Tarzan Toğan’ın “resimli günlüğü” ya da meçhul bir ressamdan geriye kalanlar
ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU
Toğan Düzgören, nam-ı diğer Tarzan Toğan (1914-2008), 94 yıllık hayatını gönlünce yaşamış, toplumsal kuralların olabildiğince dışında kalmayı başarmış, sıradışı bir karakter. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet yıllarının kudretli simalarından Seyfi Düzgören (1880- 1947) Paşa’nın oğlu olarak dünyaya gelir. Babasının görevi gereği ailesiyle, Anadolu’nun muhtelif şehir ve kasabalarını dolaşarak geçen çocukluğu marazi (hastalıklı) bir dönemdir. 10 yaşına kadar evden çıkmayan Toğan’ın kabiliyetlerini ilk keşfeden, aile dostları Hakkiye Kabağaçlı olur. Toğan’ın resim kabiliyetini fark ederek, oğlu Şakir’le birlikte Galatasaray Lisesi’ne gönderilmesini sağlar. Galatasaray yıllarında hafta sonlarını hemen her ferdi sanatkâr olan Şakir Paşa Ailesi’yle geçirir. Okuldaki sınıf arkadaşları da Avni Arbaş, Cihat Burak ve Selim Turan’dır. Bir hobinin ötesinde tutkuyla bağlandığı resim, 1930’lardan itibaren yaşamının merkezindedir. Hayatı boyunca sporun hemen her alanında iddialı ve abartılıdır. Kilyos’a kadar yürümek, Adalar’a yüzmek onun için sıradan etkinliklerdir. Tarzan lakabı o günlerde yerleşir.
Tahsil için Avrupa’ya giden arkadaşlarının etkisiyle, kendisi de Berlin’de makina mühendisliği okumaya karar verir. İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu yıllarda birkaç üniversite değiştirdikten sonra mühendisliğin kendisine göre olmadığı gerekçesiyle, İsviçre’de mimarlık okumaya başlar. Savaş yıllarında günlerce kaldığı sığınakta bile resim yapmayı ihmal etmez. Mimarlık eğitimini, ailesinin ısrarıyla İstanbul’a dönüşünde, Almanya’dan kaçan Paul Bonatz, Holzmeister gibi önemli mimarların görev aldığı İstanbul Teknik Üniversitesi’nde tamamlar.
Askerlikten sonra İmar ve İskân Bakanlığı’nda görev alarak, bütün Anadolu’yu gezer. Bu seyahatlerde gördüğü şehirleri, cebinde ya da çantasında taşıdığı portatif sulu boya takımıyla düzenli olarak resmeder. Bugün dönüp baktığımızda eserler üzerinden, hangi tarihlerde nereleri dolaştığını kolaylıkla tespit edebilmekteyiz: Ankara (1950-58), Erzincan (1951), Isparta (1953), Diyarbakır (1954-58), Yozgat (1954-56), Van (1954), Ahlat (1954), Samsun (1955), Aksaray (1955), Merzifon (1955-57), Çorum (1955- 58), Zonguldak (1956), Mersin (1957), Maraş (1957), Gaziantep (1957), Batman (1958), Kayseri (1958), İskilip (1958), İzmir (1960), Alaşehir (1960), Bursa (1960- 69), Antakya (1961), İskenderun (1961), Antalya (1961), Konya (1961), Afyon (1961), Pötürge (1962), Ezbider (1962), Çelikhan (1962), Sivas (1962), Erdek (1965), Abant (1966), Uludağ (1968), Gönen (1974), Bodrum (1982), Foça (1988), Marmaris (2000).
İstanbul’da ise Kalamış, Mühürdar, Topkapı, Suadiye, Sarayburnu, Tuzla, Dolmabahçe, Soğanağa, Taşlık, Büyükada’dan resimler yapar; Yeniköy, Caddebostan ve Heybeliada ise resmetmeye doyamadığı mekânlar olur; daha doğrusu resmetmek için mekân arayışı yoktur, neredeyse her gün olduğu semtten bir kompozisyon çalışmaktadır. Aynı görüntüyü 45. kez resmetmekten rahatsızlık duymaz, çünkü her biri yeni bir kayıttır onun için; yapıldığı anlar ve sonrasında anımsattıkları farklıdır…
94 yıllık ömürden geriye kalan, büyük çoğunluğu suluboya, çok azı yağlı boya ve karakalem eserler arasında, şehir görünümleri ve peyzajlar, arada natürmortlar, az sayıda da sanatçının kendi otoportreleri ile annesi ve çocuklarının portreleri yer alıyor. Eserlerini titizlikle koruyan Toğan Bey, aile fertleri veya dostlarından ısrarlı talepler karşısında, bazen eserin kopyasını yapıp vermiş, bazen de verdiği eserin kopyasını kendisine çalışmış ve bu durumu eserin altına not etmiştir.
1930’larda yağlıboya veya suluboya çalıştığı resimler daha çok izlenimci tavırlar gösterirken, 1940’ların başından itibaren suluboyada karar kıldığı, Kübizm ve Puantilizm gibi modern yorumlara giriştiği görülmektedir. Bu dönem eserleri arasında Berlin’deki resim hocasının etkisi de vardır, bazı eserlerinde hocasının düzeltme ve notları bulunmaktadır. 1950-60’li yıllar fırçasının en güçlü, paletinin en canlı olduğu zamanlardır. Bu dönemdeki eserleri, sanatsal güçlerinin yanı sıra belge değeriyle de öne çıkmaktadır. Son yüzyılda büyük değişim gösteren şehirlerimize ait o yıllardaki betimlemeler, kaybolan birçok değeri ölümsüzleştirdiği için sanat değerlerinin yanı sıra eşsiz birer belge niteliğindedir…
1964’de İmar ve İskân Bakanlığı bakanlık tarafından şehircilik üzerine staj vetetkikler yapmak üzere Paris’e gönderilen Toğan Beyi Paris’e uğurlayan arkadaşları arasında, yüksek mühendis Nezih Kona ve eşi, yüksek mühendis Dr. Dündar Arf ve eşi, yüksek mimar Selçuk Milar ve eşi Aynur Milâr, Tekel Başmüdürü Melih Sağtür ve ayağında lâme ayakkabılar, üstünde astragan manto bulunan ve mantonun içinden de ağır işli bir elbise görünen eşi Nilüfer Sağtür vardır (Akis, 507, 7 Mart 1964).
Paris dönüşü, İstanbul Nazım Planı Bürosu’nda çalışmaya başlar. Artık çocukluğunun geçtiği şehre yerleşmiştir. Bahar ve yaz aylarında Heybeli’de oturur, adanın manzarası onu öylesine büyüler ki, resimleri arasında sayıca en çok konu ettiği yer Heybeliada’dır. 1960’ların sonlarından itibaren fırçasının eski gücünde olmadığı, çizgilerin giderek yumuşadığı gözlenmekte, resimler karşısında gördüğünden çok hayallerini betimlemektedir.
Yaşamı boyunca eserlerini başkalarına göstermekten şiddetle kaçınır… Son zamanlarına kadar yakın arkadaşı olan Cihat Burak, onun bu tavrını her fırsatta eleştirmiş ama vazgeçirtememiştir. Israr üzerine 1984’te ilk sergisini, kızının sahibi olduğu Çekirdek Sanat Evi’nde satılmamak kaydıyla açar. İkinci ve son sergisini de yine satılmamak kaydıyla, sadece dostlarının görmesi için Büyük Kulüp’te açmıştır.
Ne kadar gerçekse o kadar hayal…
Yaşlılığında resim ve saat tamirinin yanı sıra, yine günlük formatında şiirler yazar. Şiirlerinde de yine doğayla hemhal, kendiyle barışık, dünya meselelerinden uzak bir karakter karşımıza çıkmaktadır. Nev-i şahsına münhasır bir yıldız gibi yaşadığı dünyadan öyle de göçmüştür… Geride bıraktığı izler, resimler, şiirlerle hala kendi aleminden sesleniyor gibidir… Tarzan Toğan, Panteizme yatkın naif tavırları, maddiyata uzaklığı, tabiata duyduğu tutku ve hayranlıkla, tanıyanların zihinlerindedir artık…
Resimli Günlüğü – Bu yazı 2015 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 97. sayısından alınmıştır.