Yazı ve Fotoğraflar: Ayşe Gül Himmetoğlu
Orada yaşayanlar yahut sık sık ziyaret edenler için bir cennet algısı uyandırır Pokut Yaylası. Telefon konuşmalarında insanlar, “abi ben şimdi Pokut yaylasında, cennetteyim” derken, karşı taraf hasret ve hayranlık cümleleriyle iç geçirir. Dünyadaki hiçbir mekânı cennete benzetmedim şimdiye kadar. Hiçbir varlığın, bir başkasının yerini dolduramadığı bu dünyada, imdadımıza en fazla “gibi” edatı yetişiyor. “Cennet gibi, anne gibi, su gibi…” Evet, Pokut Yaylası’ da “cennet gibi”…
Pokut, Rize’ nin Çamlıhemşin ilçesine bağlı, 2000 metre yükseklikte ulaşımı güç bir yayla. Ulaşımın zorluğu bölgeyi daha temiz ve özel kılıyor. Bölgeye ulaşmak için uçakla Trabzon’ a sonra servislerle yaklaşık bir buçuk saatte Rize’ nin Pazar ve Ardeşen ilçesine ve oradan da kiraladığımız özel araçlarla Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi üzerinden Pokut Yaylası’ na ulaşıyoruz. Ulaşımın kolaylığı, beraberinde özel olan her şeyin sıradanlaşması, bozulması anlamına geldiği için midir, Pokutlular yayla yolunun yapılmasını istemiyor. Bu sebepledir ki Fırtına vadisi ile Pokut Yaylası arasındaki 11 kilometrelik yolu tam bir saatte aşabiliyoruz.
Hemen hepimizin dilinden “Issız bir adaya gidip, orada yaşamak/dinlenmek istiyorum…” cümlesi dökülmüştür. Oysa sahil bölgelerini saymazsak, Türk insanı daha çok toprakla hem dem. Sılası da gurbeti de toprak olmuş insanımızın. Demem o ki, dinlenmek ya da bir şeylerden kaçmak için ıssız bir ada aramanıza gerek yok. Biraz yakın biraz uzak ama sessiz, sakin, derin onlarca mekân var size kucağını açacak. Bu mekânların en göz alıcılarından biri olan Pokut yaylasında hizmet veren üç tane otel/pansiyon var. ‘Bir hafta boyunca, üç beş insanın olduğu bir dağ başında neler yapar insan’ diye düşünülebilir. Ancak her an yenilenen manzarasıyla bir bulut/hayal denizinin üzerinde, yağmurdan çiseye, güneşten gölgeye, sıcaktan soğuğa, gündüzden geceye yüzüp duruyorsunuz. Şehir hayatının sıradanlığından sonra, yaratılışın sürekliliği ve tazeliğiyle zihniniz okşanırken insanın ömründe en az bir kez görmesi gereken, gün batımında dağların zirvelerinden akan bulut şelaleleriyle tefekküre dalıyorsunuz. Doğanın sunduğu tüm bu güzelliklerin yanında 150 yıllık yayla evinde temiz çarşaflar, sıcak su, taze süt-peynir, mıhlama, pazı sarması ve ısırgan yemekleriyle şımarırken, Türkiye’de tulum çalgıcılığı ve imalatı ile tanınan sanatçı Bülent Bekar’ dan tulum dinleme şansı yakalıyor ve gezimizi büyük oranda tamamlamış oluyoruz.
Bu yazı 2011 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 56. sayısından alınmıştır.