Yazı: Hatice Çizmecioğlu Fotoğraflar: Mehmet Demirci
Oldukça sert bir ayazın içimize işlediği Noel zamanında, New York da, Manhattan’dayız.. New York’da Noel manzaraları deyince sizlere nelerden bahsetsem? Mesela ilk aklıma gelen şu ünlü 5. caddedeki akıllara ziyan vitrin süslemelerinden mi? Time Meydanı’nı dolduran milyonlardan mı? Ya da Rockefeller Center’ın önündeki devasa Noel ağacından mı?
New york Noel’deki ihtişamıyla dünyadaki pek çok şehirden açık ara önde desem abartmış olmam sanırım. Her şey o kadar ışıltılı ki zenginliğin-ihtişamın ve tüketimin sınırlarının nasıl bu kadar zorlanabildiğini düşünmeden edemiyorum.. Yani bu şehirdeki Noel manzaraları sadece gözümü almıyor, beynim de tüm bu süslemeler için harcanan milyon dolarların yaklaşık tutarını hesaplamakla meşgul ! Bu masalımsı atmosferdeki caddelerde gezinirken, birden beni ve çevremdekileri rahatsız edecek bir şey hissediyor ve istemsizce yüzümüzü buruşturuyoruz. Çünkü aniden genzimize kadar yayılan ağır bir koku burnumuzun direğini sızlatıyor. Kokunun kaynağını bulmak için etrafımıza baktığımızda, sayıları azımsanamayacak kadar fazla olduğunu daha önceden de bildiğim, New York’ un işte o ‘meşhur’ evsizlerinden bir tanesiyle göz göze geliyoruz. Kimisi New York metrosunun istasyonlarında, kimisi parklardaki banklarda veya herhangi bir kuytu köşe başında kıvrılıp yatan, etrafa oldukça sevimsiz ve ağır kokular saçan, hırpani kıyafetli, karmakarışı saçlı, elleri yüzleri kir-pas içerisinde ünlü New York evsizleri… Kimisi ahvalini yazıya dökmüş öylece yardım bekliyor, kimisi de size uzattığı kahve bardağına atacağınız gönlünüzden kopan birkaç bozukluğun hayalinde… New York evsizleri arasında çok enteresan hayat hikâyelerine denk geliyorsunuz. Mesela üşenmeyip muhabbet ettiğiniz bir evsizin bazen klasik bir yaşam öyküsü olmasına karşın, bazısının zamanında kasetleri–cd’leri iyi satan, konser veren bir rock şarkıcısı olduğunu duyabilmek mümkün. Ya da elinde felsefik yönü ağır basan bir kitaba dalıp gitmiş bir evsiz görürseniz de şaşmayın. Hepsinin evsiz olma hikayesi başka başka ; Kimisinin rayında olan işleri bir anda ters gitmiş, kimisi alkol ya da madde bağımlığının kurbanı olmuş ve sonrası malum…
New York’da gördüğüm ilk evsizi ne kadar uzun bir süre seyrettiğimi hatırlıyorum. O kadar hırpani bir haldeydi ki Türkiye’deki pek çok dilenci bile onun yanında gayet iyi durumda sayılırdı. Biliyordum, New York’daki evsizler dünya kamu oyunda bile haber olacak kadar önemli bir sosyal problemdi. Ama insan bizzat gözleriyle görünce olayın vahametini daha iyi anlıyormuş. Burada evsizler o kadar çok ki… Dikkat ettim de, galiba zaman içerisinde onları görmemeye başlıyorsunuz. Ya da hadi itiraf edelim, aslında onları görmemeyi diliyorsunuz.
Çünkü evsizler görüntülerinin berduşlukları ya da yaydıkları ağır kötü kokuları nedeniyle, özetle “varlıklarıyla” sinirimizi bozuyor, keyfimizi kaçırıyorlar. Keşke, hayat o vitrinlerdeki kadar ışıl ışıl, billboardlardaki reklamlar kadar kusursuz olsa (!) Belki açlığı, fakirliği inkar etmiyoruz ama kafamızda onları adeta belli coğrafyalara hapsetmek istiyoruz. Bu görüntüler; Nijer’de, Hindistan’da, Afganistan’da olmalı değil miydi ?! Zenginliğin ve refahın merkezi New York’da bu görüntülerin işi ne ? Değil mi !? Para -tüketim-ışıltı cümbüşüyle kurgulanan bu şehirde evsizler gözümüze bambaşka bir gezegenden gelmişçesine yabancı ve rahatsız edici gözüküyor.
Resmi kaynaklara göre New York sokaklarında 50 binden fazla evsiz yaşıyormuş. Ve işin dramatik yanı her geçen gün sayıları artıyormuş. Sadece son 11 yılda evsizlerin sayısı yüzde 65 artmış. Evsizlik sadece yaşanacak konutun olmaması haliyle sınırlı değil. Aslında evsizlik pek çok sosyal sorunun en bariz görünen sonucu. Mesela mahkeme kararı ile evden çıkarılma, aile içi şiddet, zihinsel ve psikolojik rahatsızlıklar, madde ve alkol bağımlılığı gibi sebepler de evsizliğe neden olan ana ya da yardımcı sebepler olarak kendini gösteriyor.
Şehirler geliştikçe ona temas eden, şehrin imkanlarından istifade eden kişi sayısı ciddi bir şekilde azalmakta. New York’un sadece yakın tarihine baktığımızda da, mesela 1970-1990 arasında oldukça ucuza kiralanabilir durumda olan konutların yüksek fiyatlı lüks sitelere, apartmanlara dönüşmesinin evsizler sayısında patlamaya neden olduğunu fark ediyoruz. Şehir kavuştuğu yeni standartlar ile belli ekonomik sınıfın altındakileri adeta elekten geçirip, sınırlarının dışında tutmaya başlıyor. New York’taki evsizlerin yüzde 60’ı Manhattan’ın sokaklarını tercih ediyor.
Onlar tam da burada, gözümüzün önünde, burnumuza ağır kokular yaya yaya, yüzümüze varlıklarını haykırıyorlar. Yüzümüze başka yöne çevirsek ne işe yarar ki ! Onlar tam da New York’un göbeğinde ve her yerdeler.. Biz kapitalizmin allı pullu dünyasına dalmışken yüzlerimize okkalı bir tokat gibi iniyorlar. Kent onları kapı dışarı eden sistemler kurarken onlar inatla hiç bir yere gitmeden belki de gidemeden burada bekliyorlar.
Bana göre evsizlerin varlıkları sosyal bilimcilerin, politikacıların, sivil toplum kuruluşlarının üzerinde kafa patlattıkları pek çok istatistiki sonuçlardan daha vurucu. Hani istatistikler bize diyor ya; dünyanın yaklaşık %33’ü açlık sınırında, dünyada günde 20.000 kişi açlıktan ölüyor vs. Bu istatistiklerden hangisi gerçekten içimize işliyor, sorarım size? Zaman zaman bu verilere referansta bulunarak büyük büyük laflar ederiz. Ama ne yazık ki hislerimiz konuya çoğu zaman uzaktır, soğuktur. Çünkü konunun vahametini anlayacak kadar bizzat tecrübe etmemişizdir. Oysa ışıl ışıl sokaklarda, yanımızdan lüks arabalarda pahalı kıyafetler içinde insanlar geçerken, yüksek seste çalan ritmik şarkıların etkisiyle kapitalizmin baş döndürücü yanı bizi içine çekmişken, birden karşımıza çıkan ayakları çıplak, kaldırımı yastık yapmış bir evsiz sadece varlığıyla bize acı gerçekleri özetler.
Zenginlik billboardlarla, şaşalı-pahalı tasarımlarla caddelere, meydanlara taşıp kentteki herkese fiziksel olarak oldukça yaklaşıyor. Ama işte o aynı zenginlik bir evsizin evsiz kalmasına, açlıktan karnının guruldamasına, incecik kıyafetiyle tir tir titremesine, hatta soğuktan donup, hayatını kaybetmesine mani değil. Hatta lafı kibarlaştırmaya gerek yok, büyük resimden bakıldığında bu acıklı sonuç hiç sınır tanımayan bir ihtişamın sonucunda doğmuyor mu?
İşte New York ; ‘Kapitalizmin kalbi’ !
Namına yakışır bir şekilde sosyal yaşamın tavanını da tabanını da, balını da zehrini de bize gösteren muazzam bir dünya şehri…
Bu yazı 2014 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 83. sayısından alınmıştır