Havariler Yokuşu
Yazı: Aysema Berk
Alman gezgin Fallmerayer, manastırı ziyaret edenler arasında Karadeniz ve Anadolu’nun uzak yörelerinden kervanlarla gelerek dua edip kurban kesen Hıristiyan hacıların yanı sıra uzak kentlerden gelen Müslümanları da gördüğünü anlatır. Günümüzde de durum değişmemiştir.
Hava yağmurlu. O an araba da bulunan hiç kimsenin buna aldırış ettiği yok. Karadeniz’in bir ritüeli ne de olsa diyerek yolu devam ediyoruz. Henüz yaşım küçük. Arabanın penceresinden dışarıyı izliyorum, yeşilliklere doya doya yolun bitmesini bekliyorum. Yağmur damlaları pencere camına resimler çizerken bir görüntü geliyor, damlalar arasından. Bunu yağmur mu yaptı yoksa gördüğüm gerçek mi ikilemi içinde buluyorum kendimi. Hayatımda gerçekle rüya hiç bu kadar iç içe geçmemişti. Dağların üzerine haşmetlice dizilmiş kayalar var. Ama kusursuz olan tarafı, kayalıklar içindeki büyüleyici bir manzara. Kayalıkların üzerine bir yapı kondurulmuş gibi duruyor. Küçük bir yaşta en etkileyici yapıt böylelikle zihnime kazınıyor.
Bilindiği üzere manastırlar, Hıristiyanlık inancında günahlardan uzakta tanrıya ulaşmak için çabalanan arınık bir ortam. Sanırım, dünya da bu inanca en uygun yer Sümela Manastırı. Sadece içinde yaşayanları değil, kendisini de maddeden soyutlamış gibi bir hali var. Ve işte manastır hakkındaki bilgim büyüdükçe, küçüklüğüme dair o görüntünün büyüsü hiç eksilmedi.
Trabzon’daki Sümela Manastırı 4. yy sonlarında, I. Theodosius, zamanında Atina’dan gelen iki rahibin kurduğu, Alexius, daha kullanışlı hale getiriliyor. Manastırın ismi “Panaghia tou Melas” (Karadağ’ın Meryem’i) iken- ki melas kara demektir- daha sonra “Panaghia Soumelas” olmuş. Türkler ise, sadece “Sümela” demiştir.
Karadeniz Rumları arasında anlatılan bir efsaneye göre Atinalı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, Hz. İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’nın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryemin bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela’nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon’a gelmiş olan iki keşiş, orada karşılaşıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmışlar ve ilk kilisenin temelini atmışlardır. Kilisenin ilk kuruluşu ile manastır haline dönüşümü arasındaki bin yıllık dönem hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.
14. yüzyılda Türkmen akınlarına maruz kalan kentin savunmasında ileri karakol görevi üstlenen manastırın statüsünde Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Manastır Fatih zamanında Trabzon – Rum İmparatorluğu’nun varlığına son verilmesinin ardından özerklik kazanmış, hatta bir rivayete göre Yavuz Selim, sultan olmadan evvel hastalandığında kendini iyileştiren manastırı, sultan olmasıyla beraber ödüllendirmiştir.Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Manastır Fatih zamanında Trabzon – Rum İmparatorluğu’nun varlığına son verilmesinin ardından özerklik kazanmış, hatta bir rivayete göre Yavuz Selim, sultan olmadan evvel hastalandığında kendini iyileştiren manastırı, sultan olmasıyla beraber ödüllendirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde imtiyazlı hale gelen özellikle 19. yy. sonlarında “Maçka” yöresi Rum aydınlarına ve zenginlerinin gelip yerleştiği gözde alanlardan birisi olmuştur. Hatta o dönemin sonlarında başlayan Osmanlı-Rum anlaşmazlıklarında bölge bir anlamda Rum halkının ve Hıristiyanlığın kalesi görevini üstlenmiştir. Zira çevresi hızla İslamlaşırken, özellikle Maçka ve çevresi bu kimliğini korumuştur. 1923’te yapılan nüfus mübadelesinde Rum kimlik Yunanistan’a aktarılmıştır.
Anadolu’da sıkça rastlanılan Kapadokya kiliseleri tarzında yapılmış, hatta Trabzon’da Maşatlık mevkiinde benzeri bir mağara kilisesi daha vardır. Manastır genel olarak, Ana kaya kilisesi, şapeller, misafirhane, kütüphane, öğrenci odaları, mutfak ile kutsal ayazma’nın bulunduğu bölümlerden oluşur. Manastıra ulaşabilmek için dar ve uzun 62 basamaklı bir merdiven ağını geçmeniz gerekiyor. Girişinde muhafız odaları var. Orayı geçince yine merdivenlerden inip iç avluya çıkıyorsun. Ve bu havlu etrafında kullanımına göre manastırın yukarı da bahsettiğimiz bölümleri yer alıyor.
Manastıra ulaşabilmek için dar ve uzun 62 basamaklı bir merdiven ağını geçmeniz gerekiyor. Girişinde muhafız odaları var. Orayı geçince yine merdivenlerden inip iç avluya çıkıyorsun. Ve bu havlu etrafında kullanımına göre manastırın yukarı da bahsettiğimiz bölümleri yer alıyor.
Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En alt tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir.
En önemlileri:
- Asıl kilisenin absid kısmında, güney duvarında yukarıda Meryem’in doğuşu ve mabede sunuluşu, tebliğ, İsa’nın doğuşu, mabede sunuluşu ve hayatı, altta İncil’den resimler.
- Güney kapısında Meryem’in ölümü ve havariler.
- Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında ikinci sırada Genesis, Âdem’in yaratılışı, Havva’nın yaratılışı, Tanrı’nın tembihi, Cennet’ten kovulma. Üçüncü sırada: Yeniden dirilme, Thomas’ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia konsülü. Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail ve Cebrail bulunmaktadır. Ancak tüm bu saydığımız fresklerin çoğu ve manastır içindeki değerli eşyalar özellikle nüfus mübadelesi esnasında başlayıp, 1972 yılında Kültür Bakanlığı bünyesine dâhil edilip korunmaya başlanmasına kadar yağmaya uğramıştır. Ayrıca 1930 yılında çıkan bir yangın esnasında ahşap bölümlerinde ciddi bir tahribat olmuştur. Bir zamanlar manastırın sahip olduğu zenginlikler, bugün çeşitli ülkelerin müzelerinde sergilenmektedir.
Rumlar 1951 yılında Yunanistan’da Sümela Kilisesini açmışlar. Meryem Ana’nın mucizeler yarattığı söylenen ikonası bu kilise de korunmaktadır. Vakti zamanında Sümela Manastırı’nın en büyük gelir kaynağı olan ikona bugün binlerce insan tarafından şifa bulmak amacıyla Yunanistan da ki Sümela Kilisesi’nde ziyaret edilmektedir. Yani bir anlamda Sümela ismini, önemini ve misyonunu şimdilerde Yunanistan’da devam ettiriyor. 19. yy`da buraya gelen Alman gezgin Fallmerayer, manastırı ziyaret edenler arasında Karadeniz ve Anadolu’nun uzak yörelerinden kervanlarla gelerek dua edip kurban kesen Hıristiyan hacıların yanı sıra uzak kentlerden gelen Müslümanları da gördüğünü anlatır. Günümüzde de durum değişmemiştir; şifa bulmak ya da adak adamak isteyen Müslümanlarca ziyaret edilmektedir. Geçmişte, Karadeniz Rumlarının en önemli hac yeri olan Sümela Manastırı günümüzde de büyük ilgi görüyor ve her yıl yaklaşık 200 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.
Bölgenin gerek Hıristiyan halklar için dinsel ve tarihsel önemi dışında sosyal ve kültürel özellikler bakımında daha da zenginleşmesi için Sümela gibi Maçka’ya büyük turizm potansiyeli sağlaması olanaklı olan Vazelon ve Kuştul Manastırlarının da onarılması gerekiyor. Fakat restorasyonlarını bırakın, bu iki önemli manastırın bir bekçileri bile yok, definecilerin ve doğanın yıkımına bırakılmış durumdalar.
Şayet Türkiye daha aktif ve sistematik bir turizm politikası oluşturabilseydi, bugün Türkiye’de ki pek çok gizli tarihsel güzellikler ve önemi olan bölgeler, milyonlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret akınına uğrardı. Fakat özellikle 1923’ten sonra bakımsız ve başıboş bırakılan, lakin bir zamanlar Rum ve Ortodoks halkın kalbi sayılan bu topraklar dinsel misyonunu tamamlamış olsa dahi, tarihi önemi ve kültürel bağı sebebiyle hala gözbebeği konumunda olurdu.
Bugün İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan ve Katolikler için “hac” yeri olan Meryem Ana’nın Evi gibi Sümela Manastırı da dünyada tanıtımı daha fazla yapılarak ilgi odağı haline getirilebilir. Sanırım bu mistik görünümlü dumanlar arasından çıkan yapıyı beğenmeyecek insanoğlu yoktur. Bir gün yolunuzun bu güzelliği görmek için Maçka’nın taşlı yollarına düşmesi dileğiyle.
Sümela Manastırı – Bu yazı 2007 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 11. sayısından alınmıştır.
Bir eser bulundugu yer tespit edilirse o ulke o eserin iadesini isteyebilir fakat turkiye ataturk zamanindan ve 1920den bu yana Trabzon bolgesini asimile etme cabalarina girdi ve basardi da.Bu yuzden bu hakkini kullanmayabilir. Ancak laik sistem ve demokrasi terimleri burada devreye girer. Bu terimleri insanligin her bir zerresine kadar hissettirmedigi surece ikonayi calan yunanistan da barbardir, onu geri almak istemeyen turkiye de.