliyor. Sol eline bir kitap (Don Kişot) sıkıştırılmış heykel kentin simgelerinden Miguel De Cervantes! Toledo deyince Cervantes ve onun baş kahramanı Don Kişot’tan bahsetmemek olmaz tabi ki. Toledo; mızrağıyla yel değirmenlerine karşı savaşan meşhur Don Kişot’un memleketi. Cervantes de Toledo için söylediği söz tam da gezinin sonlarında iyice anlam buluyor. “Toledo, İspanya’nın tüm kentlerini aydınlatan ışığıdır.”
Heykeli geçip kale şeklinde olan bir yapının içinden nehire doğru yokuş aşağı yürümeye başlıyoruz. Sağlı sollu ağaçlarla kaplı arnavut kaldırımlı merdivenli yol günü bitirirken bize eşlik ediyor. Merdivenlerin sonu meşhur Alkantara köprüsü. Tajo Nehri’nin üzerindeki bu köprü, aynı zamanda şehrin doğu yönündeki eski giriş kapısıymış. Asıl Toledo manzarasını görebileceğimiz kentin güney yakasında ki Alto de Valle tepesine çıkamadığımız için en geniş Toledo manzarasını burdan görüyoruz.
Toledo bütün ihtişamıyla karşımda duruyor. Gün bitip Toledo maceramız sona ererken aklıma Toledoyla ilgili okuduğum bir cümle geliyor. Biraz sonra arkamda bırakacağım bu şehir daha güzel anlatılamazdı dediğim cümle kafamda dönüp duruyor.
“Modern zamanların şehir kıyımına ‘Don Kişot’luk yapmış ve başarmış bir şehir burası; Toledo.”
Modern Çağin Don Kişot’u Toledo – Bu yazı 2005 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 96. sayısından alınmıştır.