Cumartesi , 27 Nisan 2024

Modern Tabiatın Garipleri: Yalnız Ağaçlar

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Ne zaman bir yalnız ağaç görsem, toplumdan savrulmuş ve soyutlanmış insanı çağrıştırır bana.. Ormanı yok edilmiş, bağlarından koparılmış, adeta aidiyet duygusunu yitirerek ikliminin dışına çıkmış bir gurbet hali..Rönesansın sembol isimlerinden Francis Bacon “boyun eğdirdiğimiz tabiata egemen oluyoruz” derken, batılı yeni insanın, yeni zihniyetini ve onun tabiata bakışını, tabiatla ilişkisini anlatıyordu aslında. Yani insanın tabiatla olan aidiyet duygusu ortadan kaldırılıyor, o yenilmesi ve boyun eğdirilmesi gereken bir düşman olarak algılanıyordu.

Beyaz adamın “Amerikayı keşfettiğinde” uygarlaştırma adına Kızılderililere ve onların topraklarına, ağaçlarına, orman­larına yaptıklarını, bir Kızılderili’nin an­laması mümkün değildi. Uygarlaştırma adına ormanları kesiyor, tabiatı tahrip ediyordu.. Adeta ağacı yalnızlaştırıyor, onu ait olduğu mekandan koparıyor­du. Kuru olmayan bir otu ve ağacı ömrü boyunca kesmemiş bir topluma yani Kızılderililere, beyaz adamın yaptığının, uygarlaştırma, ilerleme, medenileşme olduğunu nasıl anlatabilirsiniz?

Bunun için soruyordu zaten Kızılderili! Nasıl satabilirsin havayı diye.. Kendile­rine beyaz adam tarafından zorla çift­çilik öğretilmeye çalışılan bir Kızılderili kabilesi, toprağı kastederek annemizin karnını nasıl deşebiliriz diye tepki göste­riyordu.. Bunu da tüketici ve sömürgeci bir beyaz adamın anlaması mümkün değildi.. Tıpkı söz konusu Kızılderili, zen­ci, sarı ırk beyaz adam tarafından nasıl henüz “insanlaşamamış” evrimini ta­mamlayamamış varlıklar olarak görülü­yorsa, o insanların aidiyet duygusuyla bağlı oldukları topraklar ve tabiat da bo­yun eğdirilmesi gereken bir varlık olarak kabul ediliyordu..

Belki de bunun içindir ki ormanını kay­betmiş veya ormanından uzak düşmüş bir yalnız ağaç ile toplumunu yitirmiş bir insan arasında anlamlı bir bağ var.. O yalnız ağacın kendince bir bilinci var mı yok mu bilinmez ama yalnız bırakılan insanın da bu bağlamda iki tercihi var.. Eğer olanların farkında ise yalnızlığını kendini muhafaza etme anlamında de­ğerlendirirken, farkında değilse daha da çok sıradanlaşarak anlamını yitirir ve yok olur..

Aslında burada orman mı yalnızlaştırıl­maktadır yoksa ormanından koparılan ağaç mı, ya da insan üzerinden düşüne­cek olursak, insan mı yalnızlaştırılmak­tadır yoksa aidiyet bağlarının koparıl­dığı toplum mu bunu iyi düşünmemiz gerekmektedir.. Öyleyse modern toplu­mun ve bireyin yalnızlıkla olan ilişkisi iyi değerlendirilmelidir. Modern topluma ve moderniteye karşı gelişen yalnızlık­lar, modern bireyin yalnızlığı ile karıştı­rılmamalıdır..

35 yaşlarında iken içinde yaşadığı toplu­mun değer yargılarına karşı olan ve ha­kikatte toplumun yalnızlaştığını gören Hz. Peygamber, Hira mağarasındaki o beş yıllık dönemini anlatırken “yalnızlık bana sevdirildi” der.. Modern şehrin, uy­garlığın ve bireyin belki de en iyi anlatıl­dığı metinlerden olan Kaldırımları yazan Necip Fazıl’ın yalnızlığı bu bağlamda bir yalnızlıktır. Tıpkı rönesans döneminin toplum, tabiat ve insan anlayışının ne olduğunu çok iyi gören ve bana filo­zofların değil peygamberlerin haberini verdiği Tanrıdan söz edin diyen Pascal’ın yalnızlığı gibi.. Yapayalnız ölürüz diyor­du Pascal, içinde yaşadığı “insanlık du­rumunun” ölümünü seyrederken.. Aslın­da o yapayalnız ölürüz derken şunu da söylüyordu..

“Yapayalnız yaşarız”.. Modern tabiat an­layışının yalnız bıraktığı ormanı ile olan aidiyet ilişkisini yok ettiği yalnız ağaçlar gibi.. İçinde yaşadığı toplumun yalnızlı­ğını iliklerine kadar hisseden ve dağlara çıkan Nietzsche modern insana ve top­luma bağırıyordu “Tanrı öldü! Onu siz öldürdünüz!!!” Çoğu insan tarafından bir ateist tema olarak sıradanlaştırılmaya ve basitleştirilmeye çalışılan Nietzsche’nin bu feryadı, gerçekte yalnızlaşan batılı modern toplumla, kendine yabancıla­şan batılı modern insanın haliydi.. Yalnız olan Nietzsche değil, onun geleneği, ta­rihi, kutsalı öldürdüğünü söylediği mo­dern birey ve toplumdu..

Öyleyse yalnızlık kalabalıkların sizi ter­ketmesi veya “pek çokların” etrafınızda olmaması değildir; belki de moderni­tenin yalnızlaştırıcılığının bilincinde olan insanın yalnızlığı anlaşılamamaktır. Onun içindir ki kalabalık içinde hissedilir yalnızlık, çünkü saf yalnızlık hali gerçek­te çok kalabalıktır. Çünkü bilincini yitir­memiş insan, yalnız bırakılmaz, yalnız kalır. Bu anlamda yalnızlık kendine ya­bancılaşma değil, içinde yaşadığı toplu­ma yabancılaşma süreci ve duygusudur. Oysa kendine yabancılaşma ölümdür..

Gerektiği zaman yalnızlaşmayı bilme­yen yalnız kalamayan çoğalamaz, kendi olamaz..

Kendini bulmak için toplumdan soyut­lanan yalnız değildir. İçinde yaşadığı toplumun “insanlık durumunun” ne ol­duğunu bilen yalnız değilken, bunun farkında olmayıp yine içinde yaşadığı toplumla olan bağını yitiren insan yapa­yalnızdır.

Kimi zaman toplum yapayalnız olur da yalnız gibi görünen insan çok kalabalık­tır. Bu anlamını yitirmekle ilgili bir şey..

Cahiliyye toplumu olarak nitelenen kalabalık hakikatte yapayalnızdı ve Hira’da tek başına olan Hz. Peygamber alabildiğine kalabalıktı.. Çünkü toplumlar geleneklerinden koptukla­rı zaman, geçmişin üzerini örttükleri zaman yalnızlaşırlar ve yok olurlar..

Nitekim Rönesans sonrası süreç için Pascal’ın hissettiği ve haykırdığı da buydu. O röne­sansla birlikte adına “yeniden doğuş” diyerek idealize edilen ve adeta bir cennet tasavvu­runa benzetilen sürecin gerçekte bir ölüm, yok oluş olduğunu, anlam kayması ve yitimi olduğunu çok iyi görüyordu.. “Tanrıyı önce kovan sonra öldüren” bir zihniyetin anlamını yitirmesi ve kendini ve tabiatı yalnızlaştırma sürecini yaşamasıydı olan..

Yalnızlık kendine kaçış, kendine sığınış ise yalnızlık değildir. Kendinden kaçışsa yalnız­lıktır. Modern birey kendinden bir meçhule ve bilinmeze kaçar.. Dolayısıyla modern top­lum yalnızdır; modern toplumun yalnızlığını farkederek bundan kaçan ise yalnız değildir. Mezarlıklar mı yalnız ve garip, modern kent­ler mi bu tartışılmalı ve düşünülmelidir.. Ta­biatla bir bütün içinde yaşayan, aidiyet duy­gusunu kaybetmeyen insan yalnız değildir.. Tabiatı istismar eden, onu sömüren, ona hük­metmeye çalışan, kendi eliyle aidiyet duygu­sunu yitiren insan ve toplum ise yalnızdır.

Modernite ve pozitivizm kıskacında olan in­sanın, aşırı sekülerleşmesi sonucu, ruhundan soyutlanarak “birey” haline gelmesidir yalnız­lık.. Nitekim sosyolojiden psikolojiye, felsefe­den edebiyata yalnızlık kavramını bu duygu bu his, bu hal doldurur ve belirler.. 19. Yüzyıl sonrası ortaya çıkan yalnızlık duygusu arizi bir duygudur ve insanı kendinden koparan bir haldir..

Oysa gelenekteki yalnızlık duygusu kemal ile ilgili bir durumdur. Marifete ve hakikate ulaşmak için terk-i dünyayı bilmeniz gerekir. Kendini bilmek bu anlamda, yaratanını ve yaratılanı bilmekle doğru orantılıdır. Dola­yısıyla kendini bilmek, ruhunu süfli olandan soyutlamak demektir.. Ene’l Hak işte burada hissedilebilir ve anlaşılabilir. İnsan kendini, kendine ait olmayandan yani arizi olandan soyutlamadıkça hakikate ulaşamaz.. Mari­fete ve hakikate ulaştıktan sonra da yeniden topluma döner ve onda arizi olanı giderme­ye çalışır..

Öyleyse modern insan ve toplum zorunlu olarak yalnızdır.. Çünkü onun tabiata hük­metmekten ve tüketmekten başka bir amacı yoktur. O kendini ilerlemeci tarih anlayışının zorunlu sonucu olarak bir hayvanlık duru­munun ilerlemiş evresi olarak görmektedir.. Modern insan sadece Tanrıyı kovmakla ve öldürmekle kalmamış, toplumu ve insanı da öldürmüştür.. Gelenek ise insanın olgunluğu üzerine kuruludur..

Modern toplumda kalabalıktan ve kentten kaçan insan yalnızdır, gelenekte ise bunun tam tersi­dir dedik..Çünkü o toplum yalnızlaştığı için ve insan yalnız kalmamak için toplumdan kaçar.. Birincide ken­dini ve kimliğini kaybeden bir insan vardır, ikinci de ise kendini ve kimliğini koruma çabası vardır. Kendine dönüş, kendi oluş ve kendini buluş.. Modern insanın yalnızlığı bir boşluk ve bunalım haliyken, geleneksel insanın yalnızlığı anlaşılamama ve kendini ifade ede­meme halidir.. Birincisinde kendini ve toplumu yoket­me, ikincisinde ise kendinde kalıp toplumu paranteze alma vardır. Çünkü ikincisi yeniden topluma dönmek­le görevli addeder kendini..

Modern dönemin kalabalıkları insanı sıradanlaştırır, yalnızlaştırır, kuşatır, tüketir ve yok eder.. Tıpkı modern insanın uygarlık adına barbar olarak nitelediği insanla­rı köleleştirip, onların topraklarını ve ormanlarını yok ettiği gibi..

Yeniden en başa dönersek; yalnız bir ağaç, ormanını kaybeden batılı modern insanı temsil eder.. Tıpkı sak­sılardaki çiçekler gibi, tıpkı akvaryumlardaki balıklar gibi.. Tabiatı tahrip eden batılı insanın, toprağı yok eden, betonlardan ve çeliklerden bir uygarlık ortaya çıkardığını söyleyen batılı insanın çiçek, balık veya hayvan sevgisi­ni psikolojik anlamda iyi irdelememiz gerekiyor.. Ağaçları koruma derneklerinin ormanların yok edilmesine karşı hiçbir tepki göster­memeleri aynı psikolojik ve etik durumla ilgilidir..

Bir yalnız ağaç gördüğünüzde hüzünleniyor ve üzülüyorsanız siz tabiata olan aidiyet duygunuzu hala yitirmemişsiniz demektir. Ama yalnız ağacı gördüğünüzde onun yalnızlığını göremiyor ve hisse­demiyorsanız siz de tükenmiş, savrulmuş ve ormanından koparıl­mış o yalnız ağaçtan farksızsınızdır..

Bu yazı 2012 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 60. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir