Cuma , 26 Nisan 2024

Pürenli Yaylası

Yazı: Mustafa Onat Fotoğraflar: M. Mehdi Öztürk

Bir tatil gününde, birkaç saatlik uykuya rağmen sabahın kör vaktinde uyandıysam, bunun için makul sebeplerim olmalı. Beni mükellef bir kahvaltıyla kandıramazsınız mesela. Ama gezmeye gelirim. Fizan’a kadar ya da Lozan’a kadar gelebilirim. Bu sefer amacımız sadece gezmek de değil ayrıca; kampa gidiyoruz. Çadırlı, uyku tulumlu, matlı, baltalı vs. filan gerçek bir kamptan söz ediyorum.

İzci liderimiz –ki kendisi aynı zamanda oymak beyimiz olur- rotamızı Pürenli Yaylası olarak belirlemiş. Düzce’nin Gölyaka ilçesi sınırlarında yer alan ve son yıllarda kamp meraklılarına sıklıkla ev sahipliği yapan bu yaylaya ulaşmak için, İstanbul-Ankara otoyolunu takip ederek Gölyaka’ya varmamız gerekiyor. Sonrasında ise 1500 metre yüksekliğindeki Pürenli Yaylası’na tırmanmaya başlayacağız. Pürenli, Gölyaka’ya 24, Düzce’ye ise 28 km uzaklıkta.

purenli-2 (3)

“Uyumak yok” temel kuralımız ile yola çıkmış olsak da, içimizdeki asilere söz geçmeyebiliyor her zaman. Biz de vicdan sahibi insanlarız sonuçta; gizli gizli uyuyanlara ve gözlerini dinlendirenlere(!) müsamaha gösteriyoruz. Kimimiz uyurken, kimimiz de İzmit ve Adapazarı boyunca, yüksek dağların yamaçlarındaki yeşilliklerde kurulan ve üzerlerine güneş doğmakta olan köyleri seyrediyor.

Yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculuğun ardından Düzce sapağından ayrılıp Gölyaka tabelasını takip ediyoruz. Gölyaka, geniş bir düzlükte yer alan, sessiz ve durağan bir yerleşim yeri. Bu ilçeden aklımda kalan bir başka şey de, hatırı sayılır sayıda klasik bisiklete rastlamış olmamız.

Gölyaka’nın içinden geçerek yaylalara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Biraz önce uyuklayan ekip üyelerimiz de çevredeki görüntünün değişimiyle dinçleşmeye başlıyor. Yükseklik arttıkça iklim ve doğa şartlarının Doğu Karadeniz’e benziyor olması hepimizin dikkatini çekiyor. Dağların kenarlarında kıvrıla kıvrıla tırmandığımız yollar, etrafı yeşile, sarıya, kızıla boyayan meyve ağaçları, düzenli bahçelerin kenarlarında kurulmuş evler, mısır tarlaları, fındık bahçeleri ve yükseldikçe artan sis vs. bize Doğu Karadeniz’i hatırlatıyor. Sisin doğadaki saklambaç etkisine kapılarak, bu görüntüyü fotoğraflamak için durakladığımız Hamamüstü Köyü’nde sohbet ettiğimiz insanlar, yöredeki Doğu Karadeniz göçmenlerinin sayıca çokluğundan bahsediyor. Aynı zamanda bu köyde, evlerinin önünde sanki bizi karşılamak için bekleyen bir aileden, gece közlemek üzere taze mısır alıyoruz. Bizi bahçelerine buyur ediyorlar. İstanbul’da yediğimiz sarı renkli mısırlarla bu köyden aldığımız beyaz mısırlar arasındaki fark sadece renkleriyle sınırlı değil. Tadıyla, kokusuyla, rengiyle, bildiğimiz gerçek mısır bu.

purenli-2

Yükseklik arttıkça, -bir yaylaya gideceğimizi biliyor olmamıza rağmen- beklentilerimizi düşük tuttuğumuzu fark ediyoruz. Tırmanış süresince döndüğümüz her viraj heyecanımızı ve beklentimizi arttırıyor artık.

Gölyaka’dan ayrıldıktan sonra, sırasıyla İçmeler, Hamamüstü ve Güzeldere köylerini geçtik. Güzeldere Köyü’nde yer alan Güzeldere Şelalesi’de gezi programımızda yer alıyor ama buraya dönüşte uğramayı planlayarak yolumuza devam ediyoruz. Bu arada bölgede Pürenli ile birlikte Kardüz, Derebalık ve Balıklı yaylaları da yer almakta. İzci liderimiz bölgeyi avucunun içi gibi bildiği için rahatız ve sadece etrafı seyretmekle meşgulüz. Fakat bölgeyi ve yolları iyi bilmeyen ziyaretçilerin, tabelaları dikkatlice takip etmelerini önermiş olalım.

Başlarken kamp yazısı olmasını amaçlasam da, yazıyı hâlâ kamp alanımıza vardıramamış olduğumun farkındayım. Fakat yola çıktığınızda da, her ayrıntısını düşündüğünüz, hesap ettiğiniz planlara bağlı kalamayabiliyorsunuz her zaman. Yol sürprizlere açık sonuçta. Yolda olmakla ilgili her şey…

Nihayet Pürenli Yaylası’ndayız. Toplamda üç saatlik bir yolculuğun ardından, gökyüzünün görünmediği bir ormanın içinden kıvrıla kıvrıla geniş bir düzlüğe varıyor yolumuz. Yüksek çam ormanları arasında, yaylaya ismini veren ve püren (halk ağzında süpürge otu) olarak bilinen kısa bitkilerle kaplı geniş ve uzun bir alandayız. Yayladaki bu geniş alanın, hayvanların otlanması amacıyla mera olarak değerlendirilmesinin dışında, kamp amacıyla gelen grupların yerleştikleri yer olduğunu da öğreniyoruz. Bizim dışımızda kimse olmadığı için istediğimiz yere kuruyoruz kampımızı. Ormanın kenarında, çeşmeye yakın bir yer belirleyerek, etrafı tanımak için yola koyuluyoruz.

Aracımızdan ayrıldıktan bir süre sonra kimimiz ormanları seyre dalıyor, çiçek-böceklere sarıyor, kimimiz köylülere karışıyor, kimimiz fotoğraf çekiyor, kimimiz de keçilerin peşinden koşuyor. Öyle ki, dönüşte aracımızda yerimiz olsa, Canan isminde küçük bir keçi yavrusunu İstanbul’a getirebilirdik. Orada sevmekle yetiniyoruz.

purenli-2 (6)

Kamp alanımızdan birkaç yüz metre ileride de Pürenli Yaylası sakinlerinin evlerinin olduğu alan var. 30-40 metre yüksekliğindeki çam ormanlarının ortasında, dümdüz ve daire şeklinde bir alan… Ağaçların bitimine inşa edilmiş ve sırtlarını ormana yaslamış, küçük, ahşap evler… Ortadaki geniş boşlukta ise suyu buz gibi akan bir çeşme, isminin ‘gacırdak’ olduğunu öğrendiğimiz yaylalara has bir oyuncak ve içinde ördeklerin yüzdüğü küçük bir göl var. Kronik yoğunluğunuzu ve yorgunluğunuzu birkaç saat önce terk ettiğiniz şehre hapsedip, kendinizi dinleyeceğiniz ve ruhunuzu dinlendireceğiniz bir yer burası.

Küçük gruplar halinde dağılan ekip, bir süre sonra göl kenarındaki gacırdağı fark ederek, onun etrafında çoğalmaya başlıyor. Bu oyuncağı ilk gördüğümüzde tahterevalliye benzetiyoruz. Yere dik konumda sabitlenmiş bir tomruk üzerine geçirilmiş 7-8 metre uzunluğundaki ağaç gövdesinin döndürülmesi yoluyla, sınırsız eğlence vaat eden bir oyuncak bu. Bu oyuncağın, ismini dönerken çıkardığı sesten aldığını da eklemiş olalım. Döndükçe, “acaba kırılır da düşer miyim” endişesine sevk eden bu ses, “daha hızlı çevirin!” nidalarına karışıyor bir süre sonra. Zaman makinesi henüz icat edilmemiş olabilir. Buna rağmen, saatin tersi yönünde dönerek zamanı tersine işleten bu oyuncağın, ziyaretçilerini çocukluk yıllarına götürdüğü fikrine kim karşı çıkabilir?

purenli-2 (9)

Bu oyuncaktan bu kadar bahsetmişken, kimi yörelerde isminin ‘çıkarancak’ olarak bilindiğini de eklemek isterim. Bizi bu kadar eğlendiren bu oyuncak için, literatüre katkı sağlama (en azından yok saymama) kaygısı taşıyoruz. Gacırdaktan bu günlük hevesimizi aldıktan sonra, yayla sakinlerine karışıyoruz. Bazılarımız yayladaki tüm evleri ziyaret ediyor. Burada bakkal, market vs. yok. Bunu bildiğimiz için yanımızda getirdiğimiz onca erzaka rağmen, köy ekmeği, peynir, yumurta, domates vs. alıyoruz Pürenli halkından.

Bu noktada Pürenli halkından biraz daha bahsetmek gerekecek. Belki de en son söylenecek şeyi en başından söylemek isterim: bizim dert edindiğimiz birçok şey onların umurunda değil. Orta yaşı geçkin bir amcanın, birlikte vakit geçirdiğimiz birkaç saat içerisindeki tek derdi, onlarca çeşme arasında, yakın zamanda açtıkları bir tanesinin suyunu ısrarla bize içirmekti mesela. Aradan saatler geçip tekrar karşılaştığımızda, “içtiniz mi o çeşmenin suyunu?” diye sorguya bile çekti bizi. Bir başka amca, akşam çayına gidemediğimiz için sitem etti sonra… Kadınlar da evlerine buyur ettiler sürekli. Bir de çocuklar… Nasıl bir yerde büyüdüklerinin farkında olmadan etrafta koşuşturan çocuklar. Burada hayat onlara güzel. Keşke bilebilseler.

purenli-2 (8)

Oturduğumuz yerde izcilik yapamayacağımızın farkındayız. Buraya birçok kez gelen izci lideri ekip arkadaşımızın planladığı gibi, akşamdan önce birkaç saatlik bir yürüyüşe çıkıyoruz. Kamp yapmak amacıyla gelen gruplar için çok sayıda yürüyüş rotası alternatifi var Pürenli Yaylası’nda. Biz hemen arkamızdaki ormanı aşarak Balıklı Yaylası’na geçmeyi amaçlıyoruz. 30-40 metre uzunluğundaki çam, köknar, gürgen ağaçlarının zenginleştirdiği ormandaki patikalarda yürüyoruz. Dikkat etmediğinizde yönünüzü şaşırabileceğiniz bir orman burası. Çok sayıda patika olduğundan, yön tayin etme kabiliyetiniz yoksa yolunuzu şaşırmanız an meselesi. Ağaçların arasından yer yer görebildiğimiz grileşen gökyüzünün yağmur beklentisini arttırması nedeniyle, yürüyüş rotamızı tamamlamadan kamp alanımıza dönüyoruz. Daha çadırlar kurulacak!

Herkes bir işin ucundan tutuyor hemen. Çadırlar kuruluyor, odunlar hazırlanıyor, yemek hazırlıkları başlıyor, ateş yakılıyor, yanı başımızdaki çeşmenin buz gibi suyuna kavun, karpuz bırakılıyor… Şiddetini arttıran yağmurdan korunmak ve ateşimizin sabaha kadar yanması için çadırlarımızın dışında bir kuruluk daha yapıyoruz. Biz işlerimizi bitirirken, yağmur da hafifliyor ve güneş parlıyor yeniden. Olsun; gece ateş başında uyuyabileceğimiz bir kuruluğumuz oldu. Ateşimiz yanıyor. Yemekler yeniyor. Semaver kaynıyor. Bir gün önce iş yerimizde, okulumuzda ya da evlerimizde dert edindiğimiz hiçbir şey yok zihnimizde. Bu hâli anlatmak konusunda yetersiz kalabileceğimiz endişesi taşırken, Nurettin Topçu’nun cümleleri yetişiyor imdadımıza: “Gururlarla arzular sizi kemiriyor mu? Dağlarda dolaşın. Hırsların işkencesiyle kıvranan hasta mısınız? Bir ağacın altına sığının. Yaşamak korkuları sizi adım adım kovalıyorsa akan bir suyun başucuna bağdaş kurun. Tabiatın yaptığı tedaviyi ne hekim, ne hakîm, ne de hiçbir dost eli yapamaz.” (Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 138)

purenli-2 (5)

Dedik ya; oturarak olmuyor diye. İzci olabilmemiz için gece de yürümemiz gerekiyormuş. Dünden hazırız zaten. Bu sefer orman içinde bir başka rotayı takip ediyoruz. Tahmin edileceği gibi ormanda herhangi bir ışıklandırma yok. Ağaçlar o kadar yüksek ve yollar o kadar dar ki, ay ışığı bile yok önümüzde. Bu ahval ve şeraitte, zifiri karanlıkta, iki saate yakın bir süre yürüyoruz. Ekip çok dayanıklı çıkıyor. Kamp alanımıza döndüğümüzde kimse belli etmiyor yorgunluğunu.

1500 metre rakıma rağmen, gündüz saatlerinde tahmin ettiğimiz kadar soğuk değil Pürenli Yaylası. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise polar ve montlarımızı giyerek ateşe biraz daha yaklaşıyoruz. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde mutlaka daha soğuk olacaktır. Bölgede yırtıcı ve saldırgan hayvanların varlığından söz ediliyor. Biz rastlamadık ama bu konuda da ziyaretçilerin dikkat etmesi gerekiyor.

purenli-2 (1)

“Sabah ormanın ağza bıraktığı ıssızlık gibidir / Sabah günün el değmemiş bir vaktidir” diyor İsmet Özel. Böyle bir sabaha uyanıyoruz. İkinci gün, aynı zamanda dönüş günümüz. Güzel bir uyanış, bu hissettiğimiz. Yine tarifi zor ama bir pusulamız yine var:

“azıcık gece alayım yanıma yalnız serçelerin uykusuna yetecek kadar gece böcekler için rutubet örümcekler için kuytu biraz da sabah sisi yabani güvercin kanatları renginde biz artık bunlar olarak gidiyoruz eylesin neyleyecekse şehrin insanı” Üç Frenk Havası / İsmet Özel

Çadırları toplayıp, ateşimizi söndürüyoruz. Dönüş hazırlıkları yapılırken hepimiz benzer şeyler söylüyoruz: “bir daha ne zaman geleceğiz buraya?” Bir gün öncesinde heyecan ve merakla tırmandığımız yollardan, “bir parça huzur” ile geri dönüyoruz. Dönüşte, planladığımız gibi Güzeldere Şelalesi’ne de uğruyoruz. Hem günübirlik piknikleri yapılabildiği hem de kamp yeri olarak değerlendirilen bir yer burası. Güzeldere Köyü yakınlarında bulunan bu şelaleyi görebilmek için, 200 metre civarında mesafedeki patikayı inmeniz gerekiyor. Tabii ki buna değiyor. Şelalenin suyunda serinledikten sonra, gerçek dönüş yolculuğumuz başlıyor.

Bunu söylemek istemiyorum ama aramızda yine uyuyanlar var. Buna engel olmak için giriştiğimiz beyhude çabalarımız sonuçsuz kalıyor. Müziğin sesini yükseltme ve tempo tutma eylemlerimize son verip rahat bırakıyoruz onları. Müziğe kapılıyor, sohbete tutuşuyor, yola dalıyor, çektiğimiz fotoğraflara bakıyoruz. İstanbul’a heybemiz dolu dönüyoruz.

Bu yazı 2012 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 67. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir