Yazı: Fatih Usluer Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
Yurdumun bazı şehirleri vardır ki, “bir ara gideriz” tenbelciliğimize rağmen sabırla bekler durur bizi. İşte Safranbolu bu şehirlerden en sabırlı olanıdır. Nüfus bazlı idârî bölümleme kurallarına aykırı, tarihe ve kelimelere saygının gereği olarak bu beldeyi, “Safran şehri”ni, “şehir” olarak tanımlıyorum.
Senelerdir lokumunu yediğim, evlerinin UNESCO tarafından korunuyor olması ile ecnebîlere ara sıra caka sattığım bu şehri solumaya niyetlendiğimde kendimi Kolombiya’lı ve Türk fotoğrafçılar ile fransız bir seyyahın ortasında buldum. Bulunduğumuz araba uluslararası bir kongreyi andırıyordu ; diller, kültür gemilerinde karşı sahillere can atıyordu. Bir cuma akşamı kervan düzüldü…
Dünyanın en güzel evlerini görmek isterseniz, Safranbolu ilk durağınız olsun Safranbolu yakınlarında bir su kemeriSabahın ilk ışıklarıyla girdiğimiz şehirde kendimizi eski Safranbolu’ya atıp orada sade bir kahvaltı yaptık. Bazı öğünleri, onda yenilenler, bazılarını da yenilen yerler anlamlı kılar. Sıcak bir yaz günündeki kahvaltınızı, tarih ve ahşap kokan serin bir Safranbolu evinde, enfes muhabbetler eşliğinde yapmanın hazzı, sizi bulunduğuz yeri terk edip bu diyarlara yerleşme fikrine saplayabilir.
Yüzyılların mağrur duruşuKahvaltıdan hep birlikte kalkabilip, fotoğraf çekerek ilerlerken, her biri bir güzelin ardına düşmüş sevdalılar gibi, her birimiz ayrı sokaklarda yitirir bulduk kendimizi. Kimisi bir kapı tokmağının izini sürüyordu, kimisi kayalara sırtını vermiş bir evi izliyordu, kimisi de bir sokağın iki yanında durup da çatıları neredeyse bir birine dokunan, başbaşa vermiş evlerin muhabbetlerine katılıyordu.
Bir ev diğer evin manzarasını asla kapatmazSafranbolu evlerinin yapılış tarihi her ne kadar 18. yüzyıla uzansa da asırlar öncesinden gelen Türk mimari zevkinin ve zekâsının eşsiz örneklerini bize sunmaktadır. Evlerin, kamu binalarına ve dini yapılara dönük yapısı, Türklerdeki bu kurumlara saygıyı yansıttığı gibi, hiçbir evin diğer bir evin manzarasını kapatmamış olması da Türklerin altürizmini ve “öteki”ye saygısını göstermektedir.
Safranbolu’da yerli ve yabancı bir çok turistin ilgi odağıdır Safranbolu Yörük Köyü’nde kolkola girmiş muhabbet eden arkadaşlar gibi duran evlerSafranbolu evleri üç kattan oluşmaktadır. İlk kat taştandır. Avlunun olduğu bu kısma, Arapça bahçe, avlu anlamına gelen “hayat” deniyor. Ama Safranbolu’lular bu ismin, bahçelerinin hayat dolu olmasından verildiğinden eminler, bu açıdan bakıldığında haksız da değiller hani. Son iki kat ise ahşap ve kerpiç karışımı. Yazın serin, kışın da sıcak olmasının sırrı da yapının bu malzemelerinden kaynaklanıyor. Safranbolu’ya bağlı, eski bir bektaşi köyü olan Yörükköy’de Safranbolu evlerini daha yakından inceleme fırsatı bulduk. Bu köydeki evlerde, on iki imam muhabbetinin, sivil mimariye yansımasının güzel örneklerini görüyoruz. Burasının “müze köy” unvanını haklı olarak almış olduğunu söyleyebiliriz.
Safranbolu’da hayat tüm canlılığıyla yaşanmaya değer Safranbolu’da evlerin sadece mimari yapıları değil bahçe düzenleri de çok önemlidirYeniköy’de restore edilmiş eski bir çamaşırhaneyi ziyaret ettik. Çamaşırhane deyip geçmemek lazım. Yurtdışındaki benzerleriyle (mesela Fransa’daki lavoir’lar ile) kıyaslanamayacak kadar ince bir zevkin ve düşüncenin ürünü bir mekan. Çamaşırhanenin ortasında yuvarlak bir taş var, çamaşırlar burada dövülerek temizleniyormuş. Bu taşın çevresinde durduğumuzda, yerden yüksekliğinin her tarafta aynı olmadığını fark ettik. Bunun nedeni, çamaşırların farklı boylardaki kadınlar tarafından dövülerek temizlenmesiymiş. Çamaşır yıkarken kullanılan sular da, oluşturulan küçük su yollarıyla bahçedeki ağaçları sulamakta kullanılıyormuş.
Safranbolu’da bir camii kubbesi Safranbolu, sadece göz zevkinize hitap etmez aynı zamanda damak tadınızı da şımartırSafranbolu’daki evlerin kapısı (belki bir çok beldemizde de örnekleri mevcuttur), bir anahtarla kilitleniyor ama açmak için üç dört işlemin yapılması gerekiyor. Bana ilginç geldiği için anlatmak istiyorum : Her kapıda iki anahtar deliği var. Bunlardan alttaki bildiğimiz sürgülü kilitleme sistemi ; Anahtar yardımıyla, arkadaki sürgüyü sağa sola hareket ettiriyorsunuz. Üstteki anahtar deliğinin arkasında ise kaldıraç şeklinde bir sistem var. Anahtarı bu deliğe soktuğunuzda tam bir tur çevirmiyorsunuz. Zira arkadaki kaldıraç tekrar düşüyor ve mandal açılmamış oluyor. Yarım çeviriyorsunuz ve kaldıracın havada olduğu bu durumda kapıyı hafifçe iktirerek kaldıracı kapının mandalından kurtarıyorsunuz. Bundan sonra, kapının yukarısında, bir parmağın girebileceği kadar bir oyuk var ki burada da diğer bir kaldıraç bulunmakta, bunu da diğer bir kapı mandalından kurtararak kapıyı açabiliyorsunuz.
Safranbolu’da kaybetmeye yüz tutan el sanatlarımızdan tokmakçılık hala yaşamaya devam etmektedir Safranbolu evlerinden kapı detayıSafranlarıyla meşhur ne İran’da ne de İspanya’da adını safrandan almış bir şehir duymadım, görmedim. Safranbolu’nun, kerâmeti toprağından ve havasından olan dünyanın en kaliteli safranının yetiştiği bir belde olduğu muhakkak. Yükte hafif, pahada ağır bu bitkinin üretimi, buralarda oldukça azalmış. Ne yapılmasını gerektiğini bilmiyor olsak da, keşke Safranbolu’nun safranlarına sahip çıkılsa ve desteklense diye de düşünmeden edemiyoruz.
İzzet Mehmet Paşa Camiini geziyoruz, bir ara camiinin bahçesinde ilerliyorum. Bahçenin en ucuna gittiğimde, aşağıda akan bir nehir ve nehrin yanında saklı kalmış demirciler çarşısını görüyorum. Özellikle kapı tokmakları bu çarşıyı süsleyen güzellikler arasında. Birinden kulpundan tutup demir ve ateş kokan bu çarşıyı geziyoruz.
Kurtuluş savaşı yıllarında askerimizin ayakkabı ihtiyacını karşılamak için gece gündüz hizmet veren Yemeniciler Arastası’ndaki ahşap dükkânları örten çardakların serinliğinde zaman ötesine ve şehrin derinliklerine uzanıyoruz. Safranbolu, bunlar gibi birçok lonca çarşısını bünyesinde barındırmaktadır.
Tokatlı deresi üzerinde kurulan İncekaya su kemerine giderken, Akçasu deresi üzerindeki ahşap minareli Kaçak Camiini de görmeden geçmiyoruz. Dere üzerinde inşa edilen bu cami ve altından akan buz gibi suyuyla Akçasu deresi, elimizi, yüzümüzü, ayaklarımızı ve gönlümüzü ferahlatıyor. Safranbolu’nun dışındaki İncekaya su kemerleri de yüksek adrenalin tutkunları için ideal bir mekân. Tüm jumping sevenlere kollarını açmış bir vadi, heyecan arayanları bekliyor.
Camiler, bedestenler, eski çarşı, güler yüzlü esnaflar, zenaatkârlar derken, gün çoktan batmaya yüz tutmuştu. Şehrin dışında ormanlık bir alanda, geç fark edebildiğimiz açlığımızı kuyu kebabı yiyerek teskin etmeye çalıştık, zîrâ ne yemeğe, ne çaya, ne de bize eşlik eden Safranbolu’lu dostların muhabbetine doyabildik. Artık bu şehirden ayrılmamanın yollarını, hadi bir de dondurma yiyelim, hadi bir de şurada oturalım kabilinden mazaretlerle aramaya başlamıştık.
Arkadaşlarım, günün yorgunluğunu tarihî Cinci hamamında yıkanarak attılar. Bense üzerimde bu şehrin kokusunu atmak istemedim. Dönüş yoluna koyulduğumuzda, arkamızda Safranbolu’nun son evlerini bırakırken, safran renginde böyle güzel bir günü, bu kadar geç yaşamış olduğumuza hayıflandık. Birçok şehre bir nefes uzaklığındaki Safranbolu gibi hazineler, meraklılarını sabırla beklemeye devam ediyor.
Safranbolu – Bu yazı 2007 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 7. sayısından alınmıştır.