Siyahlar içinde iki melek, bir kovboy reklam panosu üstünde, sırtlarını kalabalık bir şehrin akşam trafiğine dayamış, aşktan bahsediyorlar. Bir şehir boşalıyor fonda, kızıldan bir yol çizerek ve faniliğin tüm ayrıntıları Los Angeles semalarında iki melek tarafından kutsanıyor.
Yazı: Belgin Güven Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
‘Melekler Şehri’ filminin en can alıcı sahnelerinden birisidir yukarıda bahsedilen. Los Angeles’ın dur durak bilmeyen parıltılı hareketliliğinin, bu kadar sakin bir görüntü üzerinden anlatılması, ancak Los Angeles’a özgü anlam dünyasında mümkün olabilirdi herhalde.
Daha çok Hollywood hikayeleriyle tanıdığımız Los Angeles Amerika’nın en büyük ikinci şehridir. Beyaz camın allanmış pullanmış hikayelerine bakıp efsanevi bir kurulum hikayesi beklemeyin Los Angeles için, zira bir kurtuluş savaşı hikayesi bile olmayan şehrimizin fazlasıyla ‘duygusal’ geçmişi kuruluş tarihine kadar dayanır. Esas sahipleri olan İspanyollar Assisi’de bulunan, Bakire Meryem heykelinin etrafındaki meleklerden esinlenip bölgeye “Melekler Şehri” demişlerdir ve Amerikalılar tarafından alınan bölgenin adına daha sonraları “Los Angeles” denmiştir.
Alımı ve kurulumu hep bir plan dahilinde olmuştur kentin. 1700’lü yıllarda İspanya kontrölündeki Meksika tarafından keşfedilen ve 1800 lü yıllarda Amerikalılara “satılan” bu bölgenin hamuruna para, daha o zamanlarda, bu şekilde katılmıştır. Belki de bu yüzden, her köşesinde bir düşünülmüşlük, bir plan, hatta yapaylık derecesinde bir nizam hakimdir. Birbirini doksan derece kesen sokaklar, yıpranmamış duvarlar, yeni üstüne yeni boyanın atıldığı binalar, camdan baktığınızda tek kat evlerin üstündeki ışıltılı bilboardlar ve saat on civarı in ve cinin top oynadığı sakin mi sakin bir düşünülmüşlükten bahsediyoruz. Size tavsiyem uçağa binmeden önce bildiğiniz tüm güzellik tanımlarınızı geride bırakmanızdır. Boşuna söylememişler ‘Yeni Dünya’ diye, evet Amerika yeni bir dünyadır ama Los Angeles bambaşka bir dünya.
LAX ( Los Angeles International Airport)’e indiğiniz ilk andan itibaren çetin bir savaş sizi bekliyor olacaktır, tabi eğer gül yüzlü Amerikan polisini geçmeyi başarabilirseniz. Şehre girerken ayakkabılarınızı çıkarmaya varana kadar ince ayar aramalar olur, makinelere girer çıkarsınız, sanırsınız ki uzay mekiğine giriyorsunuz, lakin yapıyorlarsa mutlaka bir “mantığı” vardır şeklinde programlandığımız için gelmeden önce, hem yalın ayak yere basar hem de mantıklı bir sebep arar durursunuz etrafta. İnsanların yüzleri her şeyi anlatır aslında.
11 Eylül travması yaşamış bir milletin ve tabi ki polisin ‘yine yeniden‘ paronayası tüm meraklı gözlerde safiyane görülür. Hele sağınızda solunuzda, elinde bir Arap pasopurtu taşıyan biri varsa, düz çizgi halinde ki sıranın Araplar kısmında hafiften aralıklar oluşmaya başlar ve çok geçmeden pasaportları sorulup yakın bir incelemeye alınırlar. Öyle bir atmosferdir ki o, insanların korkulu bakışlarından biraz sonra siz de etkilenmeye, ürpermeye hatta korkmaya başlarsınız. Hiçbir probleminiz yoksa bile bu insanlarla, topluca yaratılan bir korkunun etkisinde kalırsınız, bulaşıcı mı bulaşıcı bir virüstür bu, içinde ön yargı ve korkular barındıran. Zaman içinde anlarsınız bu ince ayar arama metotlarına ilham veren mantığı ve hatta çok çabuk da kabullenirsiniz haklılığını. Daha ayak basar basmaz bir toplum psikolojisi içinde bulursunuz kendinizi, hem de yalnız ve bireysel bir memlekette.
Los Angeles” da “Yabancı” Olmak
Amerikalıların en belirgin özelliği güler yüzlülükleri olmasına karşın, Amerikan polisi, bir makinenin ürettiği yapay ve kaslı, ayrı bir sosyolojik toplum gibi davranır. Hani “İmaj her şeydir diyenler” i tebrik edesi geliyor insanın, zira duruşuyla bile suçu caydırıcı özellikleri vardır bu iri kıyım teşkilatın. Amerikan toplumunun gelir dağılımı açısından en ferah feza yaşayan sınıflarından birisidir polisler.
Macera filmlerinde izlediğimiz ve her saatine bir olay düşen günlük yaşantıları sebebiyle, iyi bir yaşam hakkıyla ödüllendirilmişler belli ki. Gücün kimlerin eline teslim edildiği sorunu elbette burası için de geçerlidir fakat her şeye rağmen yapılan tüm oylamalarda halkın polise olan güveni, politikacılardan bile fazla çıkar. Çok ustaca kullandıkları nazik ukalalıkları bile bu güveni sarsmamıştır. Zira polisin halkla olan yakın ilişki kurma çabalarının fazlaca etkisi olmuştur bunda.
Tüm bu disiplin ve duruşa karşın Los Angeles suç oranı özellikle Down town başta olmak üzere zenci, Çin yada Meksikalı bölgelerinde ciddi oranlardadır. Konsantre milliyetçiliklerin yaşandığı bu küçük devletçiklerin, suça yatkınlıklarının ahlaki bir boyutu vardır elbette, ama daha da önemlisi verdikleri insani tepkilerdir.
“Yabancı” olarak hissettiğiniz bir memlekette, “ötekilik” duygusuna karşı geliştirdiğiniz savunma genellikle hırçınlaşmadır. Mahallelerin kimlik savaşları bile birbirlerine karşı geliştirdikleri mafyalaaşma yada sokak kavgası üzerinden gelişir. Ermeniler Türklere karşıdır, yada Ruslar Azerilere… Bitmek bilmeyen ezeli bir savaş, hem de en soğuğundan, başka bir şehrin anlam haritasında yol bulur kendine. Şarkılarda politika yapılır, filmler tarihsel katliamları anlatır ve karikatürler inceden bir eleştiri alanı yaratır tüm söyleyecek sözleri bulunanlar için. Bunların hepsi de yabancı bir memlekette yabancı olmanın doğal ve insani dışa vurumlarıdır, kimi zaman sınırı aşsa bile mutlaka bir mantık ahlakı içinde yapılır. Hani sevmeseniz de oralarda yaşamayı, konuşabildiğiniz için ve buna hakkınız olduğu için bir saygıyla bağlanırsınız bu insanlara ve sanırım bu bağların en güvenilir halidir.
Los Angeles’a Ait Olanlar
Zor bir giriş macerası, nazik-soğuk polisleri ve suç oranı yüksek bir Downtown’u olmasına karşın Los Angeles sımsıcak bir şehirdir. Güneş, kum ve okyanus bir kartpostal seyirliği sunar izleyenlere. Doğma büyüme Los Angeles’lı olanlar için güzelin tarifi bambaşkadır, zenginliğe alışmış bir göz için dünyanın bundan daha öte ucu yoktur, Venice’dir en canlı sahil, kolay değil Charlie Chaplin görüp aşık olmuştur Venedik’ten bozma bu semte ve en parlak Santa Monica ‘dır sokak şarkıcıları ve dansçılarıyla hele bir de “Hotel California” camından bakıyorsanız okyanusa. Her dükkan ayrı bir dünyadır, müşteri gerçekten haklıdır her zaman bu dünyada. Hayal gücünün ve maddenin sınırları zorlanmıştır “beni al” çılgınlığında. En güzel gün batımı Malibu sahilindeki bir evin, duvar büyüklüğündeki camlarından izlenir, güneşin hatırına evler şeffaf ve perdesizdir, bir güneş, bir okyanus bir de siz varsınızdır nasılsa, tabi bir de sahil yolunun kenarına park etmiş arabaların camları… Akşam güneşi küçük büyük her camdan böyle süzülür içeri bir Los Angeles akşamında.
Masal kahramanları yaratmak derdinde değilim, elinde sihirli değneği olan bir peri de çıkmıyor hergün karşımıza abartılı bir kapitalizmi yaşayan bu dünyada. Masalların kolayca anlatıldığı memleketin gerçeği şu, bizlere fazlaca gelen bu güzelliklere hergün aşina insanlar var hem de fazlasıyla içlerine sindirilmiş bir hayat yaşıyorlar, sıradan, o kadar ki mütevazi diyebileceğimiz insanlar, kendilerinden bilmiyorlar ve çoğu bir tanrıdan bilmiyor gördüklerini ama var olana saygıyla, aşkla bağlılar. Sanırım hakiki bir “yaşam standartı” ile ne kastedilmek istediğini yeni anlıyorum ve kandırılmış hissediyorum kendimi, fark bir kaç ile sayılacak yıllar değil, bir kaç elli yıllar.
Elbette inceden inceye ‘benim bunlar’, “biz buyuz, böyle bir devletiz” düşüncesi var, günlük hayatta kendini göstermeyen ancak bir yabancı tarafından zorlandığında ellerinde ki güç timsali olarak kullandıkları Amerikan bayraklarını sallıyorlar ve evet fazlasıyla tutucular milliyetçilikleri hakkında, en metropol yerde bile “sen çok yaşa Amerika” diyen insanların sayısı oldukça fazladır. Yine de uzak durmayı hep bilirler böyle konulardan, toplumsal ve insani sorunlar üzerine kafa yormayı daha çok tercih ederler ve etmişlerdir ve gerçekten herkes nasiplenebilir bundan.
Hollywood, Efsaneler Şehri
Ünlü olmak için zamanın ünlü tiyatro ve sinema merkezi Broadway’den gelip iş bulamadığı için bunalıma sürüklenip kendini dev Hollywood harflerinden birine asan kızın hikayesini unutmuyorum, “ne kanlar döküldü bu hayalin uğruna” diktasıyla bir marş gibi, bir amaç kutsama gibi anlatılır Hollywood ile ilgili geçen her hikayede. Daha trajik olanı ise genç kızın, öldükten bir gün sonra evine gelen telefondur, uzun zamandır beklediği role kabul edilmiştir, baş roldür ve intihar eden bir genç kızı canlandıracaktır filmde. Oyun içinde oyun, hayat içinde hayat vardır bu hikayede. Bu kızın kaderi bir şehrin kaderiyle kesişmiş gibidir, amaç büyüktür ama bedelleri ağırdır.
Los Angeles gibi Hollywood şehri de planlayarak hatta aranarak kurulmuş bir mekandır, biraz hayal gücünüzü zorlarsanız ve tek tük gökdelenleri çıkarırsanız çok rahat bir Western kasabasına ulaşabilirsiniz bu manzarada. Broadway”de iş yapamaz hale gelen bir grup insan, akustiği güzel olan ve yeni stüdyolar kurma imkanı sağlayan verimli topraklar arayışına girmişlerdir. Dağlar arasında piyanoyla ses denemeleri yapılmıştır, iklim elverişlidir ve güneş her daim parlamaktadır… Eyvallah diyen ümit var maceraperestler öküz arabalarıyla düşmüşlerdir yola ve sonuç, dünyanın en büyük stüdyoları bu mekanda 1902 yılında kurulmaya başlanmıştır. Bugün “sinema evrensel bir dildir” diyenler fazlasıyla haklıdırlar. Bu dilin sınırları Hollywood’u aşmıştır. Teknolojinin çoğunu hala Hollywood sektörü elinde tutsa da, yeni bakış açısı zorunluluğu ve hikaye kısıtlılığı, sinema kabiliyetini dünyanın dört bir tarafına yaymıştır. Eğlendirirken düşündürme amaçları uzun zaman önce geride bırakılmıştır ve sinema yepyeni bir yaşam şekli haline gelmiştir, gizli saklının konuşulduğu kuytuları açık etmiş ve yeni bir söz söyleme sanatı haline gelmiştir. Az sözle ve çok yaşananla binlerce sayfanın anlattığını tek bir görüntüye indirmiştir. Kuşkusuz sinemanın bugün bu halde olmasının sebebi o günlerde bir telaşla Broadway’den ayrılan yeni ihtiyaç sahipleriydi. Hollywood sineması bugün Amerikan devletinin en önemli gelir kaynaklarından biri durumundadır.
Sinemanın ve eğlencenin her alanı Los Angeles’da marka haline gelmiştir. “Universal Studios” bunların başında gelir. Bu stüdyolar halihazırda hala çekim platosu şeklinde kullanılmaktadır ama bu dünyayı merak eden binlerce meraklıyı da bu dünyanın bir kaç saatliğine parçası olma fırsatı tanımasıyla da bir eğlence merkezi durumundadır aynı zamanda. İçinden geçtiğiniz “Desperate Housewifes” setinin, sırf bu dizi için yapılmış koca bir mahalle olduğunu ya da Tom Cruise’un ünlü filmi “Dünyalar Savaşı” için gerçek bir uçağı paramparça bir vaziyette çok büyük bir alana boylu boyunca uzattıklarını yada Juiıa Roberts’ın ünlü “Nothing Hills” de ki kitapçısını bu film için gerçekten inşa ettiklerini görünce hayal gücünün sınır tanımadığını ve bu hayal gücünü kullanmakta tecrübeli ellerin bu dünyayı nasıl bir marka sektör haline getirdiğini iyice anlıyoruz.
“Universal Studios” Los Angeles eğlence dünyasının en ifşa edilmiş ismidir, fakat eğlencenin kalite haline geldiği tek yer burası değildir Los Angeles için. “Disneyland”, “Magic Mountain” ve “Sea World” sizi görmeye gelen tüm yakınlarınızı alıp hatıra fotoğrafı çektirmeye götürebileceğiniz diğer çekirdeklik yerlerdir. “Sea World”de (su dünyası) balinalar, o dev okyanusun dev hayvanları, cüssesine daracık gelen havuzun içinde birer akıl küpü insan oyunları sergiler seyircilere. Okyanusun içindeymişsiniz hissini verdiren, camdan duvarlar arasında gezindiğiniz akvaryumlar, sizi bir anda denizaltına götürür. Sadece eğlencelik değildir bu mekanlar, gördüğünüz her kare fotoğraf, bilmediğiniz yada nesli tükenmekte olan bir balığın hikayesini, belgeselini anlatır size. Dedik ya en başta, gördüğünüz her ayrıntının “nizam” içinde “düşünülmüş” bir “mantığı” var diye, eğlendiren bu mekanlar aynı zamanda birer müze hükmüne de işte bu belgesel mantığıyla getiriliyor.
Dev platolar üzerine kurulmuş bu sihirli dünyaların her biri de, içine girdiğiniz andan itibaren kendi dünyanızdan sizi alıp götüren sihirli bir kapı görevi görür. Belki de tatminsiz ve yalınzlıkla boğuşan bireylerin oluşturduğu bir toplumun ihtiyacı hükmündedir bu tip bir eğlence anlayışı, bambaşka bir dünya, sihirli ve o kadar da gerçek.
Uzak değil aslında duyunca ismini bir yerlerden mekanlar, aşina olunuyor, biliniyor, hakkında konuşuluyor, yakın oluyor sözlerde. Gerisi gayrete kalıyor pek tabi, derya deniz ve evlere şenlik şehirler, yollar bulmak. Los Angeles bu yollardan bir tanesi sadece.
Bu yazı 2008 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 22. sayısından alınmıştır.